Utanmadan Söyleyin
Adamızın bölünmüşlüğünü sona erdirmekle ilgili 1968 yılından beri devam eden çözüm çabaları sonunda, taraflar karşılıklı suçlama oyunlarına başvurarak, kendilerini haklı gösterme ve daha fazla hak kazanmaya çalışmışlardır.
Birleşmiş Milletler’in arabuluculuğunda sunulan her öneri sonrası yaşananlar, Türkçe ve Rumca konuşan Kıbrıslıların aslında Kıbrıs‘ın değil başkalarının çıkarlarını öne çıkardıklarını göstermektedir.
Kıbrıslılar eğer kendi ortak çıkarlarının peşinde olsalardı, Kıbrıs Cumhuriyeti varlığını sürdürür ve büyük acılar yaşanmazdı.
Birleşmiş Milletler, yine bir arayış içinde taraflarla bir araya gelmeye başlamıştır.
Yaşanan bunca tecrübeden sonra, dıştan müdahale ile çözüm arayan Kıbrıslılar, karşılıklı iş birliği ve ortak vatan yaratma ilkesi ile hareket ederek, işleri kolaylaştırabilirlerdi.
Türkiye‘nin adanın kuzeyinde yarattığı alt yönetim, her konuda sorunlar yaratmaya ve çözüm arayışlarını etkisiz hale getirmek için her türlü yola başvururken, kendini sol ve ne yazık ki çözümcü olarak pazarlayanlar da yeni bir şart dayatarak süreci tıkama stratejisi izlemektedirler.
Bunlara göre, ‘görüşme masası kurulmadan önce Kıbrıs Rum tarafı ve uluslararası güçler, görüşmelerin yine olumsuz sonuçlanması durumunda, Kıbrıslı Türklerin statüsü ile ilgili karar vermeliymiş’
Bu çok masum görünen talep aslında çok anlam ifade etmektedir. Türkiye ve onun adanın kuzeyindeki memurları ‘iki ayrı, egemen devlet’ söylemi ile taleplerini açık açık ortaya koyarken, çözüm istediğini söyleyen solcularımız görüşmelerin çökmesi durumunda ne talep etiklerinin farkında mı acaba?
Bu taleplerden aşağıdaki anlamlar çıkmaktadır:
1.İki ayrı egemen devlet.
2.Kuzeydeki alt yönetimin siyasi statüsünün yükseltilmesi.
3.Uluslararası hukukun dışında Türkiye’nin kurdurduğu ve yönettiği bu siyasi yapının üzerindeki yaptırımların kaldırılması.
4.İçte bağımsız, dışta Türkiye’ye bağımlı bir yönetim.
5.1974 yılından beri uluslararası hukuka aykırı yapılan toprak, nüfus konularındaki işlerin olduğu gibi kabul edilmesi
6.Kuzey Kıbrıs’ta Avrupa Müktesebatının uygulanması
7.Direkt Ticaret Tüzüğü’nün uygulanması ve Kıbrıslı Türklere yönelik Avrupa Birliği’nin yeni açılımlar ortaya koyması.
Bu kavram karmaşası yaratan talebin aslında görüşmeleri tıkamaya ve özellikle görüşmeleri başlamadan bitirmeye yönelik olduğu açıktır.
Bana göre görüşmelerin çökmesi halinde taraflar 4 Mart 1964 öncesi Kıbrıs Cumhuriyeti statülerine dönerler. Bu gerçek üzerinden açılım sağlanması, Birleşmiş Milletler de Türkiye’nin de destek verdiği 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararın tartışılarak değiştirilmesi esas olmalıdır.
60 yıl sonra bunu söylemekten korkup, fakat ‘biz ne olacağız?’ diye masum bir sorunun arkasına saklanmak art niyet taşımaktadır.
Çözüm istediğini söyleyen bu “solcuları” samimiyete davet eder, aynen Türkiye yetkilileri ve onların buradaki kuklaları gibi ne istediklerini açık açık söylemeleri gerektiğini vurgularım.
Aksi halde ayrılıkçı rejime hizmet etme ve Türkiye’nin adadaki çıkarlarını savunduklarını söylersek sakın kızmasınlar.
Çünkü taleplerinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz.