InstagramKöşe Yazarlarımız

Rumlar Çözüm İstemez




Türkiye 1950’li yıllarda yapılan İstirdat Planı çerçevesinde hareket etmekte olup, Kıbrıs’ta bir antlaşma yapılmasını istememekte, diplomatik çabaları da asıl hedefi olan tüm adayı ele geçirme stratejisine yönelik, zaman kazanma olarak görmektedir.

1950’li yıllardan itibaren ortaya çıkan gelişmeler izlendiğinde, bu gerçeği görebilmekteyiz.

EOKA’ya karşı TMT’nin sahneye sürülmesi, ondan önce Türkiye’den gelen öğretmenlerin Türk milliyetçiliği ve anavatan hayranlığı yaratan eğitim faaliyetleri ile çatışma zeminini hazırlamaları, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılmasına yönelik diplomatik çabaların (Emin Dirvana olayı) askeri baskıyla geriletilmesi, 1963 çatışmaları ile yaratılan terör ve korku atmosferinde 103 Türk köyünün boşaltılması, 4 Mart 1964’te Birleşmiş Milletler’in aldığı 186 sayılı kararla Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sahip olmalarına onay verilmesi, yapılan provokasyonlarla Rum-Yunan şovenlere Erenköy’de, Geçitkale’de ve Baf’ta olduğu gibi Kıbrıslı Türklere saldırma imkanları yaratmaları, Yunanistan ve Türkiye hükümetlerinin antlaşarak 1970’li yıllarda yaptıkları kantonal öneri ve bunu reddeden Makarios’a 1974 yılında faşist Yunan cuntasının yaptığı darbe sonrası NATO çerçevesinde alınan kararlarla Türkiye’nin adamızın yüzde 37sini işgali ve 1974 sonrası adanın kuzeyinde asimilasyon, entegrasyon çabaları bu niyeti açıkça ortaya koymaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uluslararası hukuku ve altına imza koyduğu antlaşmaları hiçe sayarak son aldığı karar ile adayı bölmek ve kuzeyi Türkiye’ye ilhak etmekle ilgili tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur.

Bu kararın alınmasının temel argümanı “Kıbrıslı Rumların çözümü reddetmesi” olarak gösterilmektedir.

Uzun bir süreden beri Türkiye Kıbrıslı Rumların kabul edemeyeceği şartlarda antlaşma önerileri ile Kıbrıslı Rumların her şeyi reddetmesini veya masadan kaçmasını sağlama stratejisi izlemektedir.

Bunu Annan Planı döneminde ve Crans Montana’da da gördük.

Bu süreçlerde Türkiye ve İngiltere birlikte hareket etmişlerdir. Bununla birlikte Rusya’dan da destek alınmıştır.

Türkiye 1974’ten sonra Kıbrıs’a yönelik uluslararası hukuka aykırı yaptığı bütün uygulamaların antlaşma ile kabulü ile doğal enerji kaynaklarından yararlanmak istemekte İngiltere askeri üslerini korumak ve Kıbrıs’ın enerji kaynaklarından hak talep etmekte, Rusya ise NATO ülkeleri arasında var olan bu kan davasının sürmesini istemektedir.

Kıbrıs Rum tarafının Annan Planı’nın uygulanmasını içeren talebine karşılık, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya’dan bu talebi veto etmesini istemesi rastlantı değildir.

Yine İngiliz Parlamentosu’na sendikalar olarak yaptığımız bir ziyarette kahvaltılı toplantıda buluştuğumuz İngiliz Dışişleri eski Bakanı Jack Straw’a, İngiliz üslerinin açığında gaz ve petrol yataklarının bulunduğu denizde kendi uzmanlarının belirleyeceği sınırlar içinde Annan Planı’nda egemenlik alanı talep ettikleri ile ilgili sorduğum soruya “Evet, pazarlıklarımızın bir parçası idi” demesi boşuna söylenmemiştir.

Burgenstock’ta Papadopoulos’un, Serdar Denktaş’ı bularak “Babana söyle, bu referandumu erteleyelim, sonuç hayır çıkacak” talebi üzerine Serdar Denktaş’ın, Rauf Denktaş’ı ikna etmesi ve Rauf Denktaş’ın “Ortağın Mehmet Ali Talat ne der?” söylemi üzerine Mehmet Ali Talat’ın “Ankara ne olursa olsun referandum istiyor” cevabı niyetin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Burgenstock sonrası Papadopoulos’un ısrarıyla Lefkoşa’daki evinde yapılan toplantıda konu tekrar ele alınmış ve CTP tarafı Türkiye’nin talimatıyla hayır çıkacağını bile bile referandumun yapılmasında ısrarcı olmuştur.

Annan Planı ideal bir çözüm planı olmayıp, çözüme giden yolda önemli bir başlangıç olacaktı.

Uygulanması garanti edilmemiş bir antlaşma ile Kıbrıs Cumhuriyeti dağıtılınca doğacak sonuçlar sanırım bugün Lübnan’ın yaşadığından daha beter olacaktı.









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu