Aşk Aramak
Surlar-içindeki bir bara gittim geçtiğimiz çarşamba akşamı, mecburiyetten.
Doluydu bar.
Müzik çok iyiydi.
Müziği yapan kız egzotikti, yok kadar hafif bir elbise vardı üstünde.
Tek başıma oturuyordum dört kişilik masada, açık havada. Bira içiyor, tuzlu fıstık yiyordum. Etrafı gözlüyordum.
Kendini önemli göstermeye çalışan, poz kesen, ötekinin arzu nesnesi olmak isteyen gençleri izliyor, önümdeki deftere bir şeyler yazıyordum.
Birdenbire gelip yanıma oturdu daha önce görmediğim, hiç tanımadığım biri. Elini bacağımın üstüne koydu ve damdan düşer gibi, paldır küldür “aşk arıyorum” dedi.
Ne çektin? diye sordum.
“Hiçbir şey çekmedim, içtim” diye cevap verdi.
Elimi omzuna koyup, “Üzgünüm ama ben aşk aramıyorum, aşk işlerine bulaştırma beni lütfen, aşk istemiyorum, sakinlik, dinginlik ve huzur istiyorum” dedim nazikçe.
Özür diledi ve kalkıp buraya gelmeden önce oturduğu masaya geri gitti. Aradığını bulamamak sabrını taşırmış olmalıydı. Ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti yine de cüreti cesareti.
Gerçekten de aşk aramıyorum.
Beş büyük aşk ve beş büyük ayrılık yetti bana.
Beş defa köklerimi söktü, alt üst etti, Frankfurt’a, Manchester’a savurdu beni Aşk.
Beş büyük aşkı yaz yaz bitiremiyorum hala daha (Aşkın acısını değil hazzını yüceltmeye çalışıyorum şiirlerimde, öykülerimde ve denemelerimde)
Hep ben mi yaşayacağım aşkı biraz da siz yaşayın. Bir defa bile âşık olmamış arkadaşlarım var, üstelik şairler, aşk şiirleri yazıyorlar.
Çoğu kadın sekiz on kişi var yakın çevremde aşk arayan ve bunu sürekli dillendiren. Aşk arıyorlar ama aşka şart koşuyorlar.
Şöyle olsun, böyle olsun, kuyruklu olsun, kuyruksuz olsun. Hah, sanki aşk şart dinler.
Aşk arıyorlar ama açık değiller.
Kapalı olarak arıyorlar aşkı, güvenli bölgelerinden dışarı çıkmadan. Ya da
güzelliğiyle gururlanan kirazın kibriyle aşkın onları keşfetmesini bekliyorlar yüksek bir sandalyede oturarak. Ne diyebilirim ki…
Aşk arayan kadınlar kaba ve yetersiz oldukları için erkekleri suçluyorlar. Aşk arayan erkekler de her zaman kadınları suçlayacak bir yığın şey buluyorlar. Karşılıklı suçlamalar nedeniyle aşksız kalıyorlar, aşkın bol olduğu söylenilen Afrodit’in sıcak adasında.
Herkes aşk arıyor, lakin dışarda değil, aynada ve ekranda arıyor. Arpa yığını içindeki buğday tanesini arıyor herkes, kendisinin de buğday olduğunu düşünerek.
Aşk arayıp da bulamamak, yüksek beklenti ve algı sorunudur bana kalırsa. Bir tanrıyı, tanrıçayı veya uzaylıyı aramaktır. Bunların var olduğuna inanmadan.
Körler bile bulabilir oysa aşkı. Böyle bir olay biliyorum. Hayretler içinde kalmıştım ilk duyduğumda. Bunun öyküsünü yazdım ilk öykü kitabım “Yağmur Yüzünden”de.
Düşünüyorum da vücudumuzun yüzde 70 kadarı su.
İşte bu suyun karakterini katsak arayışımıza ve kemik, sinir, et gibi katı taraflarımızın karakterini değil de bu suyun karakterini göstersek birbirimize, her şey çok daha kolay olacak gibi geliyor bana…