41 Yaşındaki Yorgun Ada
“Ah eşek kafam ah” diye mırıldandı kendi kendine, artık gençliğinin enerjisinden ve zindeliğinden eser kalmamış yorgun adam.
Henüz 41 yaşında ama omuzlar çökmüş, saçlar hafiften kırlaşmakta, saçlar onu terk etmekte, alnı ve tepesi açılmış, gençlik erken yaşta gitmiş elden.
Yüzünde ise tarifi zor bir ifade, en güzel ve olgun yaşlarında aslında, ama geleceği düşünmeden hovardalıkla, nerede akşam orada sabah geçirdiği yılların ağır yorgunluğunu derinden hissetmekte.
Bu yaşta hala daha sabah öğle akşam öğünlerinde annenin yemeğini yemek, cep harçlığını dahi ondan almak giderek ağır gelmeye başlamış.
“Eee yavu” der bazı bazı kendi kendine, “anamdır, tabii bakacak baa” geçici bir rahatlama yaşar.
Hele de yüklüce bir para verdiyse annesi, bir müddet, tedaki para suyunu çekene kadar, ondan mutlusu yoktur, değmeyin keyfine.
Bazen de kendi kendine kalır depresif bir ruh haliyle, “elde yok avuçta yok, sen ne biçim adamsın be, belanı versin, bir baltaya sap bile olamadın, bak yaşıtlarına, senden küçüklere” diye düşünür, bir gam basar, bir keder başlar.
“Nasıl geldim ben bu hale, elde yok avuçta yok” diye de derin düşüncelere dalar.
Bakmayın 41 yaşında olduğuna. Ne arsalar araziler ne bağlar bahçeler vardı elinde, yaşadığı büyük hovardalık döneminde hepsini birer birer ya sattı ya da ona buna bedavaya dağıttı. Oteller, fabrikalar…
Satıp satıp yerken aynı geçici mutlulukları, hazzı yaşadı. Etrafı da çok kalabalıktı ha o dönemlerde!
Elini öpene arsa, elini öpene arazi dağıttı. O dağıttık sonra aldılar, o verdik sonra yediler, ta ki hepsi suyunu çekene kadar.
Aslında yetenekli, pırıl pırıl bir çocuktu, okumaya hevesliydi ve en önemlisi çok zekiydi. Fakat annesi bir türlü kabullenemedi bunu, “ya oğlum evden çıkar giderse” endişeleriyle giderek aşırı korumacı hale geldi, daha sonraları da sanki de onun sahibiymiş gibi davranmaya başladı.
“Sen okuma, evde otur, okuyup da ne olacaksın?” diyerek önünü kesti. Onun da işine gelmişti bu ilk başta ama şimdi, iş işten geçince daha da ağır gelmeye başladı bu kaçan fırsatlar.
Biliyordu aslında annesinin kendisinden çok üzerine tapulu mallarını pek sevdiğini. Hatta, çok önceden birçok malı da kendi akrabaları üzerine tapulamayı da başarmıştı anne.
İzin almaya dahi gerek görmeden hem de oğlundan.
Devamlı evde kalan ve çoğu artık burada yaşayan akrabalar da cabası.
Ara ara evden kaçma planları yapar bizim genç adam. “Çekeyim gideyim, Avrupalı olayım” der.
Karşı komşu abisiyle uzun uzun görüşürler bu konuları, planlar yaparlar. Ciddi kavgaları vardı bu abiyle eskiden, kaş göz yaran, kan akıtan kavgalar hem de.
Annesi zaten karşıydı, “sen görüşme onunla” diye de azarlardı sürekli. Abinin annesi de az değildi ha! Tam bir cadaloz. Meğerse, iki anne çok önceden de kavgalıymış.
Uzunca bir süre konuşmaları bile yasaktı da zaten bu abiyle.
Abi de oldukça dengesiz bir adam bu arada hem dindar hem aşırı milliyetçi hem de solcu, kaç kez, tam geleceğe dair planlar yaparken son anda vazgeçmiş, yüz üstü bırakmıştı.
“Bak oğlum” diye mırıldandı kendi kendine, “bu kez yaptın yaptın, yapamazsan ömrünün sonuna kadar ananın vır vırını çekmeye mahkumsun”
Tam bir öz güvenle ayağa kalktı, “ya şimdi ya asla dedi” bu kez kendine güvenen bir sesle.
“Kal hade kalk, sabah oluyor daha buraşdasıng” diye bir azarlamayla uyandım benileyerek.
“Noldu?” dedim.
“Gene uyudun kaldın televzonun karşısında” dedi Öztül, “hem da horul horul horlardın, içme derim saa bing defadır, dinlemen”
“U yavvole” dedim, tam da en heyecanlı yerindeydim.
Bu akşam televizyonun önüne rüyanın geri kalanını görme niyetiyle yatacağım, kısmet belki sonunu görürüm hikâyenin. Çok merak ediyorum çok.
Bu arada, Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.