Boyun Eğdikçe Kayboluyoruz

Kendimiz Ettik, Kendimiz Buluyoruz: Boyun Eğdikçe Kayboluyoruz
Yine hiçbir konuda yazmanın içimden gelmediği günlerden geçiyorum. Çünkü isyan etmekten, ağıt yakmaktan öteye geçemiyoruz bir türlü!
Yarım yüzyıldan fazla bir süredir, bu adada; kimliğimizle, kültürümüzle var olmak, barış, huzur, güven, insanca onur ve refah içinde yaşayabilmek uğruna değil miydi tüm kavgamız? Bu uğurda ne canlar gitti, ne aileler dağıldı, ne acılar yaşandı!
İnsanlarımız yerinden, evinden, malından oldu.
Ganimete dayalı bir düzen yarattık, yarım yüzyılda. Elli yılda bugün vardığımız nokta; rantçı, mafyatik ilişkilerle kirlenmiş bir ülke.
Ülke talan ediliyor!
Çevre katlediliyor, kimliğimiz siliniyor, irademiz hiçe sayılıyor! Ülkede hiçbir değerin önemi yok adeta! Neredeyse her taşın üzerine inşaat yapılıyor! Rant ve açgözlülük her şeyin önüne geçmiş durumda!
Ne gam! Yeter ki “yatırım” olsun. Yatırım diye yapılanlar, halkın değil, belli çıkar gruplarının geleceğini garanti altına alıyor.
Ülke yolgeçen hanı! Her yabancıya dört konut hakkı verilmiş! Yedi düvelden insan var artık bu topraklarda. Öte yandan burası, yabancılara bile çok pahalı geliyor!
Bu yüzden İskele’de Ruslar ve Ukraynalılar da terk ediyormuş artık! O koca koca binaların çoğunda kapkaranlık daireler. Belli ki oralarda kimse yaşamıyor! Yine de açgözlülük durmuyor, inşaatlar devam ediyor!
Her köşe başında araba galerisi var; sanki ülkede milyonlarca insan yaşıyor! Adı “üniversite” olan, şipşak diploma dağıtan sinekli bakkaldan hallice işletmeler mantar gibi türüyor!
Bu toprakları, kumarhane, gece kulübü cennetine dönüştüren turizm faaliyetleriyle her gün biraz daha kirleniyoruz.
Tüm kurumlarımız, sermayemiz, iş gücümüz, işletmelerimiz el değiştiriyor. Kamu kurumları dönüştürülüyor. Mafya kök salıyor.
Ekonomik çöküşün içinde boğuluyoruz. Kara para aklama, fuhuş, uyuşturucu, suç ağları merkezi oldu güzelim yurdumuzun yarısı!
Bunlar yetmezmiş gibi, bu pisliğin ortasına her köşeye camiler dikiliyor. Kur’an kursları ve tarikatlar yayılıyor; Sünni Müslümanlık dayatılıyor. Laik ve demokratik değerler sistematik olarak aşındırılıyor
Bir zamanlar, bağımsız olacağı söylenen, Kıbrıs’ta federal bir çözümü kolaylaştırması hedeflenen bu devlet, her geçen gün daha fazla dış müdahaleye açık hale gelmiş durumda.
ORADA inşa edilen baskıcı rejimin aynısı BURADA da adım adım hayata geçiriliyor.
Bir sömürge gibi, her şey adım adım kontrol altına alınıyor. Adı konmamış bir vilayetleşme sürecindeyiz; fiili ilhak, her geçen gün daha belirgin hale geliyor.
Karanlık bir geleceğe sürükleniyoruz. Ve biz sadece izliyoruz.
***
İhtiyacımız olan, sonuçları konuşmak değil, asıl gerçeklerle yüzleşmek, uyanmak ve toparlanmak!
Kıbrıs’ın kuzeyini kalın bağırsağa dönüştüren gerçeklerle yüzleşmek gerekir.
İçinde bulunduğumuz çıkmazın nedenleri ortada;
Bir yanda kökü dışarıda irade gaspı ve dayatmalar!
Öte yanda ise, kendi içimizdeki zafiyetler;
-Düne kadar Atatürkçü geçinen, bugün, Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten yüz yıllık intikamlarını almaya, Atatürk’ü itibarsızlaştırmaya, izlerini silmeye çalışan ORADAKİ yönetime biat etmekte beis görmeyen, yarın bir gün ORADA sosyalist bir rejim gelse, “dün dündür, bugün bugündür” diyerek onlara da boyun eğmeye hazır olan BURADAKİ, siyasi rüzgâra göre şekil değiştiren ilkesiz, iradesiz, dirayetsiz yönetimler;
-Ve çözüm üretmekte kabız olan siyaset kurumu!
Peki, biz ne yaptık? İşte sorgulamamız gereken bir gerçek daha!
Bugün yaşanan sömürgeleştirme, sadece dışarıdan gelen baskılarla ve dayatmalar mı açıklanabilir? Bu noktaya gelmemize zemin hazırlayan, bunca yıldır izlenen politikalar, dayatmalar ve halkın iradesini yeterince etkili bir şekilde ortaya koyamaması değil mi?
Kıbrıslı Türkler olarak kendi kimliğimizi koruma konusunda sesimizi ne kadar yükselttik? Ne kadar dirayetli olduk?
Kendimizin, eşimizin, kardeşimizin, çocuğumuzun, torunumuzun, iş, mevki, makam, kredi, siyasi ikbali gibi çıkarları zarar görmesin diye suskun kalmadık mı?
Sessiz kalarak, görmezden gelerek, zevahiri kurtarmak adına üç maymunu oynayarak fincanı katırlarını ürkütmemek uğruna gerçekleri görmezden gelerek bugünkü tablonun oluşmasına katkıda bulunmadık mı?
50 yıldır bu topraklarda yönetimde olanlar, bu düzene çanak tutmadı mı? Bu yöneticileri halk olarak biz seçmedik mi?
Bu topraklarda her ne yaşanıyorsa, bir türlü bir çözüme ve barışa ulaşılamıyorsa, bu belirsizlik ortamında mafya buraya kolayca çöreklenebiliyorsa, hep bu dışarıdan dayatılan ve ne yazık ki bir türlü başımızı kaldırıp irade gösteremeyerek engelleyemediğimiz değişikliklerle bağlantılı değil mi?
Kendimiz ettik, kendimiz bulduk! Kimliğimizi yitiriyoruz, tıpkı bir gül gibi soluyoruz…
***
Oysa, Bağımsızlık Bildirgesi’nde belirtildiği gibi, KKTC, “Irk, milli menşe, dil ve din gibi farklara dayalı olarak insanlar arasında ayrım gözetilmesini, her türlü sömürgeciliği, ırkçılığı, baskı ve tahakkümü reddeden” anlayışla, “Kıbrıs Adası’ndaki iki halkın (…) kendi kesimlerinde huzur ve güven içinde yaşamaya ve kendi kendilerini yönetmeye hakları olduğu” inancıyla, (…), “iki eşit halk arasında ortaklığın bir federasyon çatısı altında yeniden kurulmasını (…) kolaylaştırabileceği (…)” kanaatiyle kurulmamış mıydı?
Peki, sömürgeciliği, baskı ve tahakkümü reddeden anlayış nerede? Kendi kendimizi yönetme hakkımıza olan inanç nereye kayboldu?
Federasyon hedefinden vazgeçilerek, “egemen eşit” ya da “eşit egemen” gibi iki devletlilik siyasetine yönelmenin ardındaki irade gerçekten Kıbrıslı Türklerin iradesi mi? Yoksa bu irade dış müdahalelerle şekillendirilen bir senaryonun ürünü mü?
Egemenlik “hediye” edilebilir mi?
Bir başka ülkenin “hediye” ettiği, devasa caminin gölgesinde, metazori inşa edilen Meclis, Cumhurbaşkanlığı ve Yüksek Mahkeme binaları, “egemenliğin” nişanı olabilir mi?
Bu devletin kurucusu olmakla övünerek egemen eşitliğini savunanlar; ötekileştirdikleri “Rumcu”, “Türkiye düşmanı”, “hain” olarak nitelendirdikleri insanlar kadar bile bu devleti sahiplenemediklerini her gün yeniden kanıtlamıyorlar mı? Ne kadar da acı ve yazık!
***
Topyekûn Mücadele Zamanı!
“Namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça” bu gidişat durdurulamaz, bu düzen değişmez! Tek başına cesur olmak yetmez; hep beraber cesaretimizi ortaya koyarak, birbirimize sahip çıkarak, toparlanarak ayağa kalkmalıyız.
Bu gidişatı durduracak toplumsal dinamizme her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Artık sessizliği bozma zamanı! Kıbrıslı Türkler olarak sesimizi duyurmalı, irademizi yeniden kazanmalıyız. Mücadele, artık topyekûn karanlığa ve dayatmalara karşı yükseltilmelidir!