DünyaManşetYaşam

Bilişsel önyargılar, sürü psikolojisi, duygusal etkiler, ilgi ve onaylanma arzusu…




Özellikle duygusal ve tartışmalı konularda sahte ya da yalan haberlerin (Fake News) sayısı artıyor. Bazen doğruyu yanlıştan ayırmak zor olabiliyorken bazı zamanlarda sahte olan gerçekten daha kolay ayırt edilebiliyor. Ancak bu her internet kullanıcısı için geçerli değil. Bazı internet kullanıcılarının yanlış bilgi ve yalan haberleri doğru bilgi olarak kabul etme olasılığı diğerlerine göre daha yüksek. Peki neden böyle?

Bilişsel önyargılar

Bu bağlamda sıkça karşımıza çıkan terimlerden biri “bilişsel önyargı”.

Bilişsel önyargılar, bilişsel sistemimizin çalışma sistemine bağlı olarak ortaya çıkan sistematik rasyonellikten sapma şemaları olarak tanımlanır. Bilgiyi arama, değerlendirme, yorumlama, yargılama, kullanma ve hatırlamada ayrıca aldığımız kararlarda irrasyonel olmamıza sebep olurlar.

Yalan haberlere inanırken bazen bilimsel makalelerde “partizanlık” ya da “doğrulama önyargısı” olarak da adlandırılan, dünya hakkındaki inançlarımız ve önyargılarımız önemli bir rol oynuyor.

Bilişsel psikolog ve yazar Stephan Lewandowsky, bunu şöyle açıklıyor; “Eğer duymak istediğim bir şey duyarsam, yani bu benim siyasi görüşlerimle uyumluysa, evet, o zaman ona daha da fazla inanırım”

Yani her zaman önyargılıyız. Örneğin, Almanya‘nın çok fazla mülteci kabul ettiğine inanan biri, yerel makamlar üzerindeki baskıyı gösteren veya mültecileri genel olarak olumsuz gösteren haberlere inanmaya daha meyilli.

Bir diğer önemli bilişsel önyargı da sezgilerimize genellikle zamanından önce güvenmemiz. Bir şeyi kabul etmeden, yorum yapmadan ya da paylaşmadan önce kontrol etmek gereksiz ve çoğu zaman çok can sıkıcı görünüyor. Birçok kullanıcı makalelerin asıl metnini değil, sadece başlıklarını okuyor.

The Science Post ve NPR adlı yayın kuruluşları, yanıltıcı başlıklar koyarak bunu test etti. Okuyucular bunun bir deney olduğunu ancak bağlantılara tıkladıklarında öğrense de çoğu okuyucu bunu yapmadı.

Sürü psikolojisi

Yalan haberlere inanmayı tetikleyen etmenlerden biri de sürü psikolojisi. Buna göre, insanlar genellikle kendi fikirlerini oluşturmak yerine başkalarının fikirlerine yöneliyor.

Sahte haber bağlamında bu, eğer birçok kişi yanlış bilgiye inanıyorsa bizim de inanma olasılığımızın daha yüksek olduğu anlamına gelir. Öyle ki çok sayıda paylaşım ve beğeni alan bir sosyal medya gönderisine güvenme eğiliminde oluruz. Ancak sorun şu ki çok sayıda insan, içeriği ayrıntılarını bilmeden paylaşıyor ya da beğeniyor.

Sahte haber bağlamında bu, eğer birçok kişi yanlış bilgiye inanıyorsa bizim de inanma olasılığımızın daha yüksek olduğu anlamına gelir. Öyle ki çok sayıda paylaşım ve beğeni alan bir sosyal medya gönderisine güvenme eğiliminde oluruz. Ancak sorun şu ki çok sayıda insan, içeriği ayrıntılarını bilmeden paylaşıyor ya da beğeniyor.

Öte yandan yanlış bilginin devamlılığı nedeniyle hafızamız bizi yanıltabilir. Bir şeyin doğru mu yanlış mı olduğunu genellikle iyi hatırlamayız. Yayılan yanlış bir bilginin doğruluk kontrolü (fact checking) sonucu yanlışlığı ispatlanmış olsa bile, insanların halen bunun doğru olduğunu iddia etmeleri nadir değildir.

Duygusal etkiler

Bu önyargıların yanı sıra yalan haberlerin bu kadar yayılmasının nedeni, duygularımız tarafından yönlendirilmemiz. Lewandowsky’ye göre yalan haberler doğru bilgilere kıyasla altı kat daha hızlı yayılıyor. Bu da tam olarak duygusal yönden kaynaklanıyor:

“Çoğu sahte haber son derece duygusaldır. Olumsuz duygulara sahiptir. Sahte haberler alıcıda, mesajın alıcısında öfke yaratma eğilimindedir. Ve biliyoruz ki, hoşunuza gitsin ya da gitmesin, insanlar öfke uyandıran, kışkırtıcı bilgilerle ilgileniyor. Bu da onların viral olma olasılığını artırıyor.”

Kişilik ve kişisel çıkarlar sorunu

Geçen yıl Würzburg Üniversitesi tarafından 600 katılımcı üzerinde yapılan bir araştırmada, katılımcılardan çeşitli ifadelerin doğruluğunu değerlendirmeleri istendi.

Araştırmanın başyazarı ve psikolog Jan Philipp Rudloff, DW’ye verdiği röportajda şu bilgileri veriyor: “Katılımcıların bilgi ve gerçeklere ilişkin inançlarını öğrenmek için onlara şu soruları sorduk: Bilgiyle karşılaştığınızda sezgilerinize güveniyor musunuz? Kanıtlara ne kadar değer veriyorsunuz? Bağımsız gerçekler diye bir şey olduğuna inanıyor musunuz?”

Analiz, katılımcıların içgüdülerine ne kadar çok güvenirlerse ve gerçeklerin varlığına ne kadar az inanırlarsa doğru ifadeleri yanlış olanlardan ayırt etmelerinin o kadar zor olduğunu gösterdi.

Rudloff, araştırmada ayrıca ‘kişiliğin karanlık faktörlerine’ (toplum tarafından onaylanmayan), yani narsisizm veya psikopati gibi tüm karanlık kişilik özelliklerinin özüne de baktıklarını söylüyor.

Güçlü bir karanlık kişilik faktörüne sahip insanlar için kişisel çıkarları en önemli şeydir. Belirli koşullar altında gerçek de dahil olmak üzere diğer her şey buna tabi hale gelir.

Rudlolff’a göre, “O zaman soru bir bilginin doğru olup olmadığı değil, kendilerine fayda sağlayıp sağlamadığı, çıkarlarına hizmet edip etmediği ya da bir gerekçe oluşturup oluşturmadığıdır.”

İlgi ve onaylanma arzusu

ABD’li iletişim araştırmacısı Joe Walther ise yalan haberlerin yayılmasını teşvik eden bir başka önemli hususa işaret ediyor. İnternette bilgi beğenmeyi, yorum yapmayı ve paylaşmayı öncelikle bir sosyal etkileşim biçimi olarak gören Walther, “Bence insanlar genellikle sosyal medyaya katıldıklarını hissetmek ve bunun için tanınmak için (bu davranışta) bulunuyorlar” diyor.

Walther’a göre internet kullanıcılarının sahte haberleri inandıkları için değil, sadece kendilerini ve başkalarını eğlendirmek için de paylaşmaları mümkün.

Yalan haberle mücadele için ne yapabiliriz?

Sahte haberlere inanmamızı etkileyen etmenler oldukça karmaşık. Bunlar, çevresel etmenlerin yanı sıra kişiliğimiz ve bilgi ve gerçeklere karşı tutumumuzla ilgili. Ayrıca, yalan haberler başkalarıyla etkileşim kurmanın, ilgi ve onay görmenin cazip bir yolunu sunar. Algımızı çarpıtan çeşitli bilişsel mekanizmalar da var.

Soru şu: Nasıl daha dirençli olabiliriz? İlk adım muhtemelen manipülasyona ve öznelliğe yatkınlığımızın farkına varmaktır. Jan Rudloff, öğrencilere ve araştırmacılara gerçekler ve bilim hakkında daha ayrıntılı bilgi verilmesini savunuyor:

“Bilimde her zaman mümkün olduğunca çok sayıda uzman arasında bir fikir birliği, bir tür mutabakat bulunabilir. Ancak yeni bilgiler ortaya çıktıkça, daha önce bir gerçek ya da fikir birliği olarak kabul edilen şey değişebilir.”

Bu durum, COVID-19 salgını sırasında, başlangıçta çocukların virüsü çok fazla yaymadığı söylenirken birdenbire yayılmaya başladığında açıkça görülmüştü.

Benzer bir yaklaşım da önceden çürütme (prebunking) yöntemidir. Bu yöntemle sahte haberler ve dezenformasyon hakkında önceden bilgi verilerek sosyal medya kullanıcıları bunlarla karşılaşmadan önce bilinçlendirilebilir. Örneğin, birçok yalan haberin seçmenleri manipüle etmesinin beklendiği bir seçim öncesinde, uygun bir bilgilendirme kampanyası düşünülebilir.

Kaynak: DW









Başa dön tuşu