
İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne (İBB) yapılan ‘terör‘ ve ‘yolsuzluk‘ operasyonlarının ardından 23 Mart’ta tutuklanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun tutukluluğuna itiraz edildi
İmamoğlu’nun avukatları İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği’ne itiraz dilekçesi verdi
İmamoğlu’nun avukatları Fikret İlkiz, Mehmet Pehlivan, Tora Pekin ve Hasan Fehmi Demir, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği’ne itiraz dilekçesi verdi.
Dilekçede, “Somut olguların ortaya koyduğu, onlarca milyon insanımızın da farkında olarak tepki gösterdiği, başından sonuna kadar hukuken yasak usullerle yürütülen soruşturma neticesinde tutuklanmasına karar verilen Ekrem İmamoğlu’nun tutukluluğunun kaldırılması ile tahliyesine, hukuksuz tutuklamanın devamında ısrar edilmesi halinde dosyanın itirazen incelenmek üzere yetkili ve görevli Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine, karar verilmesini talep ederiz” denildi.
Dilekçede, İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınmasıyla başlayan sürecin “emsali görülmemiş büyüklük ve yaygınlıkta kitlesel tepkilere yol açtığı” belirtilerek “Rencide edilmiş adalet duygusunun harekete geçirdiği kitleler, Ekrem İmamoğlu aleyhine yürütülen bu hukuksuz sürecin, seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere, kendi anayasal haklarının özüne yönelen bir girişim olduğunun farkındadır.
Bu nedenledir ki, ülkenin her parçasında, her kesim, görüş ve yaştan insanların katılımıyla başlayan kitlesel tepkiler ülkemizle de sınırlı kalmamış, başka ülkelerde bulunan vatandaşlarımız ve insan hakları savunucularının oluşturduğu kitlelere, çok sayıda yabancı ülke yöneticilerine ve Türkiye’nin üyesi olduğu kurum ve kuruluşlara da sirayet etmiştir” denildi.
“Tutuklama kararı hukuka aykırı”
Avukatların açıklaması, şöyle devam etti:
“Hukuk düzeni dışında konumlanan ve politik saiklerle yürütülen, kamuoyu tarafından da bu yönü kolaylıkla fark edilen söz konusu soruşturma; fiil yerine failden hareketle yapay bir tehlikelilik algısı yaratılıp, bu algının da yargı mercileri eliyle bertaraf edilmesi yoluyla dar bir grubun menfaatlerine hizmet etmek çabasından ibarettir.
Soruşturmadan bir müddet önce, servis edilen medya haberleri ve iktidar yanlısı siyasi aktörler vasıtası ile Ekrem İmamoğlu’nun itibarını sarsmaya yönelik girişimlerde bulunulmuş; terör iftirası, denetime elverişsiz soyut suçlamaların yer aldığı binlerce sayfalık evrak ve onlarca sözde şüpheli şahıs soruşturmaya dahil edilerek bu sürece kamuoyunun rızası imal edilmeye çalışılmıştır.
Devamında temin edilmiş ve yönlendirilmiş kimliği gizlenen tanık anlatımları, manipüle edilmiş ve/ya da üretilmiş dijital kayıtlar, hatalı, eksik ve yanlı raporlar esas alınarak veya esas alındığı iddia edilerek gerçekleştirilen hukuksuz gözaltı ve tutuklamalarla kamuoyu nezdinde soruşturmaya “ciddiyet” kazandırılmak istenmiştir. Olmayandan sonuç çıkarılmaya çalışılmış, ispat yükü ters çevrilerek, olmayanın olmadığını ispat gibi adeta imkansız bir yükümlülük savunmaya yüklenmiştir.
Somut soruşturmada yeniden 2016 öncesi yargı pratiklerinden medet umduğu gözlemlenen, siyasallaşıp tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiş olmasının bir sonucu olarak araçsallaştırılmış yargının değişen ve hukuk dışında konuşlanan paradigması anlaşılmadan, Ekrem İmamoğlu hakkında verilmiş apaçık hukuka aykırı tutuklama kararını anlayabilmek imkansızdır.
Bu gerçek karşısında soruşturma öncesinde yaşanan olayları ve soruşturma sürecinin mevzuat ve hukuk dışında yuvalanmış pratiğini ortaya koymak zorunludur”
5 başlıkta anlatıldı
Dilekçede hukuki süreç, 5 başlıkta anlatıldı:
1- Soruşturmanın arka planı
2- Gözaltı süreci
3- Cumhuriyet Savcılığı aşaması
4- İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgu aşaması
5- Müphem isnatlar, hukuka aykırı dayanakları ve tutuklama kararının sözde gerekçeleri
“Başta Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın demeçleri…”
Dilekçede soruşturmanın arka planı olarak yer verilen bölümde, kamuoyunda “ahmak davası” olarak bilinen “YSK üyelerine hakaret” suçlaması davasından başlayarak, 31 yıl önceki lisans davasının iptaline kadar olan hukuki gelişmeler hatırlatıldı. İmamoğlu hakkında peş peşe gelen soruşturma ve davalar “yargı tacizi” olarak nitelendirilirken, “bunun en üst düzey kamu görevlileri, iktidara mensup siyasetçiler ve iktidar medyasının aralıksız kampanyaları ile sürdürülerek güçlendirilmeye ve haklıymış gibi gösterilmeye çalışıldığı” savunuldu.
Dilekçede devlet yöneticilerinin İmamoğlu hakkındaki dava ve soruşturmalar hakkında kamuoyuna verdiği demeçlere de değinildi:
“Yargılamalarda Anayasa gereğince tarafsızlığını muhafaza etmekle yükümlü başta Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı olmak üzere devlet görevlileri, müvekkilin yargılandığı hemen her dava ile ilgili sürekli ve sistematik olarak olumsuz demeç vermiş ve yargıyı bu şekilde yönlendirmeye çalışmışlardır. Hukuka aykırı bu tutum, halihazırda devam eden soruşturma bakımından da artarak sürmektedir.”
“Yüzlerce polisle evi basıldı”
Gözaltı sürecinin anlatıldığı bölümde ise Ceza Muhakemesi Kanunu gereği İmamoğlu’nun ifadeye davet edilmesi gerektiği hatırlatılarak, “Somut olayda bu koşulların bir teki dahi bulunmadığı halde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, yüzlerce polis eşliğinde sabah 06.15’te evi basılarak gözaltına alınmıştır” denildi.
Gözaltı sürecinde sosyal medyadaki bant daraltmaya değinilerek, “Yüzlerce siteye erişim engeli getirilmiş, haber yapan TV kanalları RTÜK tarafından ceza ve lisans iptali ile cezalandırılmakla tehdit edilmiş, çok sayıda gazeteci gözaltına alınarak bir kısmı tutuklanmış, böylece halkın ifade, haber alma, iletişim gibi en temel hakları Anayasa hükümleri yok sayılarak engellenmiştir” ifadeleri kullanıldı.
Gözaltı sürecinde bazı yolların trafiğe, bazı metro duraklarının da kullanıma kapatıldığı belirtilerek, dosyadaki gizlilik kararına rağmen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturmanın içeriği ile ilgili “yanlı, çarpıtılmış ve masumiyet karinesini ihlal eden” açıklamalarda bulunduğu savunuldu. Ayrıca, iktidara yakın medyanın soruşturma evraklarını yanlı ve yanıltıcı beyanlar eşliğinde servis etmeye başladığı dile getirildi.
“Soruların üçte ikisi tanık ve gizli tanık beyanına dayalı”
21 Mart günü başlayan ifade alınma durumuyla ilgili olarak da soruların büyük çoğunluğunun tanık ve gizli tanık beyanına dayalı olduğu hatırlatıldı:
“İfadeyi alan emniyet görevlileri, müvekkilin özgeçmişine ilişkin sorular hariç, soruşturma ile ilgili olarak önceden hazırladıkları 46 adet soru ile ifadeye başlamışlardır. Dilekçemizin başlangıç kısmındaki tespitimizi doğrular şekilde, gerçeğin ortaya çıkarılmasından çok olmayan suçun inşasına yönelen, tümdengelimli bir gerçekdışı kurgu ve tuzak soru yöntemine dayanan soruların üçte ikisi, yani 31 adedi tanık ve gizli tanık beyanına, 7 soru mülkiye müfettişi raporuna, 4 soru MASAK raporuna ve nihayet 4 soru ise HTS kayıtlarına ilişkin sözde tespitlere dayanmaktadır”
“Avukatlar adliyede adeta gözaltına görev yapabildiler”
İmamoğlu’nun 22 Mart’ta adliyeye sevk edilmesi sürecinde ise adliye çevresinin abluka altına alındığı ve avukatların adliyeye girerken sorun yaşadığı hatırlatılarak, “İstanbul Barosu Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri dahi çok uzun mücadeleyle saatler sonra adliyeye girebilmişlerdir. Şüpheli vekilleri, kısıtlanan ortam içerisinde emniyet müdürlüğüne dönüştürülmüş binada adeta gözaltında görev yapabilmişlerdir” denildi.
“Savcı sadece üç soru sordu”
İfade sürecine ilişkin olarak verilen bilgide, ifadeyi alan Cumhuriyet Savcısı’nın yalnızca üç soru sorduğu belirtilerek, şöyle devam edildi:
“İfadeyi müteakip Cumhuriyet Savcısı, 23 Mart 2025 tarihli sevk yazısı ile müvekkilimizin tutuklanmasını talep etmiştir. Sevk yazısındaki isnatlar incelendiğinde, isnatların çok büyük bir bölümü ile ilgili olarak ne emniyete ve ne de savcılıkta müvekkilimize tek bir sorunun dahi yöneltilmediği açıkça görülecektir. Başka bir anlatımla, müvekkilimizi tutuklamaya götüren isnatlardan çok büyük bir bölümünü sulh ceza hakimliği sorgusunda, sevk yazısı içeriğinden öğrenebildik”
T24