“Bir toplum başarıyı ve başarılıyı üretmekle gurur duyuyorsa; suçluyu ürettiğini de kabul edecek”
Mağusa’da Dr. Sadrettin Tuğcu’yu kliniğinde bıçaklayarak ağır yaralayan 32 yaşındaki zanlı Ç.E’nin, şampiyonlukları olan başarılı bir sporcuyken, insan canına kast edecek bir suçluya nasıl dönüştüğünü merak etmiyor musunuz?
Ben çok merak ediyorum.
Gerek bilinçli ve kontrolsüz nüfus aktarımı gerek “Türkiye’de ne varsa burada olacak” söylemlerinin etkisi, gerek UBP-DP-YDP eliyle küçük bir “AKP Türkiye’si prototipine” çevrilmeye çalışan yurdumuzun hali; infial yaratan herhangi bir ağır suç olayındaki tepkilerimizi de maalesef sabitlemiş durumda.
Örneğin; cinayet, hırsızlık, gasp, darp ya da soygun gibi suçlar basına yansıdığında ilk tepkimiz; “Kim bilir hangi ülkenin vatandaşı, kapılardan herkesi içeri aldınız, memleketi mahvettiniz, biz böyle değildik” oluyor.
İçinde elbette ciddi oranda ırkçılık da barındıran bu tepkilerin sebeplerini çok uzun uzun tartışabilir, yıllardır devam ettirilen bilinçli politikaların, 50 yıla yakındır dünyadan kopuk yaşamanın verdiği ıstırabın, küçücük bir toplumken yarısından fazlası artık yabancı olan bir ülke yarısının yarattığı psikolojinin, kültürümüze saldırıların ve hep başka egemen güçlerin elinde adeta oyuncak haline gelmiş geleceğimizin ellerimizden kayıp gitmesinin yarattığı buhranı konuşabiliriz.
Ancak bunlar başka bir yazının konusu.
Şimdi yüzleşmemiz gereken şey ise; başarılı bir sporcudan katil potansiyeli olan bir azılı suçluyu nasıl yarattığımız konusu.
***
Mağusa’da Sadrettin doktoru “Rambo bıçağı” denilen o büyük ve tırtıklı bıçakla, kendi kliniğinde karnından bıçaklayan Ç.E Kıbrıs’ta yetişen biri.
Mağusa’da Kıbrıslıtürk bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, büyümüş, şu an 32 yaşında olan Ç.E’nin satranç ve voleybol alanlarında şampiyonlukları var.
Şimdi düşünelim; ülke gençlerinden herhangi biri, özellikle yurt dışında herhangi bir alanda bir başarı elde ettiği zaman ne diyoruz?
“Kıbrıs’ın yetiştirdiği bir değer, başarılı Kıbrıslıtürk insanı”
Peki aynı şey bir katil, bir hırsız, bir sapık yetiştirdiğimizde neden söylenmiyor?
Yani “Evet, bunu da el birliğiyle biz yetiştirdik, yarattık” denmiyor?
Sebebi çok net; çünkü bunu kabul edersek, devlet denilen bu yapının en altından en üstüne almadığı sorumluluklar ortaya çıkacak, koltuğundan gidenler, yargılananlar ve hesap sorulanlar olacak.
O yüzden başarılıysa bizim gencimizdir, payımız vardır, biz yetiştirmişizdir, suç işlediyse kendi karakter bozukluğudur.
Gerçekten buna inanan var mı aranızda?
***
Ben sosyolog değilim. Elbette bir toplumun nasıl suçlu ürettiğiyle ilgili bilimsel bilgi veremem. Ancak gözlemlerimi paylaşabilir ve bilime kulak verip anladığımı size aktarabilirim.
Zira bir toplum başarıyı ve başarılıyı üretmekle gurur duyuyorsa, suçluyu, katili, hırsızı da ürettiğini kabul etmek zorundadır.
Kabul etmelidir ki; bu gibi suçların önünü alabilsin.
***
Üstelik tam tersi bir durum da mevcut; bu ülkenin yetiştirdiği iddia edilen sporcuları, bilim insanları, doktoru, mühendisi aslında neredeyse tamamen kendi mücadelesinin sonucunda kendisini yetiştiriyor.
Hatırlarsınız; “Şampiyonluklarımdan hiçbir siyasi kendisine pay çıkarmasın”, “Ne para yardımı ne fiziki imkanlar yaratmadılar, kendi çabamızla başardık”, “Sponsor bulamadık, borçlanarak ülkemizi temsil ettik”, “Ülkemde kendi alanımda çalışma yapabileceğim imkanlar yoktu, yurt dışına gittim”, “Diplomama, liyakatime, başarılarıma ve yeteneklerime rağmen, torpilli olanlar kamuya alındı” gibi cümleleri duydunuz değil mi bu ülkenin başarılı sporcu ve bilim insanlarından ya da sanatçılarından?
Ben çok duydum.
Ha bir de Ç.E’nin olayında olduğu gibi; “Şikayetlerim dinlenmedi, Polis ve Savcılık şikayet dilekçelerime önem vermedi. İlaçlarım verilmedi. Polis gördüğümde gözüm kararıyor. KKTC beni öldürdü. Hakkımı aramazsanız, benim için artık orman kanunları geçerli olacak” diye diye suçun geleceğini hem dilekçeleri ve resmi başvuruları hem de sosyal medya hesabından paylaştıklarıyla duyuranlara, suç işlenene kadar asla dokunmamak.
Bu durum bize; göz göre göre suçluyu nasıl yarattığımızı, gerek kendi hayatını gerek başkalarının hayatlarını tehlikeye atacağı günü nasıl beklediğimizi göstermiyor mu?
***
Ç.E akıl hastasıdır, şizofrendir, söyledikleri doğrudur, yalandır, ailesinden gerçekten şiddet görmüştür ya da değildir…
Böyle açık açık “geliyorum” diyen bir tehdide karşı bunların bir önemi var mı?
Nitekim Ç.E’nin ailesiyle de konuştum. Aslında çok yetenekli, başarılı bir gençken dönüştüğü bu halden ailesi de yıllardır ciddi bir yıpranma yaşıyor.
Ailenin anlattığına göre; Ç.E’nin uzun yıllardır psikolojik sorunları var ve sürekli hastaneye yatıp çıkıyor. Ailesine olan ve “Ailemden şiddet görüyorum” sözleri de yine çaresiz ailenin kendisini hastaneye yatmaya ve tedavi almaya zorlamasıyla alakalı.
Haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Bu onda ciddi bir öfke yaratıyor. Bu öfke günden güne büyüyor ve saldırganlaşıyor.
Ancak tedavisi için hastaneye yattığı her zaman, birkaç haftalık tedavinin ardından, “Hastaneden çıkarın, ilaçlarını içsin tamamdır, bizim artık yapacak bir şeyimiz yok” diyerek çıkartılıyor.
Peki aile ne yapacak?
Çocuğunu bir yere mi zincirleyecek?
Bir odaya mı hapsedecek?
Uzmanlık ve profesyonel yaklaşım gerektiren bir durum karşısında devletin sadece “İlacını verin de tamamdır” demesi karşısında nasıl bir önlem alacak?
***
Kısacası Ç.E’yi bu yapının tüm birimlerinin ortak çabası yarattı ve bu sonuna bu toplumu maruz bıraktı?
Peki adalet yerini bulacak mı?
Sorumluluklarını yerine getirmeyen Bakanlıklar, buralarda çalışan yetkililerden hesap sorulacak mı?
Sanmam.
Çünkü sorulursa, koltuk gidebilir.
Çünkü sorulursa; sorumluluk almak zorunda kalınır.
O yüzden bir yine başarılı olanlara “Biz yetiştirdik bizim gencimiz, bizim insanımız”, suçluya ise “Kendi karakter bozukluğu” demeye devam edelim.
Sıra bize gelene kadar…