KıbrısManşet

Dizdarlı: Polis ve Savcılığın re’sen harekete geçmesi için hiçbir engel yok






Yüksek Yönetim eski Denetçisi (Ombudsman) ve Yüksek Mahkeme eski Yargıcı Emine Dizdarlı, Din İşleri Başkanı Ahmet Ünsal‘ın kadınlara yönelik sözleriyle ilgili, Polis ve Savcılığın re’sen harekete geçmesi için hiçbir engel olmadığını söyleyerek, hala Ombudsman görevini yürütüyor olsaydı da hiç çekinmeden “uyarma” görevini yerine getirerek açıklama yapacağını vurguladı

Dizdarlı: Hâkim Mehmet Zekâ Bey 1950’li yıllarda İngiliz yönetimine karşı çıkarak Aile Yasası’nı metin haline getirdi ve yasalaştırdı

Özgür Web TV‘de yayınlanan Özgür Yorum programında Damla Dabis‘in sorularını yanıtlayan Dizdarlı, Din İşleri Başkanı Ahmet Ünsal’ın kadınlara yönelik sözlerini ilk duyduğunda tereddüt yaşadığını, yazılanlar karşısında şok yaşadığını ve hala bunların bu ülkede söyleniyor olmasından rahatsızlık duyduğunu dile getirdi.

Dizdarlı, “Ben kendi değerlendirmeme baktığımda, Kıbrıs Türk toplumu ve Kıbrıs Türk kadını 1940’lı yıllardan itibaren bir mücadele içindeydi. Ekonomik zorluklar ve hukuki boyutu olan yaşam zorlukları vardı. 1950’li yıllarda ise Kıbrıs’ta İngiliz yönetimi altında kullanılan şeriat kuralları vardı. İnsanlar bu kurallarla bağlıydı. Hâkim Mehmet Zeka Bey ise meslektaşlarını toplayarak ve İngiliz yönetimine karşı dik durarak, ‘Fasıl 339 Aile Yasası/Medeni Hukuk’ dediğimiz yasayı 1950’li yıllarda çaba harcayarak metin haline getirdi, yasalaştırdı” dedi.

“Kıbrıs Türk toplumu 1940’lı yıllarda şeriata bağlı kuralları bir tarafa bırakıp bir düzen kurdu”

1998 yılına kadar, zemin olarak bu hukuku kullandıklarını anlatan Dizdarlı, Kıbrıs Türk toplumunun aslında en zor dönemde çok büyük adımlar atıp ailenin nasıl idare edileceği, Aile Yasası’nın ne olacağı konusunda; şeriata bağlı kuralları bir tarafa bırakıp bir düzen kurduğunu vurguladı.

Dizdarlı, “Bunları da geçtim, biz 1960’lı yıllarda, kadının her aşamada mücadelenin içinde olduğu bir toplumda yaşıyoruz. 1998 yılına geldiğimizde yine Aile Yasası’nın verdiği yetkilerle, Seçim ve Halk Oylaması Yasası’na kadının eşit olduğunu belirten maddeler koyduk, Anayasa, laiklik gibi değerlerin hepsini düşünerek. 2023 yılında ben hiç kimsenin 1940 yılına dönüp bunları söylemesini asla kabul edemem” ifadelerini kullandı.

“Emine Dizdarlı yasalara tabidir ama Ahmet Ünsal tabi değildir diye bir şey yoktur”

Bu anlattıklarının bu durumun bir tarafı olduğunu, diğer tarafa bakıldığında da Kıbrıslıtürklerin bir Anayasası olduğunu belirten Dizdarlı, “Anayasa nedir?” sorusunun cevabının; “Bir bireye temel hukuk kurallarını anlatan ve hayatını nasıl idame ettireceğini belirten kurallar bütünü” olduğunu kaydetti.

“Emine Dizdarlı buna tabidir ama Ahmet Ünsal buna tabi değildir diye bir kural yoktur, herkes bu kurallara tabidir” diyen Dizdarlı, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan toplumun bir yaşam tarzı olduğunu, Anayasa’nın 1. maddesinin de “KKTC’nin laik, sosyal ve demokratik bir hukuk devleti” olduğunu belirttiğini vurguladı ve buna göre davranılması gerektiğini kaydetti ve “Buna ters davranmak, düzene ters davranmaktır” dedi.

“Hiç şüphe yoktur; siz bir ülkeye nereden gelirseniz gelin, görevinizi yaparken o ülkenin yasalarına uygun yapacaksınız”

Bir an için Ahmet Ünsal’ın eğitim verdiğinin düşünülmesi durumunda da Ünsal’ın sözlerini içeren bu “eğitimin” de Milli Eğitim Yasası’nın 19. Maddesi’nde yer alan, “KKTC laik eğitim düzenine tabidir” ifadesine ters olduğunu aktaran Dizdarlı, yani laik bir eğitim sisteminde laikliğe aykırı eğitim verilemeyeceğini söyledi.

Dizdarlı, “Sadece Anayasa’ya aykırılık değil Din İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Çalışma Esasları Yasası’nın 8. Maddesi de Sayın Başkanın görev ve yetkilerini belirler. Maddenin yanılmıyorsam ikinci fıkrasında; Din İşleri Başkanı’nın görevini yaparken KKTC’deki mevzuata uygun davranması gerektiği açıkça belirtilir. Hiç şüphe yoktur; siz bir ülkeye geliyorsanız, nereden gelirseniz gelin görevinizi yaparken o ülkenin yasalarına uygun yapacaksınız” dedi.

“Din İşleri Başkanı’nın seminer vermek, kadın gruplarını etkilemek görevi yok”

Yasanın aynı maddesi incelendiğinde; aslında Din İşleri Başkanı’nın bu şekilde seminer vermek, kadın gruplarını etkilemek gibi bir görevi de olmadığını kaydeden Dizdarlı, elbette kişiye sosyal olarak konuşma engeli koyulamayacağını ancak hem Din İşleri Başkanlığı’nın kendi yasalarına hem Anayasa’ya aykırı ve toplumun ya da kadının haklarını düzenleyen yasalara aykırı seminer verme hakkının da olamayacağını vurguladı.

Dizdarlı, “Kadının kendi bedeni üzerinde kendi söz hakkı vardır ve bu Anayasa tarafından güvene altına alınmıştır. Özel Hayatın Gizliliği de korunmaktadır. Dolayısıyla bir seminerde siz gidip bir kadının yatak odasıyla ilgili talimatlar veremezsiniz. Bu açık ve net” ifadelerini kullandı.

“Polisin ve Savcılığın re’sen harekete geçmesi için engel yok”

Din İşleri Yasası’na göre; Din İşleri Başkanı’nın Başbakan tarafından atandığını ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylandığını hatırlatan Dizdarlı, bu makamların bu atamayı yapabildikleri gibi tabii olarak bu kişiyi görevden alma yetkilerinin de olduğunu belirtti.

Din İşleri Başkanlığı’nın ve Başkan Ahmet Ünsal’ın, kadınlara yönelik sözlerinin yayımlanmasının ardından, “Konuşmadan cımbızla çekilen bölümler gerçeği yansıtmıyor” savunması yaptığını ancak ses kayıtları yayınlandıktan sonra hükümet kanadı dahil tüm bu tarafların sessizliğe büründüğünü hatırlatan Dizdarlı, konuşmaların bizzat Ünsal’ın kendi ağzından çıktığının belirlendiğine işaret etti.

Dizdarlı, “Kendi kanaatime ve yorumuma göre; polise şikâyet edilmesi halinde, nasıl ki Ceza Yasası’nda Anayasa’ya ve sosyal adalet ilkelerine aykırı maddeler vardır; onun aleyhine de suç duyurusu yapılabilir. Ancak şikâyet olmadan re’sen de harekete geçilebilir. Bazı meselelerde polis bunu yapıyor da bu meselelerde neden yapmıyor? Engeli ne? Engel yok” dedi.

“Çok aydın din insanları tanıdım ama böyle yobaz birilerini dinlemek gerçekten beni üzdü”

Bir kadın örgütünün dava açıp “hakarete uğradım” diyerek “Zem ve Kadih” teşkil ettiği iddiasını ileri sürmesinin de imkânsız değil ancak zor olduğunu, dolayısıyla ne kadar başarılı olunacağı konusunda sıkıntılar olduğunu dile getiren Dizdarlı, burada en üzücü olanın ise öyle bir toplantıda kadınların yanında yaşı küçük çocukların da o söylemleri dinlemesi olduğunu kaydetti.

Dizdarlı, “Bu aslında; dini istismar ederek bir baskı kurmaktır ya da bir çocuğun zihnini bir şekilde boyamaktır, yönlendirmektir. T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihte bu tür insanların her daima türediğini belirttiği ve ‘bunun altında bir menfaatleri mi var’ dediği bir söylemi vardı. Din İşleri görevlisi olması her şeyi yapabileceği anlamına gelmiyor. Onu da ayırmak gerekir. Çok aydın din insanları tanıdım ama böyle yobaz birilerini dinlemek gerçekten beni üzdü” dedi.

“Hala Ombudsman görevini yapıyor olsaydım, hiç çekinmez açıklama yapardım”

Şu anda hali hazırda Ombudsman görevinde olması halinde, bu durumu görevinin bir parçası olarak göreceğini ve kendi kanaatine göre yasaları yorumlayarak bir açıklama yapacağını söyleyen Dizdarlı, Ombudsman’ın kararlarının tavsiye niteliğinde olmasına rağmen, görevleri arasında “uyarma” da olduğunu, çünkü birileri yasalara aykırı bir şeyler yapıyorsa, Ombudsman’ın bu kişileri ikaz etmek ve doğruyu göstermekle de sorumlu olduğu anlattı.

Dizdarlı, “Bu nedenle hiç çekinmezdim. Ombudsman kendi uygun gördüğü şekilde özellikle de resim, video ve sair bilgiler varsa; re’sen de soruşturma başlatabilir. Başkasının gelip şikâyet yapması şart değil. Ombudsman Yasası re’sen yetki verir, soruşturma başlatsın diye. Bu bilgiler daireye ulaşmışsa bunu yapma olanağı vardır. Ülkedeki sıkıntı şu; yasalar var, denetim yok. Yasaların gerekleri yerine getirilmiyor. Talim ve Terbiye Dairesi, Eğitim Bakanlığı altında bu konulara bakan dairedir. Anayasa’ya göre kurs veya seminer vermek bu dairenin iznine tabidir. Yani Kur’an kursları da dahil tüm eğitim kursları izne tabidir. Yani her aklına esen ‘ben bugün şu konuda eğitim yapacağım’ diyerek o eğitimi veremez” dedi.

“Ünsal’ın görevleri Din İşleri Dairesi’ndedir, sokak sokak dolaşıp seminer vermek değildir, ona kalmış bir husus değildir kadını yönlendirmek”

Birçok kişinin bunu yapmadığını, Eğitim Bakanlığı’nın da yapmayanların peşine düşmediğini vurgulayan Dizdarlı, herkesin çok rahat bir şekilde istediğini yaptığını ve kamuoyunun bunlar yapıldıktan sonra haberi olabildiğine dikkat çekti.

Dizdarlı, “Örneğin Sayın Ünsal’ın verdiği bu dördüncü ders, yani biz dördüncüyü duyduk. Peki diğer üç derste nasıl bir eğitim verdi ya da konuşma yaptı, biliyor muyuz? Hayır. Sayın Ahmet Ünsal’ın görevleri aslında Din İşleri Dairesi’ndedir, sokak sokak dolaşıp seminer vermek değildir. Ünsal, Din İşleri ile diğer daireler arasındaki iş birliği ve koordinasyonu sağlayacak ve ihtiyaçları karşılayacak. Ortaköy Cami dökülüyor, acaba hiç gitti mi oraya örneğin? Görevi bunlardır. Ama kadınlara ders vermek ya da seminer vermekle görevlerini yetkilerini aştığını düşünüyorum. Ona kalmış bir husus değildir kadını yönlendirmek” dedi.

“Ünsal 100 yıl geriye giderek din istismarı yapamaz”

Kıbrıs Türk toplumunun dinine de kültürüne de örf ve adetlerine de sadık insanlar olduklarını, ileri görüşlü olmanın “dine inanmamak” anlamına gelmeyeceğini kaydeden Dizdarlı, Kıbrıs Türk toplumunun kendi kalbi, yorumu ve Anayasa’nın verdiği yetki ve serbestlik ışığında inancını kendisinin belirlediğini söyledi.

Dizdarlı, “İster inancı olsun ister olmasın; herkesin hayatı kendinedir. Ahmet Ünsal, bu şekilde 100 yıl geriye giderek, doğru olmayan şeyleri söyleyerek din istismarı yapamaz” ifadelerini kullandı.

“Eğitim Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler’in kesinlikle devreye girmesi gerekiyor”

Gazetemizin gündeme getirdiği 18 yaş altı çocuklara sözde dini eğitim ve Kur’an kursları düzenleyen dernek adı altındaki yapılanmalar hakkında da konuşan Dizdarlı, bu konuda da öncelikli yerin Eğitim Bakanlığı olduğuna dikkat çekti ve yasalarımıza göre 18 yaşından küçük her bireyin çocuk olduğunu belirtti.

Dizdarlı, “Bu konuda hem Eğitim Bakanlığı hem de Sosyal Hizmetler Dairesi’nin kesinlikle devreye girmesi gerekiyor. Ayrıca bu durum polisin işidir de. Böyle iddialar varsa ve şikâyet varsa polis her yere ulaşabilir. Bizim sistemimiz şikâyet üzerinedir ama re’sen de yapılabiliyor, yapılamaz diye bir kural yok. Özellikle yaşları küçük çocukları ilgilendiren konular; anında harekete geçilmesi gereken konulardır” dedi.

“Biz kendimizden memnunuz, bu ülkeyi hiç tanımayan birileri ülkeye gelip de bize ahlak dersi vermesin”

Sevgi ve Kardeşlik Derneği (Sevkad) adı altında faaliyet gösteren ve ülkedeki camilere “cihat” yazılı pankartlar asan yapılanmanın bu hareketiyle de özgürlük sınırlarını aştığını söyleyen Dizdarlı, Kur’an’ı okuyan veya esaslı kurallarını bilen insanların dahi bu yapılanların çok doğru olmadığını söylediğine işaret etti.

Dizdarlı, “Bu kesinlikle laikliğe aykırıdır. Bize kimse ahlak dersi vermesin, biz yıllardır bu ülkedeyiz. Annelerimiz, anneannelerimiz ve geriye dönüp baktığımızda tüm ailemiz; bu ülkede mücadele etmiş. Ahlakımızı, dinimizi, kültürümüzü, örf ve adetlerimizi hep devam ettirmişiz. Biz kendimizden memnunuz, bu ülkeyi hiç tanımayan birileri bu ülkeye gelip de bize ahlak dersi vermesin lütfen” dedi.

“Çocukta ve toplumda açacağı yaraları önlemek için anında müdahale şarttır”

Dizdarlı 18 taş altı çocukların camilerde ve apartman dairelerindeki fotoğraflarının yayınlanmasına rağmen Bakanlık, polis ya da Savcılığın harekete geçmediği hatırlatılması üzerine de şunları kaydetti;

“Eğer bir olay toplum içindeki küçükleri ilgilendiriyorsa, hassassa, sonuç itibariyle telafisi imkânsız bir zarar doğacaksa, hızlı hareket etmek zorundayız. O küçüklere bir zarar geldiğinde bunu kim düzeltecek? Çocukta daha büyük yaralar açıldıktan veya hayatını değiştirecek bir şey olduktan sonra müdahale etmek hiçbir işe yaramayacak.

Anında müdahale şarttır. İster çocukta ister toplumda açacağı yaraları önlemek için. Biz bu konuyu iki ay sonra konuşursak hiçbir etkisi olmayacak. Birçok kişi unutacak, olay da unutulacak, yaratması gereken etkisi veya yapılması gereken hareketi önemsiz olacak”

“Maalesef bizim yetkililer yasaya aykırı olsa dahi bunu yapamayacak kadar korkak davranıyor”

Dizdarlı şöyle devam etti;

“Belki yetkililer Türkiye’ye bağımlı olduğumuz için bazı şeyleri söylemekten korkuyor, incitmeyelim diye. Toplum ve yetkililer olarak çekiniyoruz. Ama bunu yaparken aslında kendi egemenliğimizi -ki egemen olduğumuzu iddia ediyoruz- kendi hukuk ilkelerimizi çiğniyoruz.

Bizim yapmamız gereken; kendi ülkemizdeki hukuk ilkelerini, hukukun üstünlüğünü savunan bir ülke olarak o dengeyi korumaktır. Eğer yasalarımıza aykırı bir durum var ise; bunu dile getirme olanağımız olması ya da onu yapabilmemiz gerekir. O hakkı kendimizde görmemiz gerekir. Maalesef bizim yetkililer yasaya aykırı olsa dahi bunu yapamayacak kadar korkak davranıyor.

“Doğru ilişkiler zemininde çok gerideyiz”

‘KKTC yasalarında şunlar var, bu aykırıdır, bu yanlıştır, bu doğrudur’ diyebilmeleri gerekir. Bunu yapmayarak aslında hukukun üstünlüğü ilkesini bir kenara itip boyun eğiyorlar. Sıkıntı burada kaynaklanır.

Yoksa kimse Türkiye karşıtı değildir, herkes bir şekilde biliyor ki Türkiye olmadan bu ülkenin bütçesi bu yapıyla denkleştirilemiyor. Doğru ilişkiler zemininde çok gerideyiz. O ilişkileri kurmak bizim yetkililerimizdedir, vatandaş gidip bir devletle ilişki kuramaz.

“Günübirlik politikalarla bu toplumu yönetemezsiniz”

Bütün anketlerde siyasilere karşı güvensizlik var. Sözlerini tutmuyorlar ve bu toplum güvenmiyor. Çünkü o kadar istikrarsızlar ki, istikrar yok, politika yok, hedef yok.

Günübirlik politikalarla bu toplumu yönetemezsiniz.
O güveni kazanmak onların sorumluluğundadır. Bize verdikleri hizmet ve söylemleriyle o güveni yaratmak onlara aittir.

“KKTC’deki hukuk sitemi ile TC’deki sistem çok ayrı şeylerdir”

Yargı sisteminde değişiklikler yapılacağı veya yargı bağımsızlığını etkileyen değişikliklerin olacağı yıllardır konuşuluyor. Ben de Yargıç olarak görev yaptığım sürede hep konuşulan şeylerdi bunlar.

Şunu bilmek gerekir; KKTC’deki hukuk sitemi ile TC’deki sistem çok ayrı şeylerdir. Çalışma, prosedür ve usul olarak, dolayısıyla öyle gelip bu sistemi değiştirebileceklerini hiç sanmıyorum

Ona her halükârda izin verileceğini de sanmıyorum. Sistem bambaşka bir şey. O yıllardır kullanılan sistemi bir anda silip tu baştan başlayamazsınız.

“Yeterli sayıda yasamız vardır, yeter ki denetim olsun”

Yüksek Yargıç olarak atanabilmek için Yüksek Adliye Kurulu’nun onayı gerekir. Başvuru için münhal ilan edilir, başvurulur. Bizde siyasi atama gibi yargıya dıştan birini alıp atayamazsın.

Sadece 8 Yüksek Mahkeme Yargıcı dışında, Başsavcı, Meclis’in bir adayı, Baro’nun bir adayı yer alır. Bu şekildedir. Dıştan gelen dört aday değişebilir ancak Yüksek Mahkeme Yargıçları görevde oldukları sürece aynıdır.

Eğer yasalar uygulanacaksa yeterli sayıda yasamız vardır, yeter ki denetim olsun. Çok istisnai durumlarda gerekli yasalar yoktur. Bizim ülkemizde en büyük eksiklik denetim ve siyasi çekincedir.

Görevini yaparken acaba beni görevden alırlar mı, yerime kim gelir düşüncesidir. Bunun dışında hiçbir engel yoktur”









Başa dön tuşu