Elektrik üretimimiz üzerinde yıllardır tüm rejim partilerinin ortak emeği ile bir ur gibi büyüyen AKSA; dün tarihi bir zafer daha kazandı.
Günlerdir elindeki kısıtlı imkanlarla direnmeye çalışan El-sen, CTP‘nin çağrısıyla şekillenen “ortak akıl” çerçevesinde hareket edeceğini duyurdu… Tüm bunların neden, nasıl, niye yaşandığı; uzun uzun analiz edilip anlatılabilir, ancak kabaca dört ana noktanın altını çizmek gerekiyor.
1- MÜCADELENİN ŞİDDETİ DEĞİL HEDEFİ ÖNEMLİDİR
İlk günden beridir, mücadelenin “Kamu İhale Yasası” değişikliğine değil, AKSA’nın kamusal elektrik üretiminden sökülüp atılmasına odaklanması gerektiğini söyledik.
Ancak hamasi söylemler, bağırış-çağırış ve eylem fetişizmi içinde bu hep boğulup kayboldu. Oysa eylemin hedefi doğru kurulmadığında, şiddeti hiçbir mana ifade etmez!
2- KAMU SENDİKACILIĞI KRİZ İÇİNDEDİR
Özel sektörde yaşanan sömürüye gözünü, kulağını kapatan kamu sendikacılığı, şiddetli bir kriz yaşıyor. Özelde sendikalaşma, asgari ücret, sosyal haklar vb alanlarda somut hiçbir şey yapmadan; ortaya konan direnişlerde halk ile gönül bağı kurulamaz.
Yıllarca geleceği belli olan saldırıya, “sendikasız çalışmanın yasaklanması“, “asgari ücretin en düşük kamu maaşına eşitlenmesi“, “servet vergisi“, “eğitim ve sağlıkta ücretsiz hizmet” gibi çıkışlarla hazırlanmak; özel sektör emekçileri ile bağ kurmak gerekiyordu.
Bu yapılmadığı gibi, eylem günü geldiğinde direnişin halka nasıl yansıdığı da hesaba katılmadı. Yaşananlar “CTP’nin sendikaları kandırması” değildir.
CTP ve sendikal bürokrasi, farklı yollardan gelip, aynı yerde buluştular. Sadece El-Sen değil, sınıf eksenini terk ederek Ticaret Odasıyla “ortak akıl” peşine düşen KTÖS, KTAMS vb sendikalar da yavaş ve uzun bir ölümünün sancılarını yaşıyorlar. Dün bu bir kez daha görüldü.
3- CTP SIFIRI TÜKETMİŞTİR
Mevcut UBP-DP-YDP hükümetinin onursuz, kişiliksiz politikaları ve halka ihanet içindeki tutumu; sanki CTP bir alternatifmiş gibi bir görüntüye neden oluyor. Oysa kimsenin eksiği, diğerinin fazlası değildir! CTP sınıfsal barutunu tüketmiş, özelleştirmeci, liberal, güce biat eden, makam hırsı ile yanıp tutuşan kariyerist kişilerin doluştuğu, safkan bir rejim partisine dönüşmüştür.
Ne sendikal harekete katacak sınıfsal bir görüşü, ne halka taşıyacak kamucu bir fikri, ne Türkiye egemenleri karşısına çıkaracak onurlu bir ilkesi, ne de kendini sorgulayacak bilimsel bir ideolojisi vardır! CTP mevcut konjonktürü, hükümet koltuğuna oturmak üzere kullanmaya ayarlı bir makinedir.
Bunun için en büyük silahı da algı yönetimidir: Özel sektör emekçisini savunurmuş gibi, özelleştirmeye karşıymış gibi, belediyeler yasasına direnirmiş gibi, Türkiye’ye itiraz edermiş gibi, dinsel gericilikten rahatsızmış gibi…
Tüm bu “mış gibiler“, kulakları sağı eden bir gürültü, bağırış çağırış ve toz duman arasına gizlenmektedir. Oysa sabırlı bir akılla, her bir gündemin altını kazıdığınızda, rejime uygun, ılımlı ve uzlaşmacı bir siyaset bulursunuz.
Böyle bir partiden direniş beklemek, ölü gözünden yaş beklemektir. CTP’nin tek bir hedefi vardır: Hükümet olmak ve kariyerist kadrolarını makamlara taşıyarak ihya etmek…
4- KIBRIS SORUNU SOLU, CTP’NİN KUYRUĞUNDA MAŞRAPADIR
Sınıf ekseninde hareket etmeyen ama sırf Kıbrıs sorununda çözüm istediği için solcu sayılan kesimler, CTP’nin peşinde sürüklenmeye mecburdurlar.
Bürokratikleşmiş sendikal çevre “ortak akıl” adı altında bu ilişkiyi resmileştirmiştir. Ama ortak akla çağrılmadığı için ağlamaklı olan “partilerde” de durum farklı değildir.
CTP’nin eylemlerine angaje olmakta yarışan, onun çıkardığı gürültüye kitlesini taşıyan, her çağrısına hazır kıta katılan, solda birlik adı altında CTP ile birlik için can atan, boykotunda bile esasen CTP’yi boykot eden bu yaklaşımın gözü, CTP’den kör olmuştur.
CTP tüm bu grupçukların liderlerini peşi sıra sürüklemektedir. İtilip kakılmalarına, görmezden gelinmelerine, aşağılanmalarına rağmen; akılları hala CTP’dedir.
Kurumsal olarak parti ile muhatap olamadıklarında; parti içinden bazen “sendikacı” bazen “çevreci” bazen “feminist” ama her zaman “UZMAN” bir mentor aracılığı ile, yine partiye angaje olmayı başaran bu grupçuklar; ayrı bir parti değil, CTP’nin içinde örgütlü birer HİZİP olarak adlandırılmaya daha uygundurlar…
KAMUCULUK DIŞINDA ÇIKIŞ YOK
Bizim için mücadelenin yol haritası 175 yıl önce Manifesto’da zaten çizilmişti;
“Tek kelimeyle komünistler, mevcut toplumsal ve siyasal durumlara karşı her yerde ve her çeşit devrimci hareketi destekliyorlar. Tüm bu hareketler içinde, hangi gelişkinlik aşamasında olursa olsun mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak öne çıkarıyorlar”
Bu koşullarda yaşanan ihanet, bize göre gelişi önceden belli, tarifeli bir uçak seferi gibiydi. Bağımsızlık Yolu olarak ne “son kale El-Sen” romantizmine, ne CTP’li vekillere atılan “bu halk sizinle gurur duyuyor” çaresizliğine ortak olmadan; yaşanan direnişte KAMUCULUĞUN önemini vurgulayan bir pozisyonda kalmaya çalıştık.
CTP’nin dümenini tuttuğu sendikalarla sağlıklı bir mesafe, halkın gazını ayarlayan CTP’li vekillere yönelik kuşkuculuk ve mücadelenin özünün KAMUSAL mı ÖZEL mi tartışması olduğunu akıldan çıkarmayan bir sabır.
Mesele bizim için hala çok nettir; Enerji üretimi kamusal mı olacak, özel mi olacak? Bu soruya yanıt vermeden çıkarılan her gürültü, özelleştirmeye hizmet eder.
Bu kavgayı kendi öz gücü ile yürütmeyi göze alamayanlar; dün toplantıya çağrılmadıkları için, bugün direniş sonlandırıldığı ve CTP’nin hükümet olma planlarında kullanıldıkları için sızlanıyorlar.
Zaten her zaman böyledir bu; kendi kavgası olmayanlar, başkasının kavgasında dövüşürler…
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu
Genel Sekreter Yardımcısı