Polis Genel Müdürlüğü‘nün (PGM), Dr. Sadrettin Tuğcu‘yu bıçaklayarak ağır yaralayan zanlı Ç.E’nin, bu olaydan birkaç gün önce bir avukatı yaralamasıyla ilgili arandığı ancak kamera kaydı da olmasına rağmen neden tutuklanmadığıyla ilgili “Yasalar imkan vermedi” savunmasının altı boş çıktı.
Geçtiğimiz Cumartesi günü yaşanan olayda, 32 yaşındaki Ç.E, Mağusa‘daki kendi kliniğinde Dr. Sadrettin Tuğcu’yu karnından bıçaklamış, ağır yaralanan Tuğcu ameliyata alınmış ve hayatı kurtarılmıştı.
Olaydan kısa süre sonra yakalanan zanlı Ç.E’nin, bu suçu neden işlediğine dair ise “Bana istediğim tedaviyi uygulamadı” dediği basına yansımıştı.
İnfial yaratan olayın ardından Kıbrıs Türk Barolar Birliği ve Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı ayrı ayrı açıklamalar yapmış ve zanlı Ç.E’nin bu olaydan 3-4 gün önce Lefkoşa‘da bir avukatı delici aletle yaraladığını ve şikâyet üzerine arandığını, olayın kamera görüntülerinin dahi olduğunu ancak polisin görevini yapıp zanlıyı tutuklamayarak sonrasında yaşanan doktor saldırısına da bir nevi zemin hazırladığı vurgulanmıştı.
***
PGM bu eleştirilere verdiği yanıtta ise kimseyi tatmin etmeyen şu cümleleri kurmuştu;
“Adı geçen zanlının, 04 Mayıs 2023 tarihinde Lefkoşa’da avukat şahsa, açıklamada belirtildiği gibi bıçakla değil, olay anında elinde tutmakta olduğu araç kontak anahtarı ile avukat şahsın arkasına yumruk vurmak suretiyle darp ettiği tespit edilmiştir.
Ayrıca müşteki de bunu yazılı ifadesinde belirtmiştir. Olayın aynı gün (04 Mayıs 2023) polisin bilgisine gelmesi üzerine, kimliği müşteki tarafından da bilinmeyen zanlının tespiti için, kamera kayıtları incelenmiş ve temin edilen çevre şahadeti sonrası zanlının kimliği tespit edilerek adli işlem için gerekli girişimler anında başlatılmıştır.
Buna rağmen mevcut yasaların verdiği teknik ve idari yetkiler kullanılarak zanlıya ulaşmak mümkün olmamıştır”
***
PGM açıklamasında zanlının kim olduğunun da tespit edildiğini ancak yasaların kendilerine teknik ve idari açıdan engel olduğunu ileri sürmüş ancak yasaların kendilerine nasıl bir engel çıkardığını ise açıklayamamıştı.
Konuyla ilgili Ç.E’nin ailesiyle de konuştum.
Ailenin söyledikleri polisin yaptığı savunmayı çürütmekle kalmıyor, polisin aslında görevini layıkıyla yerine getirmediğini de gözler önüne seriyor.
Ailenin verdiği bilgiye göre; avukat yaralama olayıyla ilgili polis kendilerini defalarca arıyor, Ç.E’nin karakola getirilmesini istiyor ve ifade vermesi gerektiğini söylüyor.
Yani polis sadece zanlıyı değil ailesini dahi tanıyor, biliyor ve zanlıyı gidip tutuklamak yerine, ailesine haber vererek zanlının kendilerine getirilmesini talep ediyor.
***
Olaydan sonra ortaya atılan ve ailenin de doğruladığı duruma göre; Ç.E ciddi psikolojik rahatsızlıkları olan biri ve sürekli kullandığı ilaçları da var.
Ç.E bu yüzden ailenin kendisini hastaneye yatırma ve tedavi alma çabalarına bile direniyor, özellikle baba M.E’yi bu yüzden “Şiddet görüyorum” diyerek polise şikayet ediyor. Polisler bu nedenle Ç.E’yi iyi tanıyor.
Ç.E zorla tedavi ettirilerek kişilik haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Bu onda ciddi bir öfke yaratıyor. Bu öfke günden güne büyüyor ve saldırganlaşıyor.
Ancak tedavisi için hastaneye yattığı her zaman, birkaç haftalık tedavinin ardından, “Hastaneden çıkarın, ilaçlarını içsin tamamdır, bizim artık yapacak bir şeyimiz yok” diyerek aileye teslim ediliyor.
Yani polis, “Ç.E’yi getirin ifade versin” derken Ç.E’nin ailesi tarafından zapt edilmesinin ve ifadeye getirilmesinin ne kadar sıkıntılı bir durum olduğunu da biliyor.
***
Ç.E’nin voleybol ve satranç alanlarında şampiyonlukları olan yetenekli ve başarılı bir gençken dönüştüğü bu halden ailesi de yıllardır ciddi bir yıpranma yaşıyor.
Ç.E’nin sosyal medya hesaplarından paylaştığı Başsavcılık ve polise yaptığı şikayet dilekçelerinde kullandığı ifadeler de aslında polis başta olmak üzere devletin tüm kurumlarının göz göre göre korkunç bir olay, bir cinayet ya da intihar olmadan müdahale etmemekte ne kadar ısrarlı olduğunun bir diğer göstergesi.
Ç.E bu paylaşımlarında; “Beni KKTC öldürdü. Benim hakkımı devlet aramazsa ben arayacağım. Benim için artık orman kanunları geçerli. Polis görünce gözüm kararıyor, sinirden deliye dönüyorum” gibi ürkütücü ifadeler yer alıyor.
Ancak hiçbir yetkili kurum, Dr. Sadrettin Tuğcu’nun bıçaklanmasına kadar duruma müdahale etme gereği duymuyor.
***
Gelinen son nokta ise polisin yaptığı “Yasalar bize teknik ve idari yetki vermiyor” savunmasındaki hedefin başka olduğunu düşündürüyor.
Hatırlanacağı üzere PGM geçen sene bir takım yasaların geçirilmesini istemişti. Bu yasalarda demokratik bir hukuk devletinde olmaması gereken birçok yetkinin polise verilmesi istenmişti.
Örneğin; “istediğinin telefonlarını dinleme, kişileri izleme, video kayıt alma, vs” gibi Türkiye’de oluşturulan polis devletinde polis teşkilatına verilen geniş yetkiler gibi.
Şimdi polis böyle vahim bir olayı kullanarak; “E bu yasaları geçirmediniz, biz de zanlıyı yakalayamadık” demeye mi getiriyor?
Ailesine kadar tanıdığı, nerede olduğunu bildiği bir zanlıyı dahi tutuklamayan, görevini yerine getirmeyen bir örgütü bir de bu kadar geniş yetkilerle donatmak, Kıbrıs’ın kuzeyini de bir polis devletine çevirmez mi?
“Zaten amaç bu” dediğinizi duyar gibiyim.
Kişisel düşüncem polis bu olayda hem kendi kabahatini örtmek hem de krizi fırsata çevirmek için bir kapı aralamaya çalışıyor.
Bunun ne kadar ahlaklı olduğunu tartışmaya bile gerek yok sanırım.
Ama hali hazırda Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na yani Ankara’ya yani AKP’ye bağlı bir polis örgütünün, Kıbrıs Türk toplumu için ne kadar şeffaf ve görevini tarafsız ve layıkıyla ne kadar icra eden bir örgüt olduğunun cevabı kabak gibi karşımızda duruyor.
Kültürel yozlaşma, kayıtsızlık, bilinçli aktarılan ve artırılan nüfusla birlikte artan suç oranlarına karşı polis için yapılmaya çalışılan tek şey; Türkiye’deki polis örgütüne benzemeye çalışmak.
Suçu önleme, kültürünü koruma, eğitim, bilinç, vs hak getire…
Peki polisin bu olaydaki sorumsuzluğun hesabı sorulacak mı dersiniz?
Yönetim değişmeden hiç sanmam.