Samimiyetsizlik tüm kötülüklerin anası, vasatlık da en büyük çocuğudur…
Geçtiğimiz haftalarda katıldığım bir etkinlikte gördüklerim; daha önce de yazdığım ülkedeki “vasatlık” halini bir kez daha hatırlamama neden oldu.
Özellikle ülke genelindeki siyasetle ilgili vasatlığın, kamu alanlarının neredeyse her noktasına nüfuz ettiği gerçeğinden hareketle; bu durum her gün gerek devlet dairelerinde gerekse uzmanlık gerektiren mesleki konularda kendini gösteriyor ve haberlerimize de yansıyor.
Bir milletvekili arkadaşımın sözünü hatırlıyorum her defasında; “Bu ülkede ben neyim diyorsan o oluyorsun” demişti.
Yani “ben sanatçıyım diyorsan sanatçı, ben gazeteciyim diyorsan gazeteci, ben yaşam koçuyum diyorsan yaşam koçu, ben sosyoloğum, ben psikoloğum, ben oyum ben buyum…” Ne diyorsan, osun. Kimse sana liyakatini, tecrübeni, deneyimini sormuyor…
Bu cümle hayatımda hemen her gün bir kez daha doğruluyor kendini…
***
Büyük bir yatırım yapılmış belli…
Doğal yaşam, doğal yiyecekler, doğal içecekler, hem ruha hem bedene hitap eden masajlar, aroma terapiler, yoga, kendini dinleme, kendine dönme, doğayla bütünleşme ve temiz hava vaat eden bir büyük bir alan oluşturulmuş…
Nerede olduğunu yazmayı, marka değeri açısından işletmeye zarar vermemek adına doğru bulmuyorum. (Belki bu da benim tam samimi olamama halimdir, kim bilir… Belki de yazmalıyım)
Burası sık sık uluslararası alanda ünlenmiş insanları da davet ediyor. Gerek söyleşi için gerekse yoga ya da benzeri eğitim kampları için…
Bu kişiler de genelde; doğal beslenme, doğayla iç içe bir ruh halinde yaşama, kendini dinleme, doğaya saygılı olma, onu koruma, aşırılıktan kaçınma, popüler kültürün bir metası haline gelmeyi engelleme gibi konularda tanınan, eğitimler veren, topluluklara hitap eden kişiler…
Yalan yok, hepsi de ayrı ayrı kendi alanlarında saygı duyulan insanlar. Ben de çokça yararlanıyorum…
***
Yine böyle bir uzman gelecek, afişleri yayınlanıyor ve kız kardeşim arıyor; “Hadi bu söyleşiye gidelim. Doğamıza uygun beslenme anlatılacak, bilinçleniriz” diyor.
Kabul ediyorum, gidiyoruz.
***
Ortam muhteşem, uçurumun üstüne inanılmaz manzaralı bir teras, tertemiz bir hava, dağlara, ağaçlara bakıyorsunuz, içiniz çoşuyor…
Araç sesi oldukça az, personel deneyimli ve ilgili, keten giyiyorlar, hemen herkes pozitif ve birbirine saygılı…
Bizi sarıyor ortamın enerjisi, en önde bir yere kuruluyoruz hemen, beklemeye koyuluyoruz, bir garson geliyor; “Ne alırdınız?” diyor ve opsiyonlarımızı sıralıyor…
Kendi özel yapımları olan bir soğuk çay varmış, onu denemek istiyoruz, kısa sürede çaylarımız çok şık, ince uzun sapları olan şarap kadehlerinde geliyor ve masamıza koyuluyor, buz gibi hem de…
“Ne kadar şık” diyoruz kardeşimle birbirimize bakıp, alıyorum kadehi ağzıma götürüyorum, tadı da çok güzel…
O an fark etmiyoruz. Biraz sonra kardeşim masada duran kadehler için diyor ki; “Pınar bu kadehler sallanıyor mu?”
“Cam kadehler dümdüz masada nasıl sallanır ki?” derken bir kez daha elime alıyorum bardağı…
İlk şok, bardaklar plastik…
***
Evet evet, az önce anlattığım ortamda ve “doğaya saygılı yaşam ve besleme” iddiasıyla hizmet veren o yerde ikram edilen şık kadehler plastik…
Canım sıkılıyor…
Plastik can sıkıcı bir konu çünkü. Çok kısa süre önce ülkede yasaklandı hatta tek kullanımlık plastikler. Uzmanlar da durmadan çevreye ve insan sağlığına zararlarını anlatıp duruyor. Dünyanın bir plastik çöplüğüne dönüştüğü vurgulanıyor. Evimize sokmuyoruz, çocuğumuza vermiyoruz falan…
Belki de dünyanın şu andaki en büyük çevre sorunlarından biri; plastik…
Şok halinde birbirimize bakıyoruz, tadımız kaçıyor ve “Hadi gezelim bu tesisi” diyorum.
***
Binanın içine giriyoruz.
SPA’ya giden merdivenlerden inerken, insan boyunda kocaman heykeller görüyoruz. Bir an hoşuma gidiyor ancak bir dokunuyorum; o da plastik… Koca heykel plastik…
Merdivenlerden inerken trabzanlara dokunuyorum. Dokunmadığınız sürece ahşap gibi görünen trabzanlar da aslında plastik bir malzemeden yapılmış…
Bir şeylere dokundukça moralimiz bozulmaya devam ediyor.
Tuvalete iniyoruz; mermer görünümlü peçetelikler var. Hani böyle yerinden kaldırılamayacak kadar ağır görünen mermerler var ya, onlardan.
Dokunuyorum; peçetelikler de plastik…
***
Yukarı çıkıyoruz tekrar çünkü artık anlatıcı gelecek ve söyleşi başlayacak.
Ama o da ne; hazırlanan küçük sahnenin arkasında duran ve 3×3 metre olduğunu tahmin ettiğim ve üzeri tamamen çiçekler ve yeşilliklerle kaplı sahne panosu da plastik.
Tamamen plastik.
***
Konuşmacı hanımefendi geliyor. Seviyoruz ve dinlemek istiyoruz ama konsantre kalmadı tabi biz de. Samimiyetsizlik hissediyoruz, kandırılmışlık hissi kaplıyor içimizi.
Tüm bunların üzerine konuşmacının ilk konusu ne oluyor peki dersiniz?
Evet doğru bildiniz; plastik.
***
Bir kredi kartı istiyor katılımcılardan birinden ve gelen kredi kartını havaya kaldırıyor;
“Sevgili dostlar” diyor; “Biliyor musunuz; plastik bu dünyada bize ve çevreye zarar veren şeylerin başında geliyor. Tüm dünya bununla savaşmalı ama biz de bireysel olarak sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz” diye devam ederken, konuşmaya başlamadan önce istediği bir kadeh şarabı, plastik kadeh içinde getirip eline veriyor garson…
Bizim gibi anlamıyor ilk önce bardağın plastik olduğunu çünkü gayet kaliteli bir cam hissi veriyor, öyle duruyor.
Elindeki plastik kadehten bir yudum şarap alıyor ve devam ediyor; “İnsanlar olarak kullandığımız plastik bardaklar, su içtiğimiz plastik şişeler, plastik tabak, çatal ve kaşıklar, dokunduğumuz plastikler nedeniyle her hafta bir kredi kartı büyüklüğünde plastik yutuyoruz. Bu yapılan araştırmalarda ortaya çıkan bilimsel bir gerçek. Peki bu plastik bedenimize ve çevreye neler yapıyor biliyor musunuz?…” diyor…
Biz artık tamamen sohbetten kopmuş durumdayız. “Bunu neden söyleyemiyoruz, neden bu duruma itiraz edemiyoruz?” diye hayıflanıyoruz.
Derken konuşmacı uzman hanımefendi kardeşimin yanına gelip ona hitap ederek, kredi kartını sallamaya ve plastiğin zararlarını anlatmaya başlıyor.
Dayanamıyor kız kardeşim; “Ama şu an bize ikram edilen ve sizin de elinizde tuttuğunuz bardak plastik” deyiveriyor.
***
O an konuşmacının şokunu, bizim bardakların plastik olduğunu ilk anladığımız andaki yüz ifademize benzetiyorum.
Tabi o bir konuk, davet edildi, Türkiye’den kilometrelerce yol yaptı, geldi. Samimi şekilde doğal yaşamı, doğal beslenmeyi anlatacak, plastiğin başta bağırsaklar olmak üzere bize ve çevreye verdiği zararlardan bahsedecek ama onu davet eden işletme eline plastik bardak tutuşturmuş. Karşısında da onlarca insan ağzının içine bakıyor.
Büyük saygısızlık.
Çok ciddi samimiyetsizlik.
Ve evet, vasatlık.
Çok profesyonel bir manevrayla, “Hangi bardaklar?” sorusunu sorduğu anda şoku atlatıp, “Aaa şey, ama bunlar tek kullanımlık olanlardan değil en azından. Evet karbonhidratın vücudumuza verdiği etkileri sıralarsak….” diye ustaca konuyu değiştiriyor…
***
Instagram’da 500 bine yakın takipçisi var. Söyleşinin sonunda toplu fotoğraf çekiliyor. Bunu 500 bin takipçisiyle paylaşacağını söylüyor. Ama sonra görüyoruz ki sadece bir Instagram hikayesi olarak paylaşılıyor o kare.
Etrafı plastiklerle çevrili, elinde plastik bardakla plastiğin zararlarını anlatmasına sebep olan işletmeye bir tepki olarak yorumluyorum kendimce… Bunu işletmeyle konuştular mı bilemeyiz elbette.
***
Bunu neden bu kadar önemsiyorum;
Çünkü dedikleri ve savunduklarıyla yaptıkları ters düşen insanların samimiyetsizliğini kabul etmek istemiyorum.
Tam anlamıyla bilinçli olmadığınız, benimsemediğiniz, içselleştirmediğiniz ve kendi dünyanızda uygulamadığınız bir konuda, dünyanın parasını da döküp bir işletme açsanız dahi bu yer popüler kültürün bir parçası olmaktan kurtulamıyor.
Ağzımıza kadar giren plastiklerin yer aldığı bir yerde “doğal yaşam” mitini savunmak ne kadar samimi olabilir?
Bunun popüler bir işletme açıp, para kazanmaktan başka nasıl bir amacı olabilir?
Ya da neden yetersiz olduğunuz konuda bir işe girişirsiniz ki?
Etrafa, “Doğaya en saygılı benim, doğayla en uyum içinde yaşayan benim” demek için mi?
Bu sizi daha masum,
Daha saygın,
Daha bilinçli,
Daha dünya zevklerinden uzak mı gösterir?
Hayır.
Eğer samimi değilseniz,
O konu hakkında yeterli eğitim ve bilince sahip değilseniz,
Gelir bir yerden patlak verir…
Çünkü bu hayatı benimseyen bir kişi; yanlışla plastik kullanmaz.
Buradaki durum bir tercihtir.
İçselleştirilmemiş, yaşam tarzı haline getirilmemiş, ruhuyla ve tüm benliğiyle kabul edilmemiş bir felsefenin “vasat” bir taklidi olduğunun beyanıdır.
***
Keşke diyorum…
Keşke her şey görüntüden ve söylenilenlerden ibaret kalmasa…
Keşke samimiyet olsa…
Keşke vasatlık yasaklansa…
İşte bu yüzden her geçen gün insan, kurum, kuruluş, kitap, film… Ne varsa eliyorum sürekli…
Elimde de bir avuç gerçekten güven veren ve samimi insan, kitap, film ve işletme kalıyor…