Medyanın(!) tehlikeli reyting savaşı: Dur denilmezse sonuçları hepimizi yakar!
Uzun zamandır Kıbrıs’ın kuzeyinde de varlık gösteren, ana akım medyaya ve büyük oranda taraflı olabilecek medya kurumlarına alternatif olan, özellikle bu kurumların ulaşamadığı kırsal kesimdeki olay ve durumlara ulaşabilen, sadece bir kamerası ve mikrofonu ile çalışarak “vatandaş gazeteci” adıyla anılan kişiler, çeşitli yayınlar yapıyor.
Elbette en yakın coğrafya Türkiye ve dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi bu yayıncılar; çok yararlı haberler yapabiliyor, görülmeyen, duyulmayan ve bilinmeyenleri ortaya koyabiliyor. Özellikle “bölgesel ve yerel yayıncılık” anlamında iyi işler çıkıyor.
Ancak biliyorsunuz; bu ülkelerde çoğunlukla “sokak röportajı” ya da “yerel haberler” şeklinde varlık gösteren bu yayıncılık, bizim ülkemizde biraz farklı işliyor, gazetecilik etik ve ilkelerinden uzak olan kişilerce yapıldığında da çok ciddi sonuçlara gebe olabiliyor.
***
Hatırlarsınız; bu alanda Türkiye’de Youtube kanalı olan ve hatrı sayılır bir kitleye de hitap eden bir yayıncı, sokak röportajı yaptığı sırada yaşları 10 civarı olan iki erkek çocuğunu, bir yarışma yapıyoruz diyerek öpüştürmüş ve hapis cezası bile almıştı.
Buna benzer olarak bazı vahşi görüntüleri de çocukların da rahatlıkla erişebildiği internet ortamında yayınlayanlar, yayıncılık gereği uygulanması gereken koruyucu önlemleri almadan kamuoyuna sunanlar ve bunun topluma etkileri konusunda bilinç taşımayanlar oldukça fazla.
Ülkemizde de son dönemde varlığını epeyce hissettiren bu tür yayın ve yayıncıların bazılarının, yayıncılık etik ve ilkelerinden uzak tavırlarına sıklıkla rastlar olduk.
Elbette sadece bu kişiler değil aslında kâğıt üzerinde bir şirket olarak var olan, personel çalıştıran yayın organlarının da aynı ihmallerle yayın yaptığını da zaman zaman gözlemliyoruz.
Bugün sabah saatlerinde buna çok iyi örnek teşkil edecek bir olay yaşandı.
***
Hüseyin Mavideniz… 29 yaşında ve İngiltere’de yaşayan bir Kıbrıslıtürk genç. Ailenin söylediğine göre iki çocuğundan küçük olanı da henüz 6 haftalık bir bebek.
Babasının sağlık sorunları nedeniyle geldiği kendi ülkesinde, eğlenmeye çıktığı bir gece İskele’de gittiği bir eğlence mekânında karıştığı kavga sonrası, içinde o mekânın güvenlik görevlilerinin de bulunduğu bir grup tarafından dövülerek vahşice öldürüldü Mavideniz. Öyle bir vahşet ki; hastaneye dahi yetiştirilemeden hayatını kaybetti.
Bahsettiğim bu yayın organları ve yayıncılardan “Haçanabir” adlı bir sayfa, aslında neredeyse tüm gazetecilerin Whatsaap’ına gelen olaya ait görüntüleri kendi logosunu da koyarak internet sayfasından paylaştı.
Sayfa; başta çocuklar olmak üzere görenleri dehşete düşüren görüntülerin yayınlanmasına gelen tepkiler sonrası videoyu sildi ancak iş işten geçmiş, vahşeti herkes görmüştü.
Yayıncı konuyla ilgili tek özür dahi dilemeden ve hesap sorulmayacağının da rahatlığıyla konuyu kendisi için kapattı…
Elbette şimdi bu görüntülerin yayınlanmasının ne kamu yararı içerdiği, bunun aksine nasıl bir dezenformasyon ve korku iklimi yarattığı hatta çocuklar için nasıl bir özentiye dönüşebilme ihtimalinin olduğunu burada yazmayacağım. Bunu konunun uzmanları yazmalı.
***
Sonraki günlerde ise bir deikodu furyası başladı ve sosyal medyada ve Whatsapp gruplarında en çok konuşulan şeylerden biri; Mavideniz’in bazı aile yakınlarının çok tehlikeli insanlar olduğu ve herkesin onlardan çekindikleri iddiaları oldu.
Mavideniz’in yakınları söylentilere göre intikam yeminleri etmişti ve cinayete karışan ya da sorumlu gördükleri herkesle “tek tek görüşeceklerini” yakın çevrelerine söylemişti.
Hatta ve hatta Breeze adlı eğlence mekanının sahibi olan Noyanlar’ın bu söylentiler nedeniyle çocuklarını güvenli gördükleri bazı yerlere gönderdikleri dahi söylendi.
Mavideniz’in ölümünden birkaç saat sonra kaldırıldığı Mağusa Devlet Hastanesi’nin Acil Servisi’nin de bazı aile yakınları tarafından kırılıp dökülmesi, çalışanlara saldırılması da bu dedikoduları güçlendirmişti.
Polisin de hastanenin kamera kayıtları olmasına rağmen bu olayla ilgili kimseyi tutuklamaması ve dava okumaması güvenlik endişesini ve bu aile bireylerinin gerçekten istedikleri herkesten intikam alabilecekleri inancını daha da ayyuka çıkardı.
(İddialara göre polis; aile bireyleriyle konuştu, Mahkeme ve cenaze sürecinde olay çıkarmamaları karşılığında, hastane olayıyla ilgili kimsenin tutuklanmayacağını ve dava okunmayacağını belirtti, anlaşma sağlandı. Nitekim zanlıların Mahkemeye çıkarıldığı ilk gün, Mahkeme etrafında basın dışında tek kişi yoktu)
Tüm bunlar, “Demokratik bir hukuk devleti” olduğu iddiası olan bir ülkede konuşuluyor ve tam da burada güvenlik güçleri ve siyasilere olduğu kadar medyaya da büyük görev düşüyor.
Ancak durum pek öyle değil.
***
Cinayetin zanlıları bugün İskele Kaza Mahkemesi’nde, yine geniş güvenlik önlemleri eşliğinde bir kez daha Mahkemeye çıkarıldı. Ama bu kez Mahkeme binasının çevresi yüzlerle ifade edilecek sayıda aile üyeleri ve yakınlarıyla doluydu.
Acılı aile üyelerinin göz yaşı döktüğü bu kalabalıkta bir de bahsettiğim bu dedikoduları doğrulayan anlar yaşandı.
Şunu da atlamamak gerekir; acılı insanların öfke nöbetleri geçirdikleri sırada ağızlarından çıkan her şey; her ne kadar küfür, hakeret ya da tehdit içerikli olsa da bir tehdit gibi algılanmaz.
Mesela; evladını kaybeden acılı bir annenin; “Onları kendi elimle öldüreceğim, peşlerini bırakmayacağım” gibi cümleleri sadece “acılı bir annenin feryadı” olarak kabul edilebilir ve genellikle de böyle olur. Buna beddualar ve bazı küfürler de eşlik eder çoğu zaman.
Ancak bugün Mahkeme önünde toplanan ve neredeyse tamamı erkeklerden oluşan Mavideniz’in yakınlarından bazıları, cenazelerine gelmeyen siyasilere ve eğlence mekanının sahiplerine küfürler etmeye ve tehditler savurmaya başladı.
Polisin de orada olduğu o anlar, yukarıda bahsettiğim yayıncılar tarafından, en ufak bir sansür uygulanmadan, yayın kesilmeden ya da en azından yayının sesi kısılmadan canlı canlı topluma izlettirildi.
Sadece onlar da değil bu yayını yapanlar arasında resmi olarak şirketleşmiş olan yayın kuruluşları da vardı.
Burada topluma verilen mesaj; “İntikam yemini edenler bunu açık açık polisin önünde sergilediğine, engellenmediklerine ve medyanın da bunu toplumun her kesimine ulaştırmak istercesine canlı yayında verdiğine göre hiçbirimiz güvende değiliz ve bu ülkede yasalar işlemiyor”
Şu travmaya bakar mısınız?
Ya da olayları doğru yorumlayamayan kişilerin bunu kendileri için de bir “özgürlük alanı” olarak yorumlayacak olmaları düşünülürse; şu suça teşvike bakar mısınız?
***
Üstelik bazı yayıncılar sadece bununla da kalmadı…
Yaptıkları yayınlarda “Cenazeye neden basın katılmadı, neyden korkuyorsunuz?” gibi sözlerle Kıbrıs Türk medyasını hedef göstermeye, öfkeli ve acılı insanların yeni hedef belirlemesine katkı koymaya devam etti.
İşte tüm bunlar bize; yayıncılık hayatındaki etik ve ahlaki ilkelerin bilinmesi ve benimsenmesinin önemini, toplum algısının neyi nasıl yorumlayabileceğini, sonucunda neler yaratabileceğinin yayın yapan kişilerce bilinmemesinin ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini bir kez daha gösterdi.
***
Kitleleri, böylesine acı bir olayın ardından adeta körüklemek, birilerine karşı harekete geçirmek çok zor değil.
Kendilerini, Kıbrıs Türk medyasının sorumlu yayıncılık yapan gazeteleri ve medya kurumlarını hedef göstererek var etmeye çalışanların bu tehlikeli reyting oyununu Gazeteciler Birliği, Yayın Yüksek Kurulu, üniversitelerin İletişim Fakültelerindeki öğretim görevlilileri ve siyasetçiler görmüyor mu?
Birileri bu yayınlar nedeniyle galeyana gelip, kötü sonuçlar ortaya çıkınca mı (her zaman olduğu gibi) önlem alınacak?
Ayrıca ben sosyologların ve psikologların da bu konuya eğilerek açıklama yapmaları gerektiğini düşünüyorum.
Hem gazetecilerin bağlı olduğu birlik ve sendikalara hem topluma hem de konuyla ilgili harekete geçmesi gereken her kuruma bir farkındalık yaratılması açısından bunun yapılmasını elzem ve acil buluyorum.
***
Ve elbette konu yine “Medya okuryazarlığı” derslerine geliyor.
Toplum bireylerinin, bir haber okuduklarında ya da bir yayın izlediklerinde, bunu nasıl değerlendirecekleri, gerçek haberi yalan haberden nasıl ayıracakları ve haberler karşısında psikolojilerini nasıl sağlam tutacakları konusunda yetiştirilmesi hayati önem taşıyor.
İşte sadece bir örnekte bile; medyanın neden Yargı, Yasama ve Yürütme’den sonra dördüncü kuvvet olduğunu olduğunu görebiliyoruz.
Toplumları organize şekilde ayağa kaldıracak veya bir yere kanalize edebilecek yoğun bir güç; medya.
Lütfen, yukarıda bahsettiğim sorumlular bu konudaki sorumluluklarını ele alsın, gerekli uyarılar, zararlı bu tip yayınların kaldırılması ve gerekirse de yaptırımlar ve farkındalık için harekete geçsin.
Yoksa bu işin sonu çok vahim bir yere varacak…