InstagramKıbrısManşetYaşam

Viyan Karabulut yazdı: Yeterince Türk ve/veya Müslüman görülmeyen Kıbrıs Türk halkı…






Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’ın kuzeyinde okutulan ders kitaplarında yapılan değişikliklerin ve dini semboller üzerinden “geriye dönük” güncellenmelerin altında yatan nedenleriyle ilgili olarak Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu açıklamalarda bulunmuş ve kitaplardaki sembollerin “çokkültürlülüğü” ifade ettiğini, içerikle ilgili herhangi bir sıkıntının bulunmadığını ifade etmişti.

Bahse konu sembollerin Bakanın pazarladığı türden, bireylerin kılık kıyafetlerle ilgili özgürlük ortamının ifadesi olmadığı üzerinde durmak gerekiyor.

Çünkü kültürlere saygı duyulan bir eğitim sisteminin olmasını elbette hepimiz isterdik. Fakat bu ifadeler öncelikle kendisini eleştirenleri dışlayarak olayı başörtülü-başörtüsüz tartışmasına götürme ve sığ bir noktaya hapsetme tehlikesi taşır.

Dikkat çekmek gerekir ki ortada taraf olunması gereken iki farklı odak değil, tek bir ortak yanlış bulunmaktadır bu da irade sorunudur.

Bu sorunun konu özelinde ilk işareti ders kitaplarının komisyon üye ve danışmanlarının onayı olmaksızın ‘güncellenmesi’. Yani daha farklı ifade edilecek olursa –teşbihte hata olmaz– bilumum kurumların denetleme kurul ve komisyonlarının, işletmelerde dekor tamamlayıcı unsur olarak bulunan ve içindekilerin asla dikkate alınmadığı bir dilek-şikâyet kutusu olarak kalması karşımızda en önemli sorun olarak durmaktadır.

Tıpkı okullarda çeşitli zümrelerin Bakanlığın istediği fakat hiçbir zaman dikkate almadığı sorunlarla ilgili raporlar gibi.

Albert Memmi, halkın “dini bir kurtuluş olarak görmesinin” riskli olduğunu ifade eder. Dayatılan bu ‘”kistleşme” ve “daralma”nın halkın toplumsal ve tarihsel irade yitimi sonucunu doğurduğunu söyler.

Müdahalelerin kaynağını aldığı başka bir nokta daha var. Kıbrıs’ta yaşayan halklar açısından diğer mesele, başından beri yeterince Türk ve/veya Müslüman görülmemeleri meselesidir.

Dayatma politikalarla senelerdir mühendisliği yapılan bu durumun başat noktalarından biri eğitimin içeriğini dini unsurlarla doldurma meselesidir. Halkın ithal bir muhafazakârlıkla terbiye edilmesi mevcut durumun devamı konusunda isabetli bir hamle gibi görünüyor.

Ayrıca ekonomik iş birliği protokolleri düşünüldüğünde muhafazakârlaşma ekonomik olarak sömürmeyi de kolaylaştırıyor.

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren işe koşulan fakat Türklüğün fazla öne çıkarılamadığı durumlar için Türk olmayan Müslümanların yatay bir sözleşme şeklinde Türklüğe asimile edilişleri söz konusudur. Ortak bir Türklük ideali için zemin oluşturabilecek uygun kültür İslam’dır.

Dolayısıyla yaratılmaya çalışılan şey, çok kültürlü bir ülke imajı üzerinden kişilerin kılık kıyafet özgürlüğünün ifadesi değil, her açıdan eksik görülen bir halka bilinçli politik bir kültür dayatmaktır.

Mevcut hükümet, kendine puan sağlayan hamleleri din kontenjanından yana yapmayı denemiş ve bunu da hak ve özgürlükler zemininde pazarlamaya çalışmıştır.

Halkın, baş örtüsü üzerinden sığ bir tartışmaya alet olabilecek yapıda olduğunu düşünmemekle birlikte tartışmanın ‘kayıp gönderge’si olan kadınlar üzerinden dönüyor olmasının baş örtülü kadınlar açısından da rahatsız edici olduğunu düşünüyorum.

Toplumda, cinsiyet eşitlikçi ve dinin ataerkil yorumlarına karşı çıkan muhafazakâr kadınların sayısı hiç de az değil.

Meselenin din özgürlüğü ya da çok kültürlü bir yapının göstergesi olarak tartışılmasından ziyade –kaldı ki böyle bir durumda LGBT bireyleri ya da farklı aile yapılarını da görmemiz ve özgürlüklerini savunabilmemiz gerekirdi- akademisyenler başta olmak üzere alanında yetkili birçok danışman ve üyenin dışta bırakılması örneğinde olduğu gibi iradesizleştirme meselesi olduğu açıktır.

Dolayısıyla olayı bağlamından kopararak tartışmak yerine kasıtlı bir sürecin basamağı olduğunu bilmek bu anlamda yaşadıklarımızın sürpriz olmadığını anlamak açısından önemlidir.

Viyan Karabulut
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni









Başa dön tuşu