InstagramKıbrısManşetSiyaset

İngiliz Yüksek Komiserliği, Amerikan Temsilciliği ve TC Büyükelçiliği önünde toplanıldı






Uzun yıllardır “Bağımsız Kıbrıs” için verilen mücadele bu yıl Anonim Gençlik, Baraka Kültür Merkezi ve Bağımsızlık Yolu’nun organize ettiği eylemle devam etti

İngiliz Yüksek Komiserliği, Amerikan Temsilciliği ve TC Büyükelçiliği önünde toplanıldı

Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü ve emperyalist kuşatmayı protesto etmek için “Pronto çemberi” olarak bilinen Dereboyu girişinde yer alan alanda toplanan eylemcilerin ilk durağı İngiliz Yüksek Komiserliği oldu.

Ardından Amerikan Temsilciliği önüne giden eylemciler, TC Lefkoşa Büyükelçiliği önünde gerçekleştirdikleri basın açıklamasıyla eylemi sonlandırdılar.

Eylem esnasında, “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir”, “Out Out Out! British Bases Out”, “Nehirden Denize Özgür Filistin”, “Gün Gelecek Devran Dönecek İşgalciler Halka Hesap Verecek”, “Katil ABD Ortadoğudan Defol” “Ankara Elini Yakamızdan Çek”, “Külliye değil, Sığınma Evi” “Vardık, Varız Var olacağız, Direne Direne Kazanacağız” gibi sloganlar atıldı.

İngiliz Yüksek Komiserliği önünde konuşma gerçekleştiren Baraka Kültür Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Batak: “ Son 15 yılda 15. kez sınıfın devrimci birliği olarak 14 Ağustos’ta sokaktayız. Çünkü ülkemiz işgaller altında. Arkamda gördüğünüz İngiliz Yüksek Komiserliği hem adamıza hem de bölge halklarına tehlike saçıyor, savaşlar götürüyor. Bizi barıştan uzaklaştırıp, çözümsüzlüğün kalıcılaşmasına neden oluyor. Kıbrıslı Türk devrimciler olarak, hem emeğin Kıbrıs’ını kurana kadar hem de ülkemize ve yakın coğrafyamıza musallat olan işgalleri kovana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.” şeklinde açıklama yaptı.

Amerikan Temsilciliği önünde Anonim Gençlik adına açıklamalarda bulunan Ömer Karadayı: “Bir 14 Ağustos günü daha emperyalist çıkarları için halkları birbirine savaştıran eli kanlı Amerika’nın Kıbrıs’ın kuzeyindeki temsilciliği önünde bir araya geldik.

Dünyanın her bir bölgesine, özellikle Ortadoğu’ya katliam, kan ve savaş götüren ABD, Kıbrıs’ı da taşeron ordularıyla bölmüş, NATO üyesi TC’ye işgal ettirmiş ve adamızı kanlı emelleri için bir karakol haline getirmiştir. TC devleti aracılığıyla gerçekleştirilen 20 Temmuz müdahalesi ve hemen ardından 50 yıl önce bugün fiili işgal rejimine dönüşmesi ile Kıbrıs halklarının iradesi gasp edilmiş, bilinmezliğe sürüklenmiştir.

Lafta düşman, özde dost olan garantörler ve egemenler, işgal rejiminin devamı için birliktelik içerisinde hareket etmiş ve etmektedirler.

Tam da bu yüzden şimdiye kadar olduğu gibi, kökeni ne olursa olsun, bu adanın birleşik ve özgür geleceği için mücadele veren herkesle, emekçi halklarımızla bir arada örgütlü devrimci mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

Halkları kardeş, Bağımsız Kıbrıs kurulana değin; biz Kıbrıslı devrimciler bu şiarda yürümeye, “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” demeye yorulmadan, bıkmadan devam edeceğiz.” diyerek sözlerini tamamladı.

TC Lefkoşa Büyükelçiği önüne yüründükten sonra Bağımsızlık Yolu adına konuşma gerçekleştiren Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy: “Adanın sadece kuzeyi değil tamamı işgal altındadır. İşte bakın; ABD’e ait savaş gemisini Limasol limanında görebilirsiniz. Fransız ordusunu ve İtalyan savaş gemilerini KC’ye giriş çıkış yaparken bulabilirsiniz.

Adanın kuzeyinde TC’yi, İHA-SİHA konuşlandırmak isteyenleri bulabilirsiniz. Neden mi? Ortadoğu halklarının tepesine bombalar atabilmek için halkları birbirine kırdırabilmek için; o sebeple bir kez daha haykırıyoruz: Yaşasın tüm yabancı güçlerden arındırılmış tam Bağımsız Kıbrıs! Kıbrıslı Türk Devrimciler olarak bir sözümüz de TC egemenlerine var. 50 yıldır sizin askeri, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel dayatmalarınız altında yaşıyoruz.

Bir dediğinizi iki etmeyen UBP’nin bile başkanını seçmesine rızanız yok. Size göre, size biat etmeyenin Kıbrıs’ta yaşamaya hakkı yok. Size bir kez daha söylüyoruz. Bu halk size 50 yıldır biat etmedi, etmeyecek, “Ankara Elini Yakamızdan Çek!”

Elli yıldır Ankara’nın rehin tuttuğu Kıbrıslı Türk halkı olarak bir sözümüz de Kıbrıs Milliyetçilerine olsun. Bize Ya Türkiye Cumhuriyeti Ya Kıbrıs Cumhuriyeti diyorsunuz. Ya Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil olarak yok olursunuz ya Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dahil olarak yok olursunuz diyorsunuz.

Biz, sırf TC boynumuza geçirdiği ilmeği biraz daha sıkıyor diye, üzerimizde kurduğu tahakkümü biraz daha artıyor diye Kıbrıslı Elen Şövenizmine yama olmayacağız. Ne Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama olacağız Ne Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde rehin kalacağız! Halkları kardeş, siyasi eşitliğe dayalı Bağımsız Kıbrıs’ı kurana kadar mücadelemize devam edeceğiz!” şeklinde açıklamada bulundu.

Açıklamanın ardından Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge sorumlusu Celal Özkızan, Anonim Gençlik, Baraka Kültür Merkezi ve Bağımsızlık Yolu adına ortak basın açıklamasını okudu.

Ortak basın açıklamasının tamamı şöyle:

50 Yıl Oldu: Ankara Elini Artık Yakamızdan Çek

Biz Kıbrıslı Türk halkı, elli yıl öncesine kadar, dünyaca tanınmış bir devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir parçasıydık. Öyleydik öyle olmasına, ama can güvenliğimiz güvence altında değildi, ucu görünmeyen bir yoksulluk içinde yaşıyorduk, parçası olduğumuz devlette sözümüz yoktu, ve o devleti ele geçirip bir Kıbrıslı Elen devletine dönüştüren Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlerinin gözünde değersiz bir azınlıktık.

1974 yılında adanın ikiye bölünmesi, ilk başta Kıbrıslı Türklere nefes aldırır gibi olmuştu. Öyle ya, artık can güvenliği sorunumuz olmayacaktı, dünyaca tanınmış bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi altında olacaktık. Öyle söyleniyordu Kıbrıslı Türklere…

Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları yerlerden göç etmesi pahasına da olsa, Kıbrıslı Elenlerin yerlerinden, yurtların kovulması pahasına da olsa, ganimet de olsa artık üzerinde işleyebileceğimiz bir toprak, içinde ter dökebileceğimiz fabrikalar, dünyaya açılan kapılarımız olmalarını umduğumuz limanımız ve otellerimiz olacaktı, başımızı sokabileceğimiz doğru düzgün evlerimiz, okullarımız ve hastane binalarımız olacaktı.

Kendi devletini, kendi meclisini ve kendi kurumlarını kurup yönetebilecek, azınlık değil egemen olabileceğimiz bir geleceğin olanakları olacaktı. Öyle söyleniyordu Kıbrıslı Türklere…

Olacaktı olmasına, ancak kısa bir süre sonra, Kıbrıslı Türk halkı, kendi özgürlüğü, egemenliği, iradesi ve güvenliği için önündeki tek engelin Kıbrıslı Elen şovenizmi olmadığının farkına varacaktı.

Şimdi aradan tam 50 yıl geçtikten sonra, tanınmamışlığın ve dünyadan kopuk olmanın gölgesi altında, bir mafya, uyuşturucu, seks köleliği, kumarhane, insan ticareti, iş cinayeti, yolsuzluk, kural dışılık ve hukuksuzluk cehennemine dönmüş Kıbrıs’ın kuzeyinde, can güvenliğimiz artık güvence altında değil. Kıbrıslı Türkleri temsil etme iddiasında olan kktc devletinde sözümüz geçmiyor.

Kktc’yi parmağının ucunda oynatan AKP-MHP koalisyonu, ve Kıbrıs söz konusunda olduğunda bu koalisyonun zihniyetinden pek de farklı olmayan Türkiye devletinin bir bütün olarak egemen sınıfı, Kıbrıslı Türkleri değersiz bir azınlık olarak görmektedir. Türkiye’nin Kıbrıs politikasına ve AKP-MHP koalisyonunun tercihlerine kayıtsız şartsız biat etmeyen Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ın kuzeyinin siyasi hayatında kendisine yer dahi bulamamaktadır.

Ganimet, bir avuç yerli ve yabancı ultra zenginin servetlerinin dayanağı olmuştur. O ultra zenginler ki şimdilerde Kıbrıslı Türkleri yoksulluğa, yoksunluğa, güvencesizliğe, okulsuzluğa, hastanesizliğe, bozuk yollara, pahalılığa ve sefalete sürükleyerek, servetlerine servet katmakla meşguldürler. Kıbrıslı Türklerin dünyaya bağlanan ne bir limanı, ne bir yolu, ne de bir kanalı vardır.

Doğrudan uçuş yapabildiğimiz tek ülke olan Türkiye ise, şimdilerde Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye girişini yasaklamakla meşguldür. Kıbrıslı Türkler, tıpkı 1974 öncesinde olduğu gibi, esaret altındadır.

Kıbrıslı Türkleri esir eden zincirleri ellerinde tutanların sayısı çoktur. Bir yanda, Kıbrıs adasını bir savaş üssü olarak kullanan, Doğu Akdeniz’i, Kuzey Afrika’yı ve Ortadoğu’yu bir kan gölüne dönüştürmek için Kıbrıs adasını bir sıçrama tahtası ve lojistik kanalı olarak kullanan ABD önderliğindeki NATO, askeri üsleri ile Kıbrıs adasında işgalci olarak bulunan Britanya, Fransa’nın ve İtalya’nın bölgemizde başını çektiği AB militarizmi, ve bir bütün olarak Batı emperyalizmi vardır.

Yunanistan devleti, bu Batı emperyalizminin Kıbrıs’ın güneyindeki taşeronluğunu yürüten asli unsurdur. Diğer yanda, gün geçtikçe ada üzerindeki etkisini, nüfuzunu, ağırlığını ve sözünü arttırmaya çalışan Rusya, ve Rusya ile sıkı işbirliği içindeki Çin yayılmacılığı vardır. Öte yanda, Kıbrıs’ın kuzeyinde hem Batı emperyalizminin taşeronluğunu yürüten, hem de kendi bölgesel çıkarları için Rusya ile flörtleşen Türkiye devleti vardır. Nihayetinde ise, Kıbrıs’ın kuzeyinde sırtını Türkiye devletinin işgaline dayamış Kıbrıslı Türk egemen sınıfı, güneyinde ise sırtını AB emperyalizmine dayamış Kıbrıslı Elen egemen sınıfı vardır.

Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halkları bu çoklu kıskacın içinde ezim ezim ezilmekte ve iki halkın da yaşam ve çalışma koşulları her geçen gün kötüye gitmekteyken, Türk, Elen ve Kıbrıs milliyetçiliklerinin zehirli etkisi altında, iki halk güçlerini birleştirmek yerine birbirine kırdırılmaya çalışılmaktadır.

Sinek belki küçüktür, ama mide bulandırır. Kıbrıs’ın halkları da, belki bu çoklu kıskacın altında küçücük görünmektedir, ancak bu iki halkın güçlerini Kıbrıs’ın tam bağımsızlığı yönünde birleştirmesinin ihtimali bile, bu çoklu kıskacın sahiplerinin midesini bulandırmaktadır. İşte tam da bu yüzden birleşik, federal, ve tam bağımsız bir Kıbrıs, Kıbrıs halklarının ve adasının en yaşamsal ihtiyacıdır.

Bugün burada toplanmamızın nedeni, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye devleti tarafından işgalinin ellinci yıldönümünde bu işgali protesto etmektir.

15 Temmuz 1974’te, Yunanistan’ın faşist askeri cuntasının ve bu cuntanın Kıbrıs’taki bir avuç işbirlikçisinin dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetine yönelik darbesinden beş gün sonra Türkiye devleti, Garanti Antlaşması’ndan doğan hakkını kullanarak adaya askeri bir müdahale gerçekleştirmiş, ancak bu müdahale, 14 Ağustos 1974’te atılan ikinci bir adım ile fiili bir askeri işgale dönüşmüştür. Bu işgal ki Kıbrıslı Elen halkının 3’te 1’ini, 160,000 insanı mülteci haline getirmiştir.

Bu işgalin sürdürülebilir olmadığı, Kıbrıs’ın kuzeyinde halk arasında statüko olarak bilinen mevcut düzenin sürdürülebilir olmadığı 1974’ün hemen sonrasında hem Türkiyeli yetkililerin hem de Kıbrıslı Türk liderliğinin de malumuydu. O kadar ki, işgalden sadece 6 ay sonra kurulan ve Kıbrıslı Türklerin kurduğu ilk devlet olan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin hem Kuruluş Bildirgesi’nde hem de Anayasa’sında nihai amacın bir federasyon çerçevesinde Kıbrıslı Elenlerle ortaklaşmak olduğu açıkça belirtilmiştir.

Tabii bu ortaklaşmayı hayata geçirememelerinin belli sebepleri vardır. Gerçek bir ortaklaşma ve toplumsal barış için tarafların birbirlerinin acılarını tanıması gerekmektedir.

Ancak ne Türkiye devleti ve Kıbrıslı Türk liderliği müdahalelerin yarattığı mağduriyeti tanıma niyetindedir, ne de Kıbrıslı Elen liderliği Türkiye’nin müdahalesi öncesinde, ve hatta günümüzde Karma Evlilik gündemi ile yaşanan ayrımcılık ve hak gasplarıyla yüzleşme niyetindedir.

Bu yüzleşmeler gerçekleşmeden yapılan barış görüşmeleri halkların gülmediği bir şaka olmaktan öteye gidemeyecektir ve egemenler bu yüzleşmeleri gerçekleştirmeyecektir.

İşte 1974’ün hemen sonrasındaki milliyetçi ve ganimetçi zafer sarhoşluğu içinde bile sürdürülebilir olmadığı egemenler tarafından dahi kabul edilen ve yerini federal bir çözüme bırakması öngörülen bu işgal düzeni, yaşadığımız 50 yıllık tanınmamışlığın, dünyadan kopukluğun, esaretin ardından ve yoksulluğun içinde halklar bakımından hiç kabul edilemezdir.

Türkiye devleti, bugün Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetme iradesine ve hakkına her alanda müdahale etmektedir. Türkiye devleti yetkilileri, seçimlerimize müdahale etmek yeterli değilmiş gibi, parti içi seçimlere bile müdahil olur hale gelmiştir.

Kıbrıslı Türkler, neredeyse mahalle muhtarlarını bile özgürce seçemeyecek bir duruma itilmeye çalışılmaktadır. Egemen her toplumun en asli unsurlarından olan polis teşkilatı ve askeri birlikler, Kıbrıslı Türklerin değil Türkiye devletinin kontrolü altındadır.

Nüfus gibi her ülkenin en sıradan ve temel göstergelerinden biri olan bir konuda bile ülkenin başbakanı Kıbrıslı Türklerle dalga geçercesine “nüfusu biliyoruz ama söyleyemem, söylenemeyen bazı sayılar var” diyebilmektedir. Türkiye Elçiliği, ülkenin hükümeti gibi davranmakta, konuşmakta, kararlar almakta ve adımlar atmaktadır. Kktc devleti, en hararetli savunucularının bile ciddiye almadığı bir karikatüre dönüşmüştür.

Okullarımızın tavanları öğrencilerimizin başına çökerken, hastane ihtiyacımız her geçen gün artarken, yollarımız karanlık ve delik deşikken, çoğu insanımız için konut sahibi olabilmek imkânsızlaşıp kira ödemek bir zulme dönüşmüşken ve pahalılık almış başını yürümüşken, sırf Türkiye devletinin canı öyle istedi diye milyarlarca Türk Lirası külliye yapımına harcanmaktadır.

Kıbrıslı Türkler elektrik faturaları altında ezilirken, protokoller ve dayatmalar aracılığıyla AKSA’nın sahipleri daha da çok zengin edilmeye çalışılmaktadır. Halkın emeğiyle kazandıkları Ercan Havalanı’nın sahibi Emrullah Turanlı gibilerin kasalarına akıtılmaktır. Kendi içimizde yaşadığımız enflasyon yetmiyormuş gibi, üzerinde hiçbir söz hakkımızın olmadığı Türk Lirası’na ilişkin politikalar bizleri daha da fakirleştirmektedir.

Türkiye devletinin Kıbrıs’ın kuzeyinde uyguladığı asimilasyon politikaları tüm hızıyla devam etmektedir. 2000’lerin başına kadar Türkleştirme doğrultusunda hayat bulan bu politikalar, AKP ile birlikte Sünni İslamlaştırma doğrultusuna geçmiştir. Eğitimde gericileşme, Din İşleri Başkanı Ahmet Ünsal eliyle yürütülen ve başta kadınları hedef alan muhafazakârlaştırma adımları ve söylemleri, gerici örgütlenmelerin çocuklarımızın zihinlerine kadar uzanan faaliyetleri, ada yarısının dört bir yanına yayılan tarikat örgütlenmeleri, Kültür Dairesi’ne ilişkin tüzük değişiklikleri aracılığıyla sanata yönelik gerici yaklaşımlara zemin hazırlanması ve Kültürel İşbirliği Anlaşması adı altında gençlerimizin muhafazakârlaştırılmaya çalışılması son dönemde yaşadığımız asimilasyon politikalarına örnektir. Kıbrıslı Türkler, ‘Reddediyoruz’ eylem süreçlerinde de gösterdikleri gibi, bu asimilasyon politikalarına boyun eğmeyecektir.

Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne azınlık olmayı kabul etmedikleri gibi, Türkiye devletinin basit bir uzantısı olmayı da kabul etmemektedir. Biz, Kıbrıslı Elen şovenizmine de Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki işgaline de boyun eğmeyeceğiz.

Kıbrıslı Türkleri hem içinde yaşadığımız bu kokuşmuş düzenden çıkarıp dünyanın bir parçası, hem de saygın bir halk olarak federal bir devletin kurucusu ve siyasal anlamda eşit bir ortağı yapacak olan iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasal eşitliğe dayalı birleşik federal bir Kıbrıs için verdiğimiz mücadeleye aynı kararlılıkla devam edeceğimizi buradan bir kez daha yineleriz.

Doğuşu 74’ten çok daha eskilere dayanan Kıbrıs sorunu; Kıbrıs halklarının “Söz, Yetki, Karar ve İktidar” sorunudur. Adanın emperyalizmin çıkarları için savaş üssü olarak kullanılmadığı, halkları kardeş Bağımsız Kıbrıs’ı ancak iki halkın emekçileri kurabilir! Emperyalizmin, yerli işbirlikçiler ve taşeronlarının yardımıyla böldüğü Kıbrıs’ı ancak emekçiler birleştirebilir! Kıbrıslı Türk devrimciler olarak Bağımsız Kıbrıs’a ulaşana dek mücadelemiz sürecektir!

Bağımsız Kıbrıs! Bütün Halklar Kardeştir!
Ankara Elini Yakamızdan Çek!
Yaşasın Tüm Yabancı Güçlerden Arındırılmış Tam Bağımsız Kıbrıs!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!

Anonim Gençlik, Bağımsızlık Yolu, Baraka Kültür Merkezi









Başa dön tuşu