
Arif Hasan Tahsin Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Şener Elcil, ‘gayrı resmi’ statüde olsa bile yeni bir görüşme süreci başlarken, tek taraflı yaklaşımlarla yeni bir ‘suçlama oyunu’ başlatmanın, Kıbrıslıtürklerin çıkarlarına hizmet etmediğinin açık olduğunu söyledi
Elcil: Kıbrıs Türk toplumunun siyasi iradesinin Ankara tarafından gasp edildiği, herkesin bildiği somut bir gerçektir
Elcil, Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili yaşanan gelişmelerle ilgili yaptığı açıklamada, son günlerde “çözüm” ve “barış” isteyen çevrelerin ağız birliği yapmış gibi artık kronik hale gelmiş suçlama oyununa dahil olarak Kıbrıs Rum liderliğinin çözüm istemediği söylemine sarılmayı tercih ettiklerini ifade etti.
Açıklamasında “Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan her seçime Türkiye tarafından açıkça ve hoyratça müdahale edildiği bir sır değildir” ifadelerini kullanan Elcil, bunun yanı sıra Türkiye’nin 1974 yılından beri adanın kuzeyine sistematik olarak nüfus taşınmaya devam ettiğini ve taşınan nüfusa vatandaşlık verildiğini, “Türkiye’nin üniversiteleri, öğretmenleri, imamları, medyası, banka, otel, market, elektrik ve hava meydanı işletmecileri ve benzerlerinden oluşan sermayesi, ve neredeyse bütün devlet kurumları buraya taşındığı için bu müdahalelerin yapılması çok kolaylaştırdığını” söyledi.
Bu gerçeklerin geniş kesimler tarafından bilinmesine rağmen, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik olarak 17 Mart tarihinde İsviçre’de yapılacak gayrı resmi toplantı öncesinde kendini “çözümcü” olarak niteleyen çevrelerin Türkiye’nin Kıbrıslıtürklerin haklarını gasp ettiği ve Türkiye’nin atadığı kişilerin Kıbrıslıtürkleri temsil edemeyeceğini söylemek yerine, Kıbrıs Rum liderliğinin çözüm istemediği söylemine kendilerini kaptırdıklarını vurguladı.
Gayrı resmi toplantı olmasına rağmen tek taraflı suçlama oyunu oynamanın Kıbrıslıtürklere herhangi bir fayda sağlamayacağını ifade eden Elcil, siyasi iradesi gasp edilmiş bir toplumun kendi geleceği ile ilgili karar vermesinin mümkün olmadığını bile bile tek yanlı söylemlerde bulunmanın Türkiye’ye yağ çekmek ve çözümsüzlüğe hizmet etmekten başka bir şey olmadığını vurguladı.
“Hükümette yer alacak bakanların isimlerini bile Ankara belirlemektedir”
Elcil’in açıklaması şöyle;
“Hal böyle iken, son günlerde, kendini ‘çözümcü’ diye tanımlayan bazı çevreler ağız birliği yaparak Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik 17 Mart tarihinde İsviçre’de yapılacak olan ‘Zirve Toplantısı’nda, Kıbrıs Türk toplumunun gasp eedilen siyasi iradesinin Türkiye’nin atadıkları tarafından temsil edilemeyeceği gerçeğini öne çıkarmak yerine, Rum liderliğinin çözüm istemediği söylemine sarılmışlardır.
“Kıbrıslıtürklerin neden bu durumda olduğundan söz eden yok!”
Sözü edilen ‘çözümcü’ çevreler, 1950’li yıllardan beri yürürlükte olan ‘Kıbrıs İstirdat Planı’ çerçevesinden hiç sapmayan Türkiye’nin, her görüşme süreci sonunda, Kıbrıs Türk toplumunu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti haklarından geriye götürdüğünü, uluslararası hukukun dışına çıkardığını, adanın kuzeyinde azınlık durumuna düşürdüğünü, Kıbrıs’ın kuzeyini kolonileştirdiğini ağızlarına bile almamaktadırlar. Bunun yerine, daha zirve başlamadan, koro halinde Rum liderliğini suçlayarak ‘suçlama oyununu’ yeniden tedavüle sürmekte, adeta zirvenin başarısız olması için zemin yaratmaya çalışmaktadırlar.
Kıbrıs Rum liderliğinin, 1963 yılındaki toplumlararası çatışmalardan sonra, 4 Mart 1964’te Türkiye’nin de onayladığı 186 sayılı Birleşmiş Milletler kararı ile cumhuriyete tek başına sahip olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti sadece Kıbrıslırumlara ait bir devlet haline gelmişse, bunun sorumlusu, Kıbrıs Rum liderliğinin resmi hükümet olarak tanınmasına onay veren garantör ülke Türkiye değil midir?
Kıbrıs Cumhuriyeti iktidarının, iki toplum tarafından, siyasi eşitlik temelinde paylaşılmasına dayalı görüşmeler 1968 yılında başlamıştır. Adaya 1974 sonrasında nüfus taşıyarak ve tapu dağıtarak Kıbrıs sorununu çözme görüşmelerini nüfus, toprak, mülkiyet meseleleriyle daha karmaşık hale getiren Türkiye değil midir?
“Kıbrıslıtürklerin sürece dahil olmasını engelleyen Türkiye değil midir?”
Avrupa Birliği ile, 1994 yılında, ‘Gümrük Birliği Antlaşması karşılığında’ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyeliği sürecine devam etmesine, 2009’da ise Helsinki’de ‘AB’ye aday ülke olma karşılığında’ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çözüm olmadan AB’ye tam üye olmasına onay verip, Kıbrıslıtürklerin sürece dahil olmasını engelleyen ve Kıbrıs Türk toplumunu Avrupa Birliği’nin dışında bırakan Türkiye değil midir?
Annan Planı’nda onaylanan anayasayı uygulamaya koymak yerine, bugünkü anayasanın geçici 10. maddesini kullanarak Kıbrıs’ın kuzeyini askeri bölge yapan ve yeni geçiş kapıları açılmasını bile engelleyen Türkiye değil midir?
“Tek yanlı söylemlerde bulunmak Türkiye’ye yağ çekmek ve çözümsüzlüğe hizmet etmektir”
‘Gayrı resmi’ statüde olsa bile yeni bir görüşme süreci başlarken tek taraflı yaklaşımlarla yeni bir ‘suçlama oyunu’ başlatmanın Kıbrıslıtürklerin çıkarlarına hizmet etmediği açıktır.
Siyasi iradesi gasp edilmiş bir toplumun kendi geleceği ile ilgili karar vermesinin mümkün olmadığını bile bile tek yanlı söylemlerde bulunmak Türkiye’ye yağ çekmek ve çözümsüzlüğe hizmet etmektir”