
Bağımsızlık Yolu Parti Meclisi Üyesi Cansu N. Nazlı, Disiplin Tüzüğü değişikliğini, çocuk istismarına kapı aralayacak bir tehdit olduğu için de tehlikeli bulduklarını ifade ederek, çocukların serbest irade geliştirebilecek bir erişkinliğe gelene kadar baskı altına alınmaması gerektiğini savunduklarını yineledi
Nazlı: Anayasa Mahkemesi’ne ikinci kez başvuruldu
Genç TV’de, Meltem Sonay ile Gündem programına katılarak gündemi değerlendiren Nazlı, sürecin en başında Disiplin Tüzüğü’nün bir gecede apar topar geçirildiğinde, öğretmenler sendikaları üzerinden anayasa mahkemesine bir başvuru yapıldığını, geçtiğimiz gün yapılanın ikinci kez yapılmış başvuru olduğunu söyledi.
İlk başvurudan sonra tüzüğün geri çekildiğini hatırlatan Nazlı, Resmi Gazete’de son yayınlandığı haliyle yine öğretmen sendikaları tarafından Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla dava edildiğini belirtti.
Anayasa Mahkemesi’nin sadece “Anayasa’ya aykırılık” üzerinden değerlendirebileceğini ifade eden Nazlı, “Oldukça dar ve teknik bir yargılama olacağını söyleyebiliriz” dedi.
Anayasanın birinci maddesinin; özellikle “sosyal adalet, hukukun üstünlüğü ve laik bir cumhuriyet” olması üzerinden, tüzüğün Anayasa’ya aykırı olduğunun iddia edildiğini belirten Nazlı, ayrıca hiçbir organın ya da mevkinin Anayasa’dan almadığı bir yetkiyi kullanamayacağını içeren Anayasanın 3. maddesinin 4. fıkrasına aykırılık da ileri sürüldüğünü söyledi.
Nazlı, Anayasa’nın 5. maddesi olan Bakanlar Kurulu’nun Anayasaya ve yasalara uygun olarak yürütme yetkisini kullanması gerektiği ile ilgili de aykırılık olduğunu sözlerine ekledi.
“Özgürlük değil ayrıcalık talep ediliyor”
Anayasa’nın 8. maddesi olan eşitlik ilkesine de tüzüğün aykırı olduğunu belirten Nazlı, Disiplin Tüzüğü’nde sadece bir dinin bir mezhebine yönelik ayrıcalık tanıdığını aktardı.
“Ayrıcalık” kelimesinin altını çizdiğini ifade eden Nazlı, özgürlük talebi ile tartışma başlatıldığını ancak özgürlüğün herkes için tanındığı taktirde özgürlük olabileceğini dile getirdi.
Disiplin Tüzüğü’nde hiç başörtüsü kelimesi kullanılmadan başörtüsünün nasıl olması gerektiğinin ifade edildiğini belirten Nazlı, özenle engellere takılmamak için başörtüsü kelimesinden kaçındıklarını ancak renginden nereye kadar geleceğine, yüzü tam olarak kapatıp kapatmayacağına, üniformayı kapatmaması gerektiğine kadar baş örtüsünü tarif ettiklerini belirtti.
Eğitim ve öğretim hakkıyla ilgili Anayasa’nın 59. maddesine de bir aykırılık olduğu ileri sürüldüğünü aktaran Nazlı, davada tüzüğün çağdaş, bilim ve eğitim ilkelerine aykırı olduğunun söylendiğini ifade etti.
“Yetişkinlerin başörtüsü hiçbir zaman sorun olmadı, söz konusu olan 18 yaşından küçük çocuklar”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin (AİHM) hiçbir zaman devletlere “başörtüsü takılması uygundur ya da değildir” demediğini söyleyen Nazlı, bu konuda devletlere geniş bir takdir yetkisi verildiğini belirtti.
Bu takdir yetkisi de kullanılırken toplumsal değerlerin ve yapının ülkeden ülkeye değişiklik gösterebileceğinden dolayı belirleyici olacağından bahsedildiğini söyleyen Nazlı, başörtüsüyle ilgili alınan kararlara bakıldığında bunların hemen hemen hepsinin yetişkin insanlar üzerinden olduğunu belirtti, bizim durumumuzdan farklı olarak çocuk unsurunun olmadığını dile getirdi.
“Öğretmen sendikalarının da, onların arkasında duran toplumsal muhalefetin de üzerinde durduğu en temel şeyin 18 yaşından küçüklerin yani çocukların söz konusu olmasıdır” diyen Nazlı, ülkede hiçbir zaman yetişkinlerin başörtüsü takmasıyla ilgili sorunun yaşanmadığına dikkat çekti.
Nazlı, olmayan bir sorunu empoze etmeye çalışırken çocukların buna alet edilmesinin en temelde kabul edilmez olduğunu aktardı”
“Bu düzenleme ergenlik dönemindeki çocuklarda olumsuz sonuçlar doğurabilir”
“Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ailelerin çocuklarını yetiştirirken kendi inanışlarına göre yetiştirmeleri bir hak olarak görülüyor” diyen Nazlı, “Ancak temelde çocuğun üstün menfaatinin belirleyici olduğu belirtilmektedir” dedi.
Çocuğun yüksek menfaati denilen şeyin çocuğun yetişkin oluncaya kadar baskı altına alınmamasını içerdiğine dikkat çeken Nazlı, bilimsel görüşlere bakıldığında çocukların ergenlik döneminde bu şekilde bir düzenlemeye maruz kaldıklarında, çocuklarda sosyal olarak dışlanma, kimlik karmaşası gibi olumsuz sonuçlar doğurabileceği belirtilmekte olduğunu söyledi.
“Çocuklar ailelerin inanışlarına uygun şekilde yetiştirebilir” diyen Nazlı, ancak bunun çocuklara zarar verecek şekilde olamayacağını dile getirdi.
Bizim yasalarımıza göre ülkedeki bütün çocuklardan ailesinden evvel sosyal hizmetlerin sorumlu olduğunu hatırlatan Nazlı, eğer çocuğun üzerinde baskı yaratacak, onun gelişimine zarar verecek bir durum söz konusuysa çocuğun bundan korunması gerektiğini anlattı.
“Çocukların erişkinliğe gelene kadar baskı altına alınmaması gerektiğini savunuyoruz”
Çocuk istismarına kapı aralayacak bir tehdit olduğu için de tüzüğü tehlikeli bulduklarını ifade eden Nazlı, çocukların serbest irade geliştirebilecek bir erişkinliğe gelene kadar baskı altına alınmaması gerektiğini savunduklarını yineledi.
Okula Vito araçlarla AKP temsilcisinin geldiğini gördüklerini anlatan Nazlı, bunun, tüzüğün siyasi bir müdahale olduğunun nişanesi olduğunu söyledi. Nazlı, konunun başörtüsü ya da dinini inanış değil, ülkemizde çeşitli alanlarda olduğu gibi dayatılmaya çalışılan Sünni İslamlaştırma politikasının bir tezahürü olduğunu belirtti.
“Din İşleri Dairesi’ne Sosyal Hizmetler’den kat kat daha fazla bütçe ayrılıyor bu da sünnileştirme çabalarının tezahürü”
Nazlı, ülkemizde on yıllardır Sünni İslamlaştırma politikalarının dayatıldığını, Meclis’te bütçe görüşmelerinde Din İşleri Dairesi’ne sosyal hizmetlerden kat kat daha fazla bütçe ayrıldığını, bunun da sünnileştirme çabalarının tezahürü olduğunu belirtti.
Sosyal Hizmetler’in sadece çocuklarla çalışan bir kurum olmadığına, bütün dezavantajlı gruplara sosyal destek sağlayan bir kurum olduğuna dikkat çeken Nazlı, dairenin on yıllardır atıl vaziyette bırakıldığını, ne personel ne de altyapı sorunlarının çözülmediğini söyledi.
Bunun politik bir tercih olduğunu yıllardır dile getirdiklerini ifade eden Nazlı, devlet hak olarak sağlaması gereken sosyal desteği sağlayamadığında, yoksul insanların Evkaf İdaresi ve benzeri dini örgütlenmelerin etkisine açık hale getirildiğini aktardı.
“Gece kulüpleri kapatılsın, seks işçiliği değil seks köleliği koşulları var”
Nazlı, gece kulüplerindeki karanlık ve mafyatik koşullardan dolayı “intihar” veya “intihar teşebbüsü” diye basın bülteninden verilen bilgilere şüphe ile yaklaştıklarını söyledi.
Kadınların pasaportlarına el konularak, borçlandırılarak, kilit altında tutularak, seyahat özgürlüğünden yoksun bırakılarak şiddete maruz kalacakları bir ortamda çalıştırıldıklarını ve yaşadıklarını bildiklerini dile getiren Nazlı, seks işçiliği değil seks köleliği koşullarının var olduğunu söyledi.
“Bu koşullarda çalışan ve yaşayan kadınların ‘intihar etti’ veya ‘intihara teşebbüs etti’ haberleri bize göre şüphelidir” ifadelerini kullanan Nazlı, soruşturmanın polis tarafından etkin bir şekilde yapılması gerektiğini vurguladı.
“İntihar deyip dosya kapatılıyor, şüpheli kadın ölümleri etkin şekilde soruşturulmalı”
Nazlı, etkin soruşturma yapılarak; şüpheli kadın ölümlerinin veya gece kulüplerindeki kadın ölümlerinin “intihar” denilerek dosyanın kapatılmaması gerektiğini, cinayet olabileceği ile ilgili soruşturmanın derinleştirilmesi gerektiğini vurgulamak istediklerini anlattı.
“Birinin şikayetçi olmasına gerek yok” diyen Nazlı, ortada bir suç varsa polisin yasalardan aldığı yetkiyle re’sen soruşturmayı yapması gerektiğinin altını çizdi.
Bu tarz ölümlerde “intihar” denilip dosyanın kapatıldığına dikkat çeken Nazlı, cinayet olup olmadığıyla ilgili soruşturmayı derinleştirmediklerini belirtti.
İnsan ticaretinin ve cinsel ilişkide bulunulmasına aracılık edip bundan kazanç sağlamanın yasalarda açık bir şekilde suç olduğunu belirten Nazlı, gece kulüplerinde suç işlendiğini ve devletin buna ortak olduğunu söyledi.
Gece kulüplerinin kapatılmasını savunduklarını ifade eden Nazlı, karanlık ve mafyatik yerlerden kurtulmadıkça kadınların yasa değişikliği ile özgür olmasının mümkün olmayacağını vurguladı.