Nil’in Hazineleri
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi mekik diplomasisine devam ederken, kapalı kapılar arkasında pazarlıklar da yoğunluk kazanmaktadır.
60 yıldan beri devam eden sorunu çözmeye yönelik açılımların, uluslararası dengelerin değişmesine bağlı olduğunu hep vurguladık.
Geçmişte, Sovyetler bloku ile NATO’cu güçlerin dengeleri arasında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş, Makarios‘un Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması 1974 darbesi ve Türkiye‘nin adanın yüzde 37’ni işgalini ile birlikte fiziki bölünmeyi getirmiş, Avrupa Birliği süreci de 2003’te sınırların açılmasını ve Annan Planı sürecini doğurmuştur.
Şimdiki gelişmeler ise Rusya-İran blokuna karşı, NATO’cu güçlerin üstünlük kavgasında, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının uluslararası tekellerin eli ile Avrupa‘nın hizmetine sunularak, Rusya ve İran’ı ekonomik tecride mahkûm etmeyi hedeflemektedir.
Bölgede atılan her adım bu ana hedef doğrultusunda gelişmektedir. Özellikle, Gazze‘de ve Filistin‘de devam eden soykırımı da bu çerçevede ele almak gerekmektedir.
Filistin’deki yarayı kaşıyan Rusya ve Iran, Hamas‘ı bu doğrultuda kışkırtarak siyonist İsrail yönetiminin soykırıma girişmesine ve bölgede istikrarsızlık doğmasına neden olmuşlardır. Buna karşılık, Türkiye-Mısır, Türkiye-Yunanistan yakınlaşması, Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs için özel temsilci ataması hep ana planın parçalarıdır.
Kıbrıslılar olarak bu genel çerçeveyi dikkate almadan, Kıbrıs sorununu sadece Kıbrıslılar arasında bir sorun olarak görmek, yerel siyasetçilerimizin bilgi ve bilinç eksikliklerini göstermektedir.
Kıbrıslı Rumlar’ın gerek Annan Planı gerekse Crans Montana’da ortaya koydukları olumsuz tutuma karşılık, Türkiye‘nin ortaya koyduğu ‘ayrı eşit egemenlik’ saçmalığı pazarlığın geldiği aşamayı göstermektedir.
Uluslararası aktörler Kıbrıs Rum tarafına baskıya devam etmektedirler. Örneğin; bölgede ciddi yatırım yapan Amerikan enerji devi ‘Chevron’ Akdeniz doğalgazını Kıbrıs yerine Mısır’daki sıvılaştırma tesislerine taşıyarak buradan satışını bir tehdit unsuru olarak öne çıkarmıştır.
Türkiye’deki 31 Mart yerel seçimleri sonrasına hazırlanan Kıbrıs sorunu çözüm planında işler rastlantıya bırakılmayacak kadar ciddi ele alınmaktadır.
Nil Nehri‘nin milyonlarca yılda Akdeniz çanağında biriktirdiği hazinenin büyüklüğünü ve stratejik önemi, bölgeye olan ilgiyi göstermektedir. Milyarlarca dolar harcayarak yatırım yapan uluslararası şirketler için Kıbrıs ve bu ada üzerinde yaşayanların çok da bir önemi yoktur.
Bu arada önemli olan Kıbrıslılar olarak çıkarlarımızı korumak adına, kavgayı ve ayrılığı değil birleşmeyi, ortak vatanda beraber yaşamayı hedefleyen bir amaç birliği ile hareket etmek olmalıdır.
1960, 1974 ve 2003’te yaşananlar göstermiştir ki; biz kendi derdimize çare aramaz ve kavga etmeye devam edersek, dayatma çözümler kaçınılmazdır.
Ya güçler ayrımı içinde, ülkemizin bütünlüğünü savunup, elde edebileceğimiz en geniş çıkarlara sahip olacağız ya da ırkçı, milliyetçi, dar politikalarla devam edip başkalarının ülkemizden çıkar sağlamalarına zemin yaratıp bölünmeyi kalıcılaştıracağız.