Kırmak ve Kırılmak
Hepimiz kusurlu, hepimiz arızalıyız.
Kaç yaşında olursak olalım, hata yapıyoruz, haksızlık ediyoruz. Söylediklerimiz veya yaptıklarımız, istesek de istemesek de kırıyor bazen çevremizdekileri, hatta ve hatta en sevdiklerimizi.
Hiçbir yerde uzun süre kalamıyordum o zamanlar. Çok erken yaşlarda yerinden edilmiş birinin lanetli huzursuzluğuyla dolaşıyordum ülkeden ülkeye, şehirden şehre, evden eve.
On iki yıl boyunca sürdü bu yaşam tarzı. Bundan dolayı, bekledikleri gibi hareket etmediğim için hayal kırıklığına uğradığını, hatta kırıldığını söyleyen birkaç kişi var adada ve ada dışında.
Kalkanlarımız ve diğer savunma mekanizmalarımız hazır. Bu nedenle her önümüze çıkan kıramaz bizi. Yakınımızda olan, sevdiğimiz, güvendiğimiz kişiler kırabilir ancak kalbimizi. (Kalp dediğimiz yer tam olarak neresi, bu da ayrı bir tartışma konusu)
“Kırılır ama kırmaz” diyor annem benim için. Kimsenin kalbini kırmak istemedim. Birinin kalbini kıracağıma, benim kalbimin kırılmasına razıyım. Her zaman öyle olmuyor ama.
Dürüst davrandım, doğruyu söyledim (açık sözlü olmak bile kırabiliyor bazen birilerini) ve kırıldılar en ince yerlerinden. Bu kadar kırılgan oldukları için suçlayamam tabii ki onları. Kendimi de suçlamıyorum, yaşamak istediğim hayatı yaşamak, düşlerimi gerçekleştirmek için aldığım kararlar nedeniyle.
Bazı insanlar gerçekten de hassas, aşırı duygusal ve buna bağlı olarak kırılgan olabiliyorlar diye düşünüyorum bazen. Bezen de tam tersini fısıldıyor kulağıma daima omuzumda oturan ve her şeyi daha eğlenceli hale getiren o küçük şeytan: ‘yumuşak ve esnek olanlar değil, sert ve katı olanlardır aslında kırılanlar.’
Kırıyoruz ve kırılıyoruz. Kırıklarla ve suçlulukla yaşamaya alışıyoruz işte. Yaşamın anlaşmalarından, anlaşmazlıklarından biri de bu olsa gerek. Onca ahlak, etik, adalet eğitimi hepsi çöpe gidiyor böyle durumlarda.
Evet, yani inkâr etmiyorum birilerini kırdığımı, birileri de beni kırdı. (İtiraf ediyorum işte hem meleğim hem de hayvan) Beni kıranlara küsmedim, zamanla kırıkları tamir edip toparladım kendimi.
Babam gibi kindar değil, annem gibi affediciyim. Beni kıranların ikisiyle de karşılaşıyorum hala daha orada burada.
Selam veriyorum ve nasıl olduklarını soruyorum, o kadar. İkisini de affettim, yine de benim açımdan eskisi gibi olmayacak ilişki.
Eski dost düşman olmaz. Olmaz, olmuyor, buna rağmen ileriye doğru gitmiyor ilişki, o kopmadan sonrası yok. Orada durdu ve kurudu ilişkinin bitkisi.
Çeşit çeşit zihinsel ve ruhsal bozukluklar var, benimkisi de bu galiba, rahat batıyor bana.
Bu nedenle sürekli yer değiştiriyorum, kaçıyorum, ayrılıyorum, ortadan kayboluyorum, yüz üstü bırakıyorum beni sevenleri, bana güvenenleri. Sonra da suçlu hissediyorum. Şiirlerimi, öykülerimi, denemelerimi yazarken epeyi işe yarıyor bu suçluluk gerçi.
Sözle, eylemle, edimle kafalarını karıştırdım, bir şekilde kırdım, üzdüm onları. Kesinlikle bu değildi niyetim.
Kırıldıklarını söylediler yüzüme karşı veya yazdılar.
En çok kimi kırdım biliyorum fakat çok uzak ve ulaşılmaz şimdi o (umarım sadece bir kişidir o). Ve özür dilemek için çok geç olsa da özür diliyorum ondan ve kırdığım herkesten.