Romanya’da İki Buçuk Gün
Bir Şehir Plancısının İzlenimleri Anı Yaşamakla Sürdürülebilirliği Düşünmenin İkilemi
Başka ülkelerde, düzgün, temiz kentler görünce insan hayıflanıyor ister istemez, niye biz bir türlü başaramıyoruz diye…
Geçtiğimiz hafta, Romanya’daydık birkaç arkadaş sadece birkaç günlüğüne bir nefes alma molası diyelim.
Aslında tam da kelimenin tamam anlamı ile nefes almaktan söz ediyorum. Malum, günlerdir Afrika‘dan gelen toz bulutu altında genzimiz, gözlerimiz yanıyordu ya, Romanya’da tertemiz, bol oksijenli hava ilaç gibi geldi adeta.
Alerjiler dindi, genzimiz, ciğerlerimiz, gözlerimiz rahatladı.
Kısacık bir tatil, çok fazla yer görmek, gittiğiniz yerin kültürünü tam anlamıyla anlamak için yeterli değil elbette, lakin epeyce fikir edindik bu iki buçuk günde…
İki buçuk günde, Bükreş’ten Snagov Manastırı’na, oradan da Mogosoaia Sarayı’na, Peleş Sarayı’na, Bran Kalesine, Braşov kentine uzanan bir yolculuk.
Biraz da bir şehir plancısının gözünden anı yaşamanın ve sürdürülebilirliği düşünmenin ikileminin kısacık hikâyesi oldu bu gezi, benim için.
Bükreş, geniş caddeleri, tarih boyunca farklı dönemlerin mimari izlerini taşıyan binaları, Çavuşesku’nun hayali olan ancak 1989 yılında devrilerek öldürüldüğü için inşaatının tamamlanabildiğini göremediği, Pentagon binasından sonra dünyanın en büyük ikinci binası olan devasa parlamento binası, Paris’teki Zafer anıtının benzeri ama biraz daha küçüğü olan zafer anıtı, bir meydanda sürpriz olarak karşımıza çıkan Odeon Tiyatro binasının önündeki Mustafa Kemal Atatürk büstü, yemyeşil parkın ortasında, Romanya’nın geleneksel kırsal yaşamını yansıtan onlarca çeşit çeşit tarihi evler ve yapı örneklerinin yer aldığı açık hava köy müzesi, parkları, geniş ve ağaçlı kaldırımları, özellikle geceleri dikkatimizi çeken sakin trafiği, bahçelerinde ve parklarındaki çeşit çeşit gülleri, dar sokakları, renkli binaları ve tarihi atmosferi, restoranlar, kafe ve sanat galerilerin bulunduğu koruma altındaki canlı eski kent merkezi Lipscani ile epeyce keyifli düzenli ve temiz, tarihle modernliğin iç içe geçtiğini bir Avrupa kenti…
Çavuşesku döneminde birçok bina yıkılmış olmasına rağmen yine de bir kısım Barok mimarinin güzel örnekleri hala ayakta.
Aristokratik zarafetiyle bugünün dinamizminin birleştiren izleri görebiliyorsunuz Bükreş’te.
Mogosoaia gölü kıyısındaki Mogosoaia Sarayı, Romanya’nın zengin tarihini ve kültürünü yansıtıyor.
Bükreş’in kuzeyinde bulunan Snagov gölündeki bir ada üzerinde ve bir yaya köprüsü ile ulaşılabilen, Kazıklı Voyvoda olarak anılan Romanya Prensi Vlad Tepeş‘in gömülü olduğu söylenen Snagov doğa parkı ve ortasındaki Snagov manastırı.
Burada, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği bir sürdürülebilirlik örneği görmek mümkün. Manastırın korunması, kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasının bir simgesi.
Transilvanya, gizemli ormanları ve eski kaleleriyle adeta bir masal diyarı.
Karpat Dağları’nda Sinaia bölgesindeki Peleş Kalesi, kurgunun en efsanevi figürlerinden biri olan, İrlandalı yazar Bram Stoker’ın 19. yüzyılda yazdığı “Dracula” kitabının hayali karakteri Drakula’nın “Kalesi” diye anılan Bran Kalesi.
Kale, Romanya’ının en çok turist çeken yerlerinden biri. Braşov, dar sokakları ve gotik yapılarıyla Orta Avrupa’nın ruhunu taşıyor.
Şehir, tarihi dokusunu korurken modern yaşamın parçası olan kafeleri, butikleri, restoranları, kenti çevreleyen kadife bitki örtüsü ormanlık tepelere tırmanan teleferiği, modern otel binaları, iş merkezleri ile bütünleşmiş durumda.
Gezi boyunca geçtiğimiz, gittiğimiz yerlerde, gördüğümüz sık ağaçlıklardan oluşan ormanlar kadife örtü gibi adeta.
Müthiş bir doğa zenginliği, ekonomik kaynak ve olağanüstü bir görüntü. Bu masalsı güzellik, sürdürülebilir bir çevre yönetimi olmadan tehlike altında.
Konuştuğumuz kimi insanlar, Çavuşesku döneminin bir diktatörlük dönemi olduğunu, o dönemdeki güçlü yönetim sayesinde olduğunu, o dönemlerde kimsenin kuralları çiğneme yoluna yönetmeliğini, şimdilerde ise usulsüzlüklerin, yolsuzlukların, keyfi işlerin çok olduğunu belirttiler.
Hatta “iyi ki simdi geldiniz buralara, önümüzdeki 5-10 yıl içinde, inşaat sektörü ve turizmcilerin aç gözlüğünü ile buraları çok bozulacak” diye de endişeli öngörülerde bulundular.
Keşke bu güzellikler bozulmadan yapılsa turizm de inşaatlar da diye de bir umut ve arzu belirttiler… Sakin bunu söyleyenlerin “yatırım düşmanıgiller” olarak görülen, şehir plancısı, mimar ya da ilgili bir başka meslek insanı olduğu sanılmasın!
Bizi gezdiren taksi şoförü, tur rehberinden işittik bu değerlendirmeleri. Ne kadar da tanıdık değil mi?
***
Bir Şehir Plancısının Anı Yaşamakla Sürdürülebilirliği Düşünmenin İkilemi
Romanya, tarihi ve doğal güzellikleriyle etkileyici bir ülke. İki buçuk gün boyunca Romanya’nın farklı yüzlerini keşfederken, bir şehir plancısı olarak anı yaşamanın tadını çıkarmakla, sürdürülebilir bir gelecek için düşünme sorumluluğu arasında ikilemi yaşadım.
Anı Yaşamak, “Carpe Diem” Latince ’de “günü yakala” veya “günü kopar” anlamına gelir. Anı yaşamak, şu anda bulunduğumuz yerde, o anın getirdiği duyguları, düşünceleri ve deneyimleri tam anlamıyla hissetmek demektir.
Bu felsefe, şu anın tadını çıkararak hayata daha pozitif duygular beslemeyi amaçlar.
Anı yaşamak, bize mutluluk veren, hayatımıza renk katan anlardır.
Sürdürülebilirlik ise bu anların gelecek nesillere de ulaşmasını sağlamak için gerekli olan çevresel duyarlılığı ve kaynakların akıllıca kullanımını ifade eder, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakma amacı taşır.
Bu ikilem bir çelişkiyi değil. Anı yaşamak ile sürdürülebilir yaşam arasında bir denge bulmak, hayatın kalitesini artırmak ve gelecek nesiller için doğal kaynakları korumak açısından önemlidir.
Bugünü en iyi şekilde değerlendirerek, şu anın değerini bilerek yaşarken, sürdürülebilir yaşamı düşünmek, gelecekteki nesillerin yaşam kalitesini düşünmemizi de gerektiriyor.
Tatilde de olsanız, anın tadını çıkarmaya da çalışsanız, bunu bencilce değil geleceği de düşünerek yapmanız kaçınılmaz, dünü, bugünü geleceğe de taşıyabilmek için…