Babamın Ölümü
17 Mayıs 2022’de, gök gürültülü bir sabah öldü babam, 76 yaşında. (Bu kadar sinirli, çatışmacı ve kavgacı bir adam nasıl bu kadar uzun yaşadı şaşıyorum bazen)
Tabii ki çok üzüldük ölümüne ama aynı zamanda ne yalan söyleyeyim sevindik de. Sevindik çünkü son bir aydır korkunç durumdaydı.
Dayanamıyorduk artık onu o halde görmeye; çürümesini, eriyip gitmesini, iskelete dönüşmesini izlemeye.
Son 3 ay evde, onkolojide yanındaydım.
Çok zor bir süreçti.
Sonunda, evinde, klimalı odasında, huzur içinde, sessizce son nefesini verirken dikkatle izledim onu. Gözlerini kapattım ve annemin yanına gidip “artık dulsun anne” dedim.
Er veya geç bizim de gideceğimiz yere gitti. 1974’de 28 yaşındayken terk etmek zorunda kaldığı köyüne, bağlarına bahçelerine geri döndü, atalarına, anne babasına, ondan önce ölen kardeşlerine, arkadaşlarına kavuştu.
Herkesin babası öldü, ölüyor veya mutlaka ölecek. Kurtuluş yok. Gelecek ölüm demek.
Modernizmle birlikte ölümle yüzleşebilme, ölülerle birlikte yaşama bilgeliğini yitirdi insan.
Önünde titrememiz gereken bir gerçek olarak değil bizi yaşama yoğunlaştıran bir gerçek olarak görüyorum ölümü.
Daha derin yaşayabilmek için daha çok düşünmeliyiz ölümü, korkmadan. Aldığımızı geri verirken neden korkalım ki!
Baba ve babanın temsil ettikleriyle sorunum vardı kendimi bildim bileli. Baba, sevgiden önce otoriteyi ve korkuyu temsil ediyordu benim için; yasakçı ve kısıtlayıcı, kimi zamansa cezalandırıcı bir otorite.
Babanın otoritesiyle çatıştım durdum ergenliğimden beri. Hatta belki de 1992’de adayı terk etmemin bir nedeni de buydu.
12 yıldan sonra adaya geri döndüğümde, onu anlamaya, empati kurmaya çalıştım ilk defa. Bir kız ve üç tanesi kendinden büyük altı erkek kardeşle büyüdü babam.
Anne babasından zerre kadar sevgi görmedi, zor koşullarda yetişti, neticede sert ve katı biri oldu. Zor bir hayatı oldu doğumundan beri, çatışma ve savaş yıllarını yaşadı, her şeyini kaybetti, aç kaldı, ağır işlerde çalıştı, çok faka yedi…
Kinciydi babam, kolay kolay affetmezdi. Küs olduğu, barışmayı düşünmediği: “cenazeme bile gelmelerini istemiyorum” dediği üç beş kişilik bir listesi vardı.
Hatalarını, yanlışlarını, verdiği korkuları ve attığı tokatları affettim, yüz seksen derece değişti ilişkimiz, arkadaşım gibi oldu babam (!)
Ölüm, cinsellik, uyuşturucu, her tabu konuyu konuşabiliyordum artık onunla. “Seni seviyorum” diyordu bana sık sık, ben de ona söylüyordum biraz zorlanarak da olsa.
Babam ölünce kapanmadı ama baba meselesi. Onun varlığı kadar yokluğu da her gün düşündüğüm, hesaplaştığım bir şey.
Varlığını tanımlama işini bitirememişken daha, bir de yokluğunu tanımlama işi kaldı başıma.
Babam içimde, genlerimde, karanlık yerlerime gizlenmiş olarak yaşıyor, biliyorum. Onun bazı huylarını, kusurlarını, hastalıklarını, alışkanlıklarını, davranışlarını devraldım.
Ona benzerliğim ürkütüyor beni bazen.
Babamın ölümünden sonra hiçlik veya boşluk oluşmadı yaşamımda, ölümüne rağmen devam ediyor ilişki bir şekilde…
Babam ölünce onu özlemeyeceğimi bilmiyordum, ölünce öğrendim. Her gün düşünüyorum onu, ama özlemiyorum.
(Nankör müyüm? Biz çocuklarını besleyip büyütmek için onca ağır işte çalıştığını nasıl unuturum? Doğayla ilgili bir sürü şey öğretti bize, onca güzel günümüz oldu birlikte, hepsi de unutuldu mu? Babamın hatırasına ihanet mi ediyorum?)