InstagramKöşe Yazarlarımız

Yalan Hep Koşa Koşa Gidermiş Ama Önünde Sonunda Doğru Yalanı Geçermiş!






Kıbrıs müzakerelerinde en önemli başlıklardan birisi de mülkiyettir. Yıllardır bu konuda birçok dava açıldı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde.

Birkaç önemli dava var; Loizidu, Orams, Xenides-Arestis gibi. Paradigmayı değiştirdi bu davalar!

2005 yılında Taşınmaz Mal Komisyonu kuruldu Kuzey Kıbrıs’ta, bir iç hukuk mekanizması olarak.

Bu komisyon, yıllardır birçok başvuruyu sonuçlandırdı. Çoğu tazminat ödeme kararı ile sonuçlandırıldı bu başvuruların.

Ne yazık ki sonuçlandırılmış bu başvuruların çoğunluğunun tazimatlarının ödenmesi yapılamıyor gerekli ve yeterli bütçe ayrılmadığından.

Bu ciddi bir sorun olarak dururken öte yandan habire inşaat yapılıyor, bu terk edilmiş Rum malları üzerinde!

2004 Annan Planı’nda, terk edilmiş mallar 1974 öncesi durumundaki değerinin üzerinde bir değerde geliştirilirse, tazimatı ödenecek ve mülk 1974 sonrası kullanıcı olarak tanımlanan “yeni mal sahibinde” kalacaktı ya; gözü açıldı birçok “girişimcinin”(!)

Yiğidin hakkını yiğide verelim, nemelazım piyasada çok akıllıca satın alındı bu Annan Planı’ndaki düzenleme!

O günden bugüne, 20 yıldır habire dağ, taş, ova, deniz kıyısı demeden her yere inşaat yapıyoruz, tazminatlar için nereden, kimden gelecek bu paralar diye düşünmeden, hesap etmeden.

2007 yılına kadar, üzerinde ne ekersen biten mümbit tarla gibi her yerden bir müteahhit bitti, her yere inşaatlar dikildi!

Doğal olarak doyum noktasına ulaşınca sektör zora girdi, geride binlerde yarım inşaat bırakarak.

Tatlısu, Esentepe, Lapta, Girne bölgesi nasibini aldı o dönemdeki furyadan!

Girne bölgesinden sonra İskele bölgesi aldı nasibini.

Bir başka yer oldu İskele, sanki Kıbrıs’ta değilmişsiniz gibi hissediyor insan oralarda. Şimdilerde de Gaziveren sırada!

Mülkiyet hakları ve kâr hakkının fendi her şeyi yenmiş durumda.

Girne’nin, İskele’nin, şimdilerde Gaziveren hatta Lefke ve hatta Karpaz’daki yapılaşmadan gurur duyuyor bazıları.

O kadar gurur duyuyorlar ki; mazallah gene zora düşmesin sektör diye, yabancıların daha çok mal satın alabilmesini sağlayacak her türlü kolaylığı sağladılar bugüne kadar!

Mülkler el değiştirmiş, Kıbrıslı Türkler yeni bir mülksüzleşme sürecine girmiş, yıllarca azınlık olmama kavgası vermişken, azınlık durumuna düşme noktasına gelinmiş, hatta nüfusu tam olarak bilsek hali hazırda zaten azınlık durumuna düştüğümüzü göreceğiz belki de!

Nihayet birileri “bu kadarı da olmaz, yabancılara mal edinmede kota getirelim” diye yasa hazırlamış bizim için!

Artık çevrenin, doğanın har vurulup harman savrulduğuna mı yansak, kalabalıklaşmaya mı hayıflansak, ülkemize yabancılaştığımıza mı yansak, altyapısız yaşam alanlarında yaşamak zorunda kaldığımıza mı dertlensek derken, bir de işin siyasi boyutu ile yüzleştik, bir kez daha!

Ganimet mal üzerinde gelecek inşa etmenin sonuçları ile Kıbrıs için çözüm ve barış modellerini beğenmemenin sonuçlarının yaman çelişkisini yaşıyoruz!

Yıllardır tüm uyarılara karşın, kuzeyde terkedilmiş Rum malları üzerinde, dağ, tepe, ormanlık, kıyı, tarım alanı demeden inatla habire inşaat yapılıyor, emlak sürekli el değiştiriyor.

İnşaat yapmakla kalkınma olacağı sanılarak, iş iyice abartılmış durumda!

Kantarın topuzu hem siyaseten hem çevre hem de ekonomik yönden çoktan kaçtı !

İşini bu kadar abartırsan haliyle onlar da bazı girişimler başlatırlar!

Önce emlak işleri ile uğraşan bir avukatımız tutuklandı İtalya’da, yılbaşı hediyesi gibi.

Tek şahit vefat ettiği için dava düştü, basından anladığımız kadarı ile. Geçtiğimiz günlerde ise İsrail kökenli Türkiye yurttaşı bir yabancı tutuklandı güneyde.

Öyle anlaşılıyor ki; tutuklu olarak yargılanacak.

Daha sonra bir Alman yurttaşı ifadeye çağrıldı. Önce serbest bırakıldı ifade gününe kadar, sonra basından öğrendik ki yeterli delil toplandığından Alman yurttaşı için de tutuklama emri verilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti yetkili organları tarafından. Bakalım sırada kimler var ve ne türlü davalar gelecek?

Şimdi ne denir ki buna!

“Dinsizin hakkından imansız gelir” diye bir söz var, onu hatırladım.

Kantarın topuzu bu kadar çok kaçınca olacağı buydu. Lakin madalyonun bir de öteki yüzü var! Bu girişimi yapanlar da her çözüm fırsatını ellerinin tersi ile itmelerinin sonuçlarını yaşıyorlar.

Yaşam boşluk tanımıyor, yazık ki tutanın elinde kalıyor. Oysa Annan Planı geçmiş olsaydı, bugün 20. yılı kutlanacak, kim bilir kaç kişi malının ya kendisini ya da tazminatını almış olacaktı.

Ya da yedi yıl önce Guterres Çerçevesi’nde Crans-Montana’dan bir anlaşma ile ayrılmış olunsaydı, kim bilir bugün Mülkiyet Kurulu/Komisyonu nelere çözüm üretmiş olacaktı.

Zaman rantçı ganimetçiler için de malını kaybedenler için de kayıpları derinleştiriyor!

Daha çok da malını kaybedenlerin aleyhine sonuçlar doğuruyor zaman! İade edilebilecek mal kalmayacak bu çözümsüzlük ortamı devam ettikçe.

Ve zaman doğanın, çevrenin aleyhine çalışıyor bir de frene basılmazsa, tazimatı ödeyecek paraları bulmak için çok acı reçetelerle karşılaşacağız, üstelik de doğayı ve çevreyi de kaybetmiş olacağız!

Bir deyiş var, “Yalan Koşa Koşa Gidermiş, Fakat Eninde Sonunda Doğru Yalanı Geçermiş”

Son 50 yılda yaptıklarımızı sorgulamak, aç gözlülüğümüzün, günü birlik kararlarımızın, rant kavgamızın nelere yol açtığını anlamak için illaki büyük ve insan kaybına yol açan doğa felaketlerin mi yaşanması gerekir?

Ya da birilerinin kendi insan haklarının peşinde koşarak bizi hukuken köşeye mi sıkıştırması gerekir, uyanıp da bilimin, hukukun, insan haklarının gösterdiği yolda hareket etmek için?

Doğa ve yaşamın gerçekleri, neyin doğru neyin yalan ve yanlış olduğunu gösteriyor hep, önünde sonunda..









Başa dön tuşu