InstagramKöşe Yazarlarımız

Devlet Anarşizmi






Kurtulması, geçmişte ve bugün yaşadıklarını ileride yeniden yaşamaması ise kuruluştan bu yana yapılan hataları tartışarak, bunların bir daha olamayacağı bir ‘demokratik cumhuriyet’ inşa etmesiyle mümkün bence.

Sinan Ateş duruşması, Türkiye‘nin yolun sonuna geldiğini ve devlet vasfını yitirmekte olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Ankara’nın göbeğinde güpegündüz işlenen bir cinayetin bütün kanıtları ortadayken mahkeme üyeleri bunu davaya katmıyor ve örgütlü siyasal bir cinayeti sıradanlaştırma gayretine giriyor ise geçmiş olsun…

Bu, ülkede rahatça cinayet işlenebileceği mesajının dünya aleme ilanı ve devlet olmanın sonudur.

xxxxxx

Böylesi korkunç bir noktaya gelmenin ne demek olduğunu, yargının hukuku nasıl boğduğunu bizzat yaşadıktan sonra, 2019’da “devlet anarşizmi” başlığıyla anlatmaya çalışmıştım.

Yazımdan o bölümü yeniden aktarıyorum:

“1954’ten sonra DP hoşgörüsüz ve sert bir tavra yönelir.

Baskı yasaları birbirini izler.

Devletin bizzat devlet içine yerleşmiş bazı odaklar eliyle çökertildiği bir ‘devlet anarşizmi’ başlar.

Siyasal iktidar, yargıyı yargı olmaktan çıkarttığı andan itibaren bu süreç hareketlenir.

Çünkü yargı hukuktan koparılınca yavaş yavaş devletin diğer kurumları da çöker.

Bütün kurallar ortadan kaybolur ve bir tür anarşizm ortaya çıkar.

Devlet anarşizmi, devletin adının olduğu ama kendisinin olmadığı bir durum.

Bu durumu yaratan da siyasal iktidarın yargıyı yok etmesi süreci ile birlikte devletin bizzat kendisi.”

xxxxxxx

Ama daha temel bir sorun var.

Siyasal iktidar, hukuku yargı eliyle bu kadar rahatlıkla nasıl boğabiliyor?

Hukuk bilinci yüksek, kurumları köklü ve sağlam olan toplumlar, siyasal iktidarların uygulamak istediği “devlet anarşizmi”ne geçit vermez.

Demokratik bir şekilde hukuk içinde kalarak direnir.

Bizde ise “hukuk fakültesi mezunları” gönüllü olarak hukuku boğuyor.

AYM, AİHM Kararlarını uygulamayarak anayasa suçu işleyen mahkeme üyeleri, bizim vergilerimizle maaş alan devlet görevlileri değil mi?

xxxxxxx

Maalesef bu zafiyet, kuruluştaki aksaklıklardan geliyor.

Taha Akyol, “Neden 29 Ekim” adlı kitabından sonra yeni bir kitap daha yayınladı, “Atatürk’ün Anayasası 1924”.

Bir kuyumcu titizliğiyle, çok özenli bir araştırma yaparak ve her türlü polemikten uzak, akademik bir objektiflikle yazılan bu kitabı dikkatle okudum.

Neden Türkiye “devlet anarşizmine izin vermeyecek bir hukuk devleti olamadı?” sorusunun cevabını bu kitapta net olarak görüyorsunuz.

Bu çöküntüleri bir daha yaşamayacağımız sağlıklı yeniden bir inşaya yol açabilecek bir reçete de ortaya çıkıyor.

xxxxxxx

Buralara nasıl geldiğimizi çok iyi anlatan bir iki örneği Taha Akyol’un son kitabı “Atatürk’ün Anayasası 1924″den aktarıyorum:

“Fakat 1924 taslağında hem öneri farklıydı hem siyasi kaygılar farklıydı.

Türkiye’ de bir tek parti vardı ve genel başkanı Gazi idi.

Böylece Gazi, Meclis’te istemediği tarzda bir muhalefet görürse Meclis’i feshedip muhalifleri parlamento dışında bırakabilecekti.

Gazi’nin sıra dışı yetkilere sahip olmasına muhalefet edenler Birinci Meclis’te de vardı, İkinci Meclis’te de vardı.

Hatta Nutuk’ta anlattığı gibi, ‘gizli küçük bir muhalif hizbin’ Meclis’i etkilediğini görünce, ‘müstaceliyetle’, ivedilikle Cumhuriyet ilanına karar vermiş, böylece başbakanı ve bakanlar kurulunu Meclis’in seçmeyip kendisinin atamasını sağlamıştı.”

xxxxxxx

“1924 Anayasası hazırlanırken de Meclis’te muhtemel bir muhalefete karşı ‘seçimleri yenileme’, böylece milletvekillerini değiştirme yetkisini almak istediği anlaşılıyor.

Yunus Nadi başkanlığındaki komisyon 25. maddeyi böyle hazırlamıştı.”

xxxxxxx

Aslında Anayasa Komisyonu ilk toplantısında Cumhurbaşkanı’na meclisi feshetme yetkisini vermemişti.

Peki komisyonun vermediği bu yetki yeniden anayasa taslağına nasıl girdi?

xxxxxxxx

Cevabı, kitaptan okuyalım:

“Meclis’teki muhalif isimlerden Manisa Mebusu Abidin Bey’in kuvvetler birliğine karşı kuvvetler dengesini ve anayasayı ayrı bir kurucu meclisin yapmasını savunduğunu görmüştük.

Cumhurbaşkanının Meclis’i feshetmesine de karşıdır.

Abidin Bey 9 Mart konuşmasında, bu konunun 9 Aralık 1923 günü 15 üyeli komisyonda çok tartışıldığını ve 11 üyenin oylarıyla reddedildiğini, sadece Meclis’in fesih kararı alabilmesine karar verildiğini anlattı.

Fakat komisyonun 3 Şubat’ta 7 üye ile toplanarak cumhurbaşkanına fesih ve seçimleri yenileme yetkisi veren 25. maddeyi yazdığını söyledi.

Azınlık çoğunluğa hükmetmişti.

Erzurum Mebusu Şükrü Paşa ‘Biz de oradaydık’ diyerek Abidin Bey’i doğruladı.”

xxxxxxx

Peki kuvvetler ayrılığı isteyen Abidin Bey’e ne oldu?

Onu da Taha Akyol’un kitabındaki dipnottan öğrenelim:

“Manisa Mebusu Abidin Bey (1890-1926) Darülfünun Hukuk Mektebi mezunuydu. İttihat ve Terakki’de siyasete girdi. İzmir Müdafa-i Hukuk Kongresi’ne ve İzmir İktisat Kongresi’ne Manisa temsilcisi olarak katıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucusu oldu.

İzmir Suikastı davasında İstiklal Mahkemesi tarafından haksız olarak idam edildiğinde 36 yaşındaydı”.

xxxxxxx

“Demokratik cumhuriyet”, gerçek bir “hukuk devleti” olmanın ön şartı, kamplaşmadan, ayrışmadan, ilkeler ve kurallar üzerinden derin bir tarihsel ameliyat yapmaktır.

Taha Akyol’un son iki kitabı bu amaca ışık tutan belgesel bir çalışmayı ortaya koyuyor.

xxxxxxx

Türkiye, cinayetlerin aydınlatılmasını engelleyen bir yargı uygulamasıyla daha fazla gidemez.

Gitmeye çalışması çürümeyi daha da hızlandırır.

Kurtulması, geçmişte ve bugün yaşadıklarını ileride yeniden yaşamaması ise kuruluştan bu yana yapılan hataları tartışarak, bunların bir daha olamayacağı bir demokratik cumhuriyet inşa etmesiyle mümkün bence.

Ben başka bir yol göremiyorum.

Gören varsa anlatsın.









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu