Can Yücel’in “Onuncu Cumhuriyeti”…
12 Eylül 1980 sonrasında da müstehcen olduğu iddiasıyla “Rengahenk” adlı kitabı toplatıldı.
Can Yücel de mizahını konuştururken tabii ki meselenin “cumhuriyet” değil, “demokratik cumhuriyet”e bir türlü kavuşamamamız olduğunu fazlasıyla biliyordu
Diğer günler gibi hafta sonunda da köpek katliamları, sıradanlaşan kadın ve iş cinayetleri gündemi kaplayıverdi.
Hafta biterken Tuzla’da özel bir kazı sırasında meydana gelen göçük altında kalan iki işçinin öldüğü haberi geldi…Kadermiş gibi yaşanan bu cinayetlerin hiç bitmediği ve önlemek için hiçbir şey yapılmadığı gün gibi ortadaydı.
Bu anonslu cinayetlerin peşinde Basın Tarihi üzerinden fikri takip yaparken 11 Aralık 2009 yılında da Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bir kömür madeninde grizu patlaması yaşandığını, patlama sonrası ortaya çıkan göçük sonucu 19 işçinin hayatını kaybettiğini gördüm.
Neden önlenmez, önlenmek istense nasıl önlenir meselesine yoğunlaşmışken, Can Yücel’in 25. ölüm yıldönümü münasebetiyle bir dostumun gönderdikleri beni alıp bir başka geçmişe ışınladı.
***
Zaman zaman derin hicvi de içeren vurucu şiirleri, bariton sesiyle şiir okumaları, uyarlama niteliğindeki mükemmel çevirileri, yazıları, siyasi faaliyetleri, itirazcı kişiliğiyle unutulmaz izler bırakan baba dostu Can Yücel 12 Ağustos 1999 yılında tedavi gördüğü İzmir’de yaşamını yitirdi… 73 yaşındaydı.
“Mekânım Datça Olsun” dediği için 17 Ağustos günü Datça’ya gömüldü.
***
Ortaokul sıralarındayken bir gün okuldan Basınköy’deki babaevi’ne dönerken, yolda babamın o zamanlar yazdığı Akşam Gazetesi’nden tanıdıklara rastlamış ve kendimi Düzce’ye bir edebiyat toplantısına giderken bulmuştum.
Düzce’de Can Yücel davudi sesiyle Nazım’ın Kuvayi Milliye Destanı’ndan şiirler okurken gericiler salonu basmıştı.
Can Yücel kılını kıpırdatmadan şiir okumağa devam etmişti.
Hiç unutmadım.
Çift silahlı bir minibüs işletmecisi salonun kapısına minibüsleri dayamış ve saldırıya uğrayan konuk grubunu Düzce’nin dışına çıkartmıştı.
***
Dostumun gönderdikleri arasından çok uzun zaman aradığım ama bulamadığım mizah dolu bir Can Yücel şiirinin çıkması bana tam bir sürpriz oldu.
“Mehmet Altan Eski Datça’daymış
Yirmi yıl oluyormuş burayı mesken tutalı
Bunca yıldır ben de gelip dururum bu köye
Hiç rastlamadım ona ne kahvede ne yolda,
Tahminim o ki çok yoruluyor İstanbul’da
Dinlenmek için yazlığına kapanıyor,
Ama yazı yazmaktan
Ders vermekten değil asıl
Çetin dostumu dinlemekten yoruluyor
Şunu da söyleyim:
İkinci Cumhuriyet taraflısıdır kendisi,
Sayısını artırmakla düzelecekse
Cumhuriyet,
“Onuncu Cumhuriyet” diyelim en iyisi”
***
Bu topraklarda yazan, düşünen, sorgulayan her kişinin başına gelen onun da başına geldi.
12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu.
1974’te genel afla dışarı çıktı.
12 Eylül 1980 sonrasında da müstehcen olduğu iddiasıyla “Rengahenk” adlı kitabı toplatıldı.
Can Yücel de mizahını konuştururken tabii ki meselenin “cumhuriyet” değil, “demokratik cumhuriyet”e bir türlü kavuşamamamız olduğunu fazlasıyla biliyordu.
Bir türlü cumhuriyet demokrasiyle buluşamıyor, o yüzden de edebiyat toplantısı rahatça basılıyor, şiir kitabı müstehcen diye toplatılıyor, tercüme 15 sene hapis cezasıyla cezalandırılıyordu.
Can Yücel hep o baskılara karşı durdu, direndi.
***
Dostumun gönderdikleri arasında bir şiir daha vardı. O da bana büyük bir sürpriz oldu çünkü babam Çetin Altan’la ilgiliydi.
12 Mart 1971 yılında babam bir konuşması bahane edilerek Sağmalcılar Cezaevi’ne atılmıştı.
Milletvekili iken Meclis’te iktidar grubunun saldırısı sonucunda meydana gelen makula dejenerasansı nedeniyle bir gözündeki görme yetisi azalmıştı.
Hapishanede bu sıkıntısı artınca Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk devreye girmiş, cezasının bitimine birkaç gün kala babam özel afla dışarı çıkmıştı.
Can Yücel bu sürece destek veriyordu:
“Çetin Altan içerde de dışarda da
Madem ki yazısında da yaşamında da,
Dün, bugün değil sade, yarın da
Tepeden tırnağa ve kirpiklerine kadar
Yiğit, dürüst ve ilerici bir aydın,
Gözleri de aydın olsun cancağ’zımın”.
***
Basın tarihi, zaman zaman ömrünü bu tür olayların içinde geçiren bizim gibilerin kişisel tarihiyle de kesişiyor. Anılar ile tarih iç içe geçebiliyor.
Özünde hiç değişmeyen, demokratikleşemeyen bu ülkede “Rengarenkler” gerilerde kalırken, toplumsal renksizleşme artıyor.
Farklı, renkli, çoşkulu insanlarımız azalıyor.
Ortalığı da bunaltıcı bir vasatizm hatta çok daha alt düzeyde bir barbarizm alıyor.
Ölümünün 25. Yıl dönümünde Can Yücel’i özlem ve rahmetle anıyorum.