‘Ara Bölge’nin Cazibesi
“O taraf laik değil, bu taraf da sivil değil. O taraf kapitalist, bu taraf militarist. Hangisi daha iyi? Ne o taraf ne bu taraf, Ara Bölge (Ölü Bölge) en iyisi bana kalırsa…” diye yazmıştım geçen haftaki yazımda.
‘Ara Bölge’yi açayım:
Birinci uyduruk kimliğimi gösterip, birinci ‘güvenlik’ kapısını geçerek kuzeyden çıkıyor, sadece ayakta durulabilen ve oturulabilen, yatmanın yasak olduğu ‘Ara Bölge’de yürüyorum (Yeşil Hat, Tampon Bölge, Tarafsız Bölge veya bitkiler, hayvanlar ve askerlerle dolu olduğu halde Ölü Bölge diyorlar adına)
‘Ara Bölge her iki tarafa da ait olanların ya da tam tersi her iki tarafa da ait olmayanların, melezlerin bölgesi.
‘Ara Bölge’de, şehrin tam ortasında, yeşil kuşağın içindeki bu huzur vahasında normalden daha yavaş hareket ediyorum.
Birleşmiş Milletler askerlerine ve dikenli tellere rağmen en temiz hava burada. Aradığım sessizliği, serinliği ve yavaşlığı burada buluyorum.
Giderken düşürdüklerimi dönerken buldum, buluyorum. Daima cömert davranıyor bana’ Ara Bölge.
Hem kuzey hem de güney için alternatif yerdir ‘Ara Bölge’.
Kuzeyin veya güneyin yarımlığından, sıkışıklığından gına geldiğinde kaçacak tek yerdir.
Burada olmak, gelecekteki Birleşik Kıbrıs’ta olmak veya her iki tarafta da olmamak gibi bir şey.
‘Ara Bölge’ ada içinde adacık.
Bir taraftan öbür tarafa geçilen bir köprü değil yani ‘Ara Bölge’.
Durum böyle devam ettikçe en ideal yer burası benim ve benim gibiler için. Sömürge zamanında beş kıtadan getirtilmiş ağaçlar var burada; anayurdunu çoktan unutmuş göçmen ağaçlar.
Meşhur Ledra Hotel’in dibinde, jakarandaların altında, Dayanışma Evi’nde oturup bir şeyler içmek ayrıcalıktır.
Stefanos, Ingemar ve ben, ilkin Yazar Evi olarak düşünmüştük burayı, ama UN burada yatmaya izin vermediği için vazgeçmek zorunda kalmıştık bu düşünceden.
İyi geliyor bana ‘arada’ olmak, esinliyor beni daima ‘Ara Bölge’.
Ne kuzeyde ne de güneyde, tam burada yaşamak istiyorum; bu bırakılmışlığın, terk edilmişliğin, yıkık döküklüğün içinde, serçeler, kumrular, kargalar, baykuşlar, kirpiler, kertenkeleler, gekolar, yılanlar ve tilkilerle birlikte.
(Ara bölgeden geçerken, sınırın kapalı olduğu yıllarda sınırı geçmeye çalışırken vurulanların, öldürülenlerin hayaletleri tarafından izliyormuşum gibi geliyor bana)
Barış Gücü’nün kontrolündeki ‘Ara Bölge’yi geçtikten sonra, ikinci uyduruk kimliğimi gösterip, ikinci ‘güvenlik’ kapısından da geçerek giriyorum güneye.
Sınırın verdiği öfkeye karşı yatıştırıyor beni geçebilmek, “geçmek” eylemi.
Kuzeyde bunalınca güneye geçiyorum, güneyde bunalınca da kuzeye. Bir taraftan öbür tarafa geçmek en büyük eğlencelerden birisi bu adada.