Güçlünün Hukuku
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik,1968 yılından beri devam eden girişimlerin bir yenisi, önümüzdeki günlerde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin daveti sonucu, tarafları New York’ta bir yemekte buluşturması ile başlayacaktır.
Bu yemeğin yeni bir görüşme sürecini başlatıp, başlatmayacağına yönelik, taraflar “ihtiyatlıyız” şeklinde açıklama yapsalar da tarafların tutumlarından, sürecin nereye evrileceğini kestirmek mümkündür.
Öncelikle bir yemek için tarafları Kıbrıs’tan kilometrelerce uzağa davet etme yerine, toplantıyı Kıbrıs’ta yapmanın daha akılcı olduğunu vurgulamakta yarar vardır.
Anlaşılan odur ki, Genel Sekreter iki tarafı kendi ofisine davet ederek, siyasi eşitlik talebinde bulunan ve gittiği her yabancı ülkede muhtarlara gösterilen ilgiden az ilgi gösterilen Türkiye’nin atanmış memuru Ersin Tatar ve Türkiye’yi memnun etmek istemiştir.
Kıbrıs konusunda zamana oynayarak, kolonicilik politikalarını ileriye taşıyan Türkiye, ekonomik ve siyasi olarak çok zor bir dönemden geçmektedir.
Kara para ile ekonomiyi ayakta tutmaya çalışan Türkiye’de, özelleştirme adı altında cumhuriyet tarihi boyunca elde edilen tüm kamusal mallar ve yatırımlar yabancılara satılmış, devlet borcu altı yüz milyar dolarlara ulaşmıştır.
Kredi itibarı düşen Türkiye, ancak yüksek faizle borçlanabilmekte ve Türk Lirası’nın sürekli değer kaybı sonucu halkın büyük bölümü pahalılık nedeni ile geçim sıkıntısı yaşamakta ve fakirleşmektedir.
Suriye ve Irak’a yönelik askeri harekatlarda siyasi bataklığa saplanan Türkiye, ekonomik olarak büyük kayıplar yaşamaktadır.
Tüm bu olumsuzluklar 22 yıldan beri Türkiye’nin başına çöreklenmiş, tek adam yönetimindeki faşist gerici rejimi içinden çıkılmaz noktaya getirmiştir.
Bu noktada devreye giren başta Almanya olmak üzere, önde gelen AB ülkeleri Türkiye’yi yanlarında tutmak için, Kıbrıs sorunu ve demokratikleşme karşılığı, AB ile olan ilişkileri ileriye taşıma kararlılığı göstermektedirler.
Rusya ve İran’a karşı Türkiye’yi bir müttefik olarak, kendi kontrollerinde tutmaya kararlı olan ABD ve AB ülkelerinin bu görüşme sürecinin başlatılması ile ilgili devrede olduklarını Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis de AKEL’in Kıbrıs sorunu ile ilgili geçtiğimiz hafta düzenlediği konferansta da açıkça söylemiştir.
Kıbrıs Rum tarafının ABD, İngiltere ve AB ülkeleri ile imzaladığı güvenlik antlaşmaları ile NATO şemsiyesi altına girmesine, Türkiye’nin sessiz kalması, Yunanistan-Türkiye yakınlaşmaları çok önemli siyasi gelişmelerdir.
Hristodulidis’in görüşme süreci ile ilgili olarak, bugüne kadar uluslararası hukuka sığınmanın Kıbrıs konusunda sonuca ulaşılmasındaki en büyük yanlış olduğunu söylemesi ise hukukun gücünün değil, artık güçlünün hukukunun geçerli olduğu dünyamızda, Kıbrıs konusunda tekrardan bir ayar yapılacağının habercisi olarak değerlendirilebilir.
Filistin’de İsrail’in yaptığı zulüm ve katliamın, çağdaş denilen batılı devletlerin desteği ile devam etmesi, güçlünün hukukunun dünyada geçerli olduğunu göstermektedir.
Hristodulidis’in de güçlünün hukukuna güvenerek, İsrail’e destek vermesi ve güvenlik antlaşmaları imzalayarak Türkiye’ye karşı “gücü güçle dengeleme” politikasının bir sonucudur.
Enerji ve enerji güvenliğinin insan yaşamından daha önemli olduğu günümüzde, Kıbrıs sorununun Kıbrıslıların değil, yabancıların ekonomik ve stratejik çıkarlar çerçevesinde ele alındığı bir gerçekliktir.
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik, her girişim sonucu Kıbrıslı toplumlar birbirinden daha da ayrışmış ve umutlar daha da yitirilmiştir.
Görüşme sürecinde Kıbrıslı Türkler masada temsil edilmemektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti adına masada olan Kıbrıslı Rumlar ise her görüşme süreci sonunda Türkiye’ye kazanımlar hediye etmektedirler.
Çözüm olacak diye görüşme masasında, yabancı aktörlerin, Türkiye’yi memnun etmek adına, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bölmeye ve tüm Kıbrıslıları devletsiz bırakmaya yönelik siyasetine asla izin verilmemelidir.