InstagramKöşe Yazarlarımız

Birey-Toplum-Devlet






Yeni Dünyanın Gereksinimi: Hak Savunuculuğu (Birey-Toplum-Devlet)

Bir olayın yankıları henüz dinmeden, yeni bir kriz kapımızı çalıyor.

Toplum olarak, bir trajediden diğerine savruluyor; her yeni olayda kısa süreli bir öfke patlaması yaşıyor ve hızla unutuyoruz.

Karpaz’da 14 Kıbrıs eşeğinin vahşice katledilmesi içimizi yaksa da tıpkı önceki trajediler gibi bu olayın da yerini başka bir gündem maddesi alacak.

Bugün mesele, sadece Karpaz’daki eşek katliamı değil, bunun çok daha ötesinde, derinleşen bir sorun var: Devletin ta kendisi ve devletin hesap verebilirliği.

Bu travmaların yanı sıra, asıl konuşmamız gereken çok şey var: Trafikte kaybettiğimiz canlar, ahlaki değerlerimiz tehlikeye girerken din eğitimi hakkında atılan adımlar, insan ticaretine dair ortaya çıkan dehşet verici bağlantılar, Kıbrıs için kritik bir dönüm noktası olan 51 zirvesi ve daha niceleri…

Ama biz, bu meseleleri derinlemesine tartışmak bir yana, hala gündemin esiri olmaya devam ediyoruz.

Bugün 51 zirvesine odaklanmak niyetindeydim. Ancak görüyorum ki, meselenin özüne inmek için öncelikle dikkatimizi dağıtan ve hızla unutulmaya mahkûm edilen konuların temeline daha geniş bir perspektiften bakmamız gerekiyor.

Çevremizde sıkça duyduğumuz bazı cümleler var: ‘Zaten bir şey değişmeyecek’, ‘Kimse bir şey yapamaz’ ve ‘Her şey aynı, hep böyleydi’

Bu cümleler, bir toplumun duygusal bir tükenmişlik içinde olduğunu gösteriyor.

Toplumlar, sadece kriz anlarında tepki verip sonra susuyorsa, bu durumun iki temel sebebi olabilir: Ya sistematik bir unutturma mekanizması işliyordur ya da toplum, kronikleşmiş bir öğrenilmiş çaresizlik içindedir. İki durumda da devletin rolü büyüktür.

Bu unutkanlık, sadece bireysel bir zafiyet mi? Yoksa daha derin, toplumsal bir mekanizma mı işliyor? Gözlemlerim, burada devlet ile toplum arasındaki kopukluğu gösteriyor. Devlet, halkın hizmetine sunulmuş bir kurum olmaktan çıkmış ve bugün, toplumsal denetimin dışında kalmış bir güç haline gelmiştir.

Oysa ki, halkın devleti denetleyebileceği ve hesap sorabileceği mekanizmaların güçlü olması gerekir.

Sürekli aynı sorunlarla karşılaşan, hiçbir değişim göremeyen bir toplum, zamanla sistemin değişmez olduğuna inanır.

Bu inanç, harekete geçme motivasyonunu kırar, cesareti öldürür. Kıbrıs’ta, bu öğrenilmiş çaresizlik öylesine yerleşmiştir ki, insanlar olaylar karşısında refleksif olarak tepki verirler ama bu tepkinin uzun vadeli bir değişim yaratabileceğine inanmazlar. Peki, ne zaman gözlerimizi açacağız?

Bu döngüyü kırmanın yolu ne?

Canlıların katledilmesi, trafik kazaları, insan ticareti, toplumsal ahlak tartışmaları ya da siyasi süreçler…

Bunların her biri, münferit vakalar değildir. Her biri, daha büyük sistematik sorunların bir parçasıdır. Her biri, kolektif sorumluluğumuzu hatırlatmak için bir uyarıdır. Ve her biri, devletin hesap verebilirliğini talep etmemiz gerektiğinin göstergesidir.

Devletin hesap verebilirliği, bir demokrasi ilkesidir; ancak bu ilke yalnızca anayasal bir gereklilikten ibaret değildir.

Toplum, kendi gücünü kullanarak, devletin eylemlerini sürekli olarak denetim altında tutmalıdır.

Bunun için sivil toplum örgütleri, aktivizm, doğrudan demokrasi yöntemleri ve hukuk, hayati bir rol oynamaktadır.

Lakin, en önemli güç vatandaştır. Bu mekanizmanın işlemesi, yalnızca devletin hareketlerinin denetlenmesiyle sınırlı kalmamalıdır.

Vatandaşlar, bireysel ve kolektif bir çatı altında birleşip seslerini yükseltmedikçe, bu hesap verebilirlik mekanizması eksik kalacaktır.

Burada toplum olarak kaçırdığımız çok önemli bir nokta var: Devletin hesap verebilirliğini talep etmek için, bu mekanizmaların daima halkın denetiminde olması gerektiğini unutmamalıyız. Kamu harcamalarından, iç güvenlik politikalarına kadar her adımın bağımsız denetim organları tarafından değerlendirildiği, şeffaflık ilkelerinin halkın da denetimine sunulduğu bir sistem kurmalıyız.

Kolektif bir şekilde hak talep eden, aktif olan bireylerin hayattan memnuniyetleri, pasif kalanlara göre çok daha fazla olduğunu unutmayın.

Bu, sadece bir teori değil, yaşamla kanıtlanmış bir gerçektir. Biz birey ya da vatandaş olarak, kendimizi nerede görüyoruz?

Afiyetle kalın.













Başa dön tuşu