Hektorlarden Ne İstediniz?

Süleyman Ergüçlü‘nün Hektorlarından on beşini katletti caniler! Bu hafta başında gündeme düşen Karpaz’daki bu olay hepimizi derin etkiledi.
Yıl 2006. Karpaz burnuna illaki elektrik götürülecek!
Oysa Karpaz burnu, yıllar önce Milli Park ve Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı olarak ilan edilmişti.
Üstelik, Avrupa Natura 2000 biyolojik çeşitlilik ağının bir parçası olabilecek öneme sahip, Özel Çevre Koruma Bölgesi niteliklerini taşıyan bir alan olduğu için Avrupa Birliği teknik desteği ile yürütülen çalışmaların sonuna gelinmişti.
Karpaz burnunu ve Dipkarpaz köyünü de kapsayan bir alan Özel Çevre Koruma Bölge olarak ilan edilecekti.
İnsanların değil doğadaki başka canlıların yaşam ortamıydı. Elektrik alt yapısına ihtiyaçları yoktu yani! Evet, hepimizin de gitmekten, zaman geçirmekten keyif aldığı, adamızın çok özel bir alanı Karpaz.
Ufak tefek tesisler var. Bir şeyler yiyebileceğiniz, yaz aylarındaysanız denizine girebileceğiniz hatta 1974 öncesinden kalmış binalar, çoğu yasalara pek uygun olmasa da dönüştürülerek geliştirilmiş salaş konaklama tesisleri bile var.
Elbette bunlar için çağdaş yaşama cevap verecek asgari enerji altyapısına ihtiyaç var. Lakin orada doğa dostu olmalı bu altyapılar.
2006 yılında, işte bunların tümü göz ardı edilerek, elektrik altyapısı götürüldü, tüm uyarılara, alternatif çözüm önerilerine karşın!
İste o dönemde tanışmıştık “Hektor” ve “Hera” ile.
”Hektor” bazılarına göre, “Kıbrıs adasında yaşayan yegâne Kıbrıslılar” olan eşekler topluluğunun bir ferdi. “Hera” ise Akdeniz Havzasında nesli tehlike altında olan deniz kaplumbağalardan birisi.
2023 yılında ansızın buralardan sonsuzluğa göç etmiş olan gazeteci arkadaşımız sevgili Süleyman Ergüçlü vermişti bu isimleri onlara.
Gazetedeki köşesinde, yaşam ortamlarının tehdit altında olduğunu yazmıştı.
“Hektor” ve “Hera” gibi isimlerle, bu canlılara bir kimlik kazandırmak ve insanlara, onların da birer yaşam hakkı olduğunu hatırlatmak istemişti, herhalde.
Ve şimdi Hektorların on beş tanesinin canı alındı vahşice. Öyle ki, biri bebeğini doğururken acımasızca öldürüldü.
Yaşam hakları ellerinden alındı hem de kendi yaşam ortamlarında yani evlerinde. Ne istediniz ki bu canlardan?
İşte bu nokta en az insanın haklarının ihlali kadar önemli! Bu acımasız olay, yalnızca masum hayvanların yaşam hakkının ellerinden alınmasıyla ilgili değil, aynı zamanda çevre hakkı, ekosistem(in) hakkı, doğanın hakkı ile ilgili.
Doğanın Sesini Duymak: Tahakkümden Haklara
Yaşanan vahşet, insanın bencil isteklerini ve çıkarlarını karşılama doyumsuzluğuna dayanan doğaya tahakküm etme çabasıyla ilişkilidir.
Tarım yapamıyor, eşekler tarlalarına, ektiklerine musallat oluyor diye, çekip vurmayı, öldürmeyi normal kabul eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
İnsanlık tarihine bir bakalım. Binlerce yıl önce, avcı-toplayıcı olarak yaşanan dönemlerde insan doğanın bir parçasıydı; onunla uyum içinde yaşar, onun ritmine ayak uydururlardı.
Tarım devrimiyle birlikte bu ilişki değişti. İnsanlar, doğayı kontrol altına alarak ekin ekmeye, hayvanları evcilleştirmeye başladılar.
Bu kontrol çabası, sanayi devrimi ile zirveye ulaştı ve doğa, insanlığın tahakküm ettiği, daha doğrusu tahakküm etmeye çabaladığı bir kaynak haline geldi. Peki, bu tahakküm çabası ne gibi sonuçlar doğurdu?
Çevrenin, Doğanın Feryadı
Sanayileşmenin getirdiği hızlı nüfus artışı ve tüketim çılgınlığı, doğayı adeta bir savaş alanına çevirdi.
Fabrikaların bacalarından tüten dumanlar, nehirleri kirleten kimyasallar, aşırı avlanma ve ormansızlaşma…
Bu liste uzayıp gider. İklim değişikliği artık bir kriz olarak kapımızı çalıyor, biyoçeşitlilik azalıyor ve doğal kaynaklar hızla tükeniyor.
Doğa, adeta bir feryat içinde. Peki, biz insanlar, bu çığlıkları ne zaman duyacağız?
Yeni Bir Paradigma: Ekolojik ve Doğa Hakları
Haklar bütününe bakıldığında, insana dair hakları öne çıkar. Oysa geleneksel insan hakları yaklaşımının ötesindedir mesele. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü kuşak haklar var.
Birinci kuşak insan hakları, yaşam hakkı, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, dilekçe hakkı, mülkiyet hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi temel veya klasik haklardır. İkinci kuşak insan hakları ekonomik, sosyal ve kültürel hakları kapsar.
“1948 Birleşmiş̧ Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve “1953 İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi” metinlerle kabul edilmiş olan bu haklar insanların temel ihtiyaçlarını ile ilgilidir.
Gelelim üçüncü ve dördüncü kuşak haklara;
Üçüncü kuşak insan hakları ise dayanışma hakları, halkların hakları veya grup hakları şeklinde tanımlanmaktadır.
Bu haklara örnek olarak çevre hakkı, barış hakkı, ekonomik ve sosyal gelişme hakkı gösterilebilir.
Ve
Dördüncü kuşak insan haklar şöyle sıralanabilir: Ekosistem(in) hakkı, gelecek (doğmamış) nesillerin hakkı, kent(in) hakkı.
Doğa, yalnızca insanlar için bir kaynak değil, kendi başına bir değerdir. Doğanın hukuki bir kişilik kazanması, onun korunması ve gelecek nesiller için sürdürülebilir hale getirilmesi anlamına geliyor.
Bu düşünce, Bolivya, Ekvator ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde yasal olarak tanınmış nehir ve doğa alanları ile somutlaşmaya başladı.
Karpaz’daki eşeklerin hunharca katledilmesi, çevre hakkı, ekolojik haklar, doğanın hakkı ve hayvan hakkı gibi konuların önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
İnsan faaliyetlerinin doğa dostu çözümlerle gerçekleştirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Tam da bu noktada, doğanın, ekosistem(in) haklarının konuşulması gereken yerdeyiz.
İnsan hakları kadar önemli olan doğa ve hayvan haklarına saygı gösterilmeli ve bu haklar korunmalıdır. Doğanın korunması, yalnızca biz insanların değil aynı zamanda Hektor ve Hera gibi canlıların da yaşam haklarını savunmayı gerektirir.
Sorumluluğumuz: Bir Uyanış Çağrısı
“Hayatın içinde yeniden ürediği ve meydana geldiği tabiat veya toprak ana bir bütün olarak var olma, yaşam döngü ve işlevlerinin evrimsel süreçlerinin korunması ve yeniden canlandırılması hakkına sahiptir” (Ekvator Anayasasından)
Doğaya karşı sorumluluğumuz var. Şimdi, daha sürdürülebilir bir gelecek için bir araya gelme zamanı. Doğanın sesini duyma, onun feryadına kulak verme ve onu koruma zamanı. Çünkü doğa insanın yaşam kaynağı ve onu korumak, insanlık onurumuzun bir gereğidir.
Sadece insanın ihtiyaçlarını, çıkarlarını gözeten, doğaya tahakküm etmeye dayalı bir yaşam yerine, sürdürülebilir kalkınma politikaları ile doğayı korumalıyız. Bu sorumluluk, sadece bugünü değil, geleceği de kurtaracaktır.