Konuşmadığımız Bir 19 Mayıs Daha Var…

19 Mayıs 1915’teki pek bilmediğimiz hazin durum… Ayhan Aktar’ın resmi kaynakları tarayarak üzerinde geniş bir çalışma yaptığı ilkini fazla bilmiyor ve konuşmuyoruz. Neden? Anlaşılan o ki Türkiye her şeyi siyasallaştırıyor, tarih bilimini de…
Basın Tarihi treni kendi istasyonunda harekete hazırlanırken Çanakkale Valiliği’nin Web sitesinde “19 Mayıs Gece Taarruzu” başlığına rastlamasam muhtemelen konu daha farklı olacaktı.
Söz konusu 19 Mayıs, 19 Mayıs 1915’miş.
Valilik, 42 bin kişilik Türk birliğinin 13 bin kişilik Anzak gücü karşısında “bir başarı” elde edemediğini, hatta 3 bin 369 askerimizin şehit düştüğünü, 5 bin 967 insanımızın yaralandığını belirtiyordu. Bu ağır yıkım karşısında taarruz Genel Karargâh tarafından durdurulmuştu.
Olayın tarihsel anlatımı içinde “Alt rütbedeki komutanların uyarılarını dinlemeyerek ne olursa olsun taarruz fikrinde ısrar eden 5. Ordu Komutanlığı” vurgusunu da okudum.
Pek sözü edilmeyen bir tarihsel bilgi ile karşı karşıya kalmıştım.
* * *
Basın Tarihi, hat değiştirip 19 Mayıs 1915’in peşine düştü.
Derinlemesine bir araştırma peşinde dolanırken, Toplumsal Tarih Dergisi’nin Nisan 2025 sayısında, Prof. Dr. Ayhan Aktar’ın “Çanakkale’de 19 Mayıs 1915 taarruzunu anlamak/açıklamak” yazısında durdu.
Uzun akademik makale 19 Mayıs 1915 faciasının bilançosunu da veriyordu:
“19 Mayıs 1915 hücumunda, Osmanlı ordusu yaklaşık 42 bin askerle ile 3,5 kilometrelik dar bir cepheyi tutan Anzaklara hücum eder. Cepheyi 13 bin Anzak askeri korumaktadır. Ellerinde 16 makineli tüfek ve 43 top vardır.
19 Mayıs hücumunda Osmanlı ordusu 10 bine yakın zayiat vermiştir: 3 bin 420 asker şehit olmuş, 6 bin 64 asker yaralanmış ve 486 asker de kayıp/esir olarak kayıtlara geçmiştir. Anzaklar bu hücumu durdurmak için 948 bin tüfek ve mitralyöz mermisi harcamışlardır. Kısacası, 19 Mayıs 1915 sabahı yapılan hücumda Osmanlı askerleri Anzak mitralyözleri tarafından biçilmişlerdir.”
* * *
Valilik sitesindeki “üst rütbeli-alt rütbeli” subay ayrımı da Aktar’ın makalesinde belgelere dayalı olarak aydınlatılıyordu:
Taarruzu Enver Paşa istemektedir…
Mustafa Kemal ve kimi başka kurmaylar da Enver Paşa’yı desteklemektedir:
“Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Bey, önce Enver Paşa’yı cepheye davet etmiş, sonra da onun kurmay subayları arasında ‘hücum emri’ fikrini yaygınlaştırmak için çaba göstermiştir. Aslında Enver Paşa, bu raporu almadan çok önce hücum konusunda zaten çoktan ikna olmuş durumdadır.”
Taarruzu istemeyenler ise Enver Paşa’yı kararından caydırmak için gayret içindedirler:
“Bu telgrafı alan Liman Paşa, kendi Kurmay Başkanı Albay Kâzım (İnanç) Bey’i ikna ederek Enver Paşa’ya aynı gün özel bir mektup yazdırır.
Kâzım Bey, Enver Paşa’nın sınıf arkadaşıdır:
‘Başkomutan Vekili Enver Paşa Hazretlerine,
Bu gece her zamanki gibi Seddülbahir’e bir hücum yapıldı, bu bölgenin düşmandan tamamı ile temizlenmesi yine mümkün olamadı. Rica ederim, dokuz günden beri arka arkaya yapılan hücumlara artık bir son verilsin. Düşmanın bugün filo desteğinde asker çıkaracağı tabiidir. Çünkü, filoya karşı koyacak kuvvetimiz, yalnız, övmeye değer niteliklerine güvendiğimiz askerimizdir ki o da günden güne eriyor. Şehit ve yaralı sayısı 15 bini aşmıştır…
Düşman, ilk çıkarmada elde ettiği küçük arazi parçalarından şimdiye kadar fazla ilerleyememiştir. Mahdut [sınırlı] hedefli olarak yaptığı taarruzlar daima büyük zayiat ile geriye püskürtülmüştür. Düşman, daha çok bizi taarruza zorlayarak zayıf düşürmek istiyor… Ordunun, bu aldatmaya artık kapılmaması zamanı gelmiş ve geçmiştir. O bize taarruz etsin ve zayıf düşsün… Hakkındaki yüksek güvenlerine dayanarak ordunun bir süre için savunmada kalmasını ve bu surette bulacağı fırsatlar içerisinde dinlenmesini … emir buyurmanızın uygun olacağını arz etmek istiyorum. Emir ve irade yine efendimizindir’
Enver Paşa, bu hazin mektubu yazmak zorunda kalan Albay Kâzım Bey’i muhatap kabul etmez. V. Ordu Komutanı Liman Paşa’ya doğrudan yazarak “Size taze ve kuvvetli ve talimi terbiyesi yerinde bir fırka (2. Tümen) veriyorum. Düşmana taarruz ediniz ve denize dökünüz” emrini verir.
29 2. Tümen de 16 Mayıs’ta Gelibolu yarımadasına ulaşır. V. Ordu Komutanı Liman Paşa da 17 Mayıs tarihinde Esat Paşa’ya taarruz emrini verir”
* * *
“Enver Paşa’nın 4 Mayıs 1915 tarihinde V. Ordu Komutanlığı’na yolladığı telgraftaki ilk cümle şöyledir: ‘Askeri ve siyasi sebeplerle Gelibolu yarımadasında kesin sonucun bir an önce elde edilmesini olağanüstü bir önemde görüyorum’”
Enver Paşa’nın altını çizdiği “siyasi sebepleri” merak eden Prof. Ayhan Aktar, ağır topçu subaylarından Yüzbaşı Eyüp (Durukan) Bey’in 12 Mayıs 1915’de günlüğüne yazdığı satırlardan hareketle bir darbe girişiminden söz ederek ve şu yorumu yapıyor:
“Kafkas cephesinde Enver Paşa’nın şahsen yönettiği bir harekât sonucunda Osmanlı ordusunun 100,000’den fazla askerini kaybetmiş olması, anlaşılan bazı İttihatçılar ve hatta Enver Paşa’nın kendi arkadaşları arasında rahatsızlığa neden olmuştur.
19 Mayıs hücumundan yaklaşık altı ay önce Sarıkamış’ta yaratmış olduğu felaket sonucunda ‘Askeri kırdıran Enver Paşa’ olarak anılan ve bunun getirdiği siyasal meşruiyet krizini çözmeye çalışan Harbiye Nazırı, eğer Anzakları denize dökebilmeyi başarırsa kendi itibarını kurtaracak bir zafer kazanacak ve tekrar dokunulmazlık zırhına bürünebilecektir.
Kısacası 19 Mayıs hücumunu esas olarak, Enver Paşa’nın ‘siyasi geleceğini kurtarmak’ amacıyla yapılmış bir askerî harekât olarak görebiliriz”
* * *
Makale Mustafa Kemal’in neden Enver Paşa’yı desteklediğine de açıklık getiriyor:
“Yukarıda Enver Paşa’nın neden hücum emri verdiğini tartıştık. Ama bir şeyi de eksik bıraktık: Neden Mustafa Kemal Bey gibi subaylar ‘hücum edilsin, düşmanı denize dökelim’ yaklaşımına bu kadar yatkındılar?
Osmanlı ordusunun Balkan Savaşlarında yaşadığı hezimetin üzerinden iki yıl geçtikten sonra Çanakkale’de görev yapan özellikle Rumeli kökenli subaylar açısından bu muharebeden galip çıkmak tam anlamıyla bir onur meselesidir.
Balkan yenilgisinin acısı ve utancı bu subayların zihnini meşgul etmekte, eğer müttefik orduları Çanakkale’yi geçip İstanbul’u işgal ederlerse artık ‘gidecek başka yerlerinin olmadığı’ konusunda kesin inanç sahibidirler”
* * *
Ancak Sakarya Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhında bulunan Halide Edib Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı: İstiklal Savaşı Hatıraları’nda “o günlerde sınırlı kaynaklarla sürdürülen Sakarya Savaşı’nın komuta kadrosunun Çanakkale savaşlarını nasıl hatırladığını” anlatmaktadır:
“Mustafa Kemal Paşa, topçu kuvvetlerini, mühimmatı ve asker azlığını düşünüyordu.
Biz Yunanlılara karşı ancak üçte bir kuvvetteydik.
Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’de on bir bin kişiyi bir hücumda nasıl yok etmiş olduğunu düşünerek o günlere hasret çekiyordu.
Mustafa Kemal Paşa yemeklerden sonra, muhtelif konular üzerinde konuşurdu.
Miralay Arif daima bu memlekette hayatın kıymetli olmadığını, ölüme gönderecek sayıda insan bulunduğunu söylerdi.”
* * *
19 Mayıs 1915’teki pek bilmediğimiz hazin durum…
Ve gururla andığımız 19 Mayıs 1919…
Ayhan Aktar’ın resmi kaynakları tarayarak üzerinde geniş bir çalışma yaptığı ilkini fazla bilmiyor ve konuşmuyoruz.
Neden?
Anlaşılan o ki Türkiye her şeyi siyasallaştırıyor, tarih bilimini de…