Garantörlük Mü Dediniz?

İngiliz emperyalizmi dünyadaki ağırlığını ABD öncülüğündeki NATO’ya devrederken, Kıbrıs’ı kaybetmemek ve NATO etki alanı içinde bırakmak için, Türkiye’yi olayın içine çekerek, Kıbrıs sorununu yaratmıştır.
Aralarında benim de olduğum, bir grup Kıbrıslı Türk sendika yetkilisi, İngiliz Parlamentosu ve siyasetçileri ile Kıbrıs konusunu görüşmek üzere, 2011 yılında İngiliz İşçi Partisi’nin davetlisi olarak Londra’da bir dizi ziyarette bulunmuştuk.
Parlamento, Lordlar Kamarası ve sendikalara yaptığımız ziyaretler yanında, İngiliz Dışişleri Eski Bakanı Jack Straw ile de kahvaltılı bir görüşme yapmıştık.
Toplantı esnasında “Annan Çözüm Planı” gündeme geldi. Jack Straw, Annan Planı’nı, ABD Dışişleri Bakanı Richard Holbrook’un talimatı ile Lord David Hannay ile birlikte hazırladıklarını söyledi.
Bunun üzerine, Kıbrıs Rum tarafının planda en çok karşı çıktıkları “İngilizlerin kendi uzmanlarının sınırlarını belirleyecekleri, denizdeki doğal gaz ve petrol rezervlerinin bulunduğu alanlarda egemenlik talebini” içeren madde olduğunu hatırlattım.
Bu maddenin Kıbrıslı Rumların referandumda “hayır” demelerinde etkili olduğunu vurguladım. Jack Straw, saptamamın doğru olduğunu ve bu maddenin Kıbrıs ile ilgili yapılan “pazarlıkların” bir parçası olduğunu açıkça ifade etti.
Bu yaşanmış örnekte görüleceği gibi Kıbrıs sadece stratejik olarak değil, aynı zamanda hala daha birilerinin çıkarları için sömürmeyi hedefledikleri yerlerden biri olmaya devam etmektedir.
Adanın Kıbrıslı Rum ve Türk toplumları, yüzlerini Türkiye ve Yunanistan’a dönerek, ırkçılık ve şovenizm bataklığında birbirleri ile kavga etmeye devam ederken, İngilizlerin öncülüğünde hazırlanan “çözüm planıyla” bile aslında NATO’ya hizmet etmektedirler.
İki toplumu birbirine düşürüp, düşman yaparlarken, İngilizler 1960 yılında bağımsızlık verdikleri Kıbrıs’ın, doğal kaynaklarını sömürmek için 43 yıl sonra “barış planı” adı altında ülkemizi pazarlık konusu yapabilmektedirler.
1958 yılında, Kıbrıs İstirdat Planı (Kıbrıs’ı geriye alma) hazırlanıp Türkiye olayın içine çekilirken de Türk Mukavemet Teşkilatı kurulup, örgütlenirken de 1963’te toplumsal çatışmalar ve provokasyonlarla iki toplum birbirinden fiziki olarak koparılırken de 1974’teki faşist Yunan Cuntası darbesi örgütlenirken de İngilizler ve NATO aktif olarak devrede idi.
Özellikle 1974 Yunan darbesinden hemen sonra, Türkiye’nin askeri müdahalesine yeşil ışık yakıp, ikinci harekatta NATO’nun, Lefkoşa–Mağusa anayolu olarak önceden belirlediği sınırın güneyine geçen Türk ordusunu savaş uçakları ile uyaran İngilizler olmuştur.
Türkiye, ona destek veren NATO sayesinde, Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunmakta ve kolonicilik faaliyetlerini sürdürmektedir.
ABD’de Donald Trump’ın yönetimin başına seçilmesi ile birlikte başlattığı, Avrupa’nın savunması için NATO’nun yaptığı faaliyetlere desteğini çekme girişimi, Avrupa Birliği ve İngiltere’yi yeni bir arayışa itmiştir.
Bu proje için milyarlarca euroluk bütçe ayrılırken, Kıbrıs’ta “işgalci” olarak nitelendirdikleri Türkiye’ye bu bütçeden yüzde 35’lik toplam tutarı 150 milyar euro vermeyi öngörmektedirler.
Avrupa Parlamentosu son onayladığı Türkiye raporunda, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları başta olmak üzere, her yönü ile Avrupa Birliği ilke ve değerlerinden uzaklaştığına vurgu yapmıştır.
Hal böyle iken, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’yi stratejik ortak kabul edip, savunma alanında iş birliğinin bir parçası olarak görmesi siyasi çıkarların her şeyin önünde olduğunu göstermektedir.
Sadece Türkiye ile değil özellikle Gazze’de yaşanan soykırıma yönelik izlenen siyasetin küresel güçlerin çıkarlarını gözeten “iki yüzlü” bir siyaset olduğunu açıkça göstermektedir.
İngilizlerin bölgemize yönelik yıllar öncesinden hazırladıkları planlar, Avrupa Birliği ve NATO tarafından başarı ile yürütülmektedir.
Sorunu Kıbrıs’ta yaşayan toplumların birbiri ile çatışması olarak algılayan Kıbrıslılar da birbirlerine karşı önyargılar ve düşmanlık besleyerek adada, yabancı askere ve devletlere hizmet ettiklerinin farkında bile değillerdir.
Özellikle Kıbrıslı Türkler, “Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçmeyiz” diyerek, aslında Türk ordusunun NATO gücü olarak onlara “ganimet” diye kazandırdığı “Rum mülklerinden vazgeçmeyiz” demek istiyorlar.
Bununla birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü ve anayasasını koruma sorumluluğu verilen Türkiye, bu sorumluluğu unutarak adamızın kuzeyinde kolonicilik faaliyetlerini sürdürürken, orta doğuyu kan gölüne çevirmede önemli bir rol oynayan NATO’nun kullandığı İngiliz üslerini konuşan yok.
Maalesef Kıbrıs’ta aptallık bir yaşam biçimi olmuş fakat Kıbrıslılar bunun da farkında değiller.