Bağımsızlık Yolu, TC-KKTC arasında imzalanan sözde İş Birliği Protokolü’ne tepki göstererek, bu protokolun halktan asla kabul görmeyeceğini bildiklerinden, haftalarca içeriğini gizlemek durumunda kaldıklarını belirtti
BY: Halktan korkuyorlar, bizden korkuyorlar!
Yazılı açıklama yapan Bağımsızlık Yolu, protokol adı altında Kıbrıslıtürk halkına yapılan dayatmanın yarattığı karamsar havayı dağıtmak ve öfkeyi umuda çevirmek için söze ‘Halktan korkuyorlar, bizden korkuyorlar!’ diye başlayarak, yeni cumhurbaşkanlığı binası ve yeni meclis binası gibi derdine derman olmayacak israf projelerini bile ortalığı ayağa kaldırıp “müjde” diye duyuran AKP iktidarı ve yerli işbirlikçilerinin, bu protokolun halktan asla kabul görmeyeceğini bildiklerinden, haftalarca içeriğini gizlemek durumunda kaldıklarını belirtildi.
“Halkın ciddi hiçbir kesiminin bu protokole sahip çıkmayacağını biliyorlar. O kadar iyi biliyorlar ki, bu protokolü resmi gazetede yayınlatıp topluma duyurabilecek bir işbirlikçi hükümeti oluşturabilmek için bile canlarını yediler” denilen açıklamada, işbirlikçiliğiyle nam salmış UBP’nin içinden bile bu protokolü halka yedirebilecek bir hükümet çıkarmayı bile aylarca uğraştan sonra başarabildikleri vurgulandı.
“Halkın ve hatta kendi partililerinin bile destek vermediği bir hükümete uygulatmaya kalkıyorlar”
Açıklamanın tamamı şu şekilde;
Bu hükümeti de ancak UBP delegelerinden bile kurultayda en düşük oyu almış, pandemi dönemindeki jet yolsuzluğuyla anılan Ünal Üstel’i başbakan ve “zam bakanı” olarak kısa sürede halkın her kesiminin tepkisini toplamış Sunat Atun’u da protokolü uygulaması beklenen esas bakanlığın başına atayarak kurabildiler.
Uzun lafın kısası, halktan korkuyorlar, bizden korkuyorlar, bu protoklün halkta bir karşılığı olmadığını çok iyi biliyorlar, uzun zamandır halktan gizlemek zorunda kaldıkları protokolü, halkın ve hatta kendi partililerinin bile destek vermediği bir hükümete uygulatmaya kalkıyorlar.
“Doğru muhalefet tarzı ile bu protokolü tarihin çöplüğüne göndermeye dair umudumuz vardır”
Bu noktada toplumsal muhalefetin görevi; AKP iktidarının ve yerli işbirlikçilerinin kendilerinin bile uygulanacağına inanmadığı, halkın geniş kesimlerinde tepkiyle karşılanacağından adları kadar emin oldukları dayatmalar karşısında, en doğru mücadele stratejisini belirlemek için akıl ve solduyu ile hareket etmektir.
Hazırlayanın bile inanmadığı, haftalardır korkakça saklanan, halkın çok geniş kesimlerinde tepki uyandırmış bu protokol, ölü doğmuştur. Doğru bir muhalefet tarzı ile bu protokolü tarihin çöplüğüne göndermeye dair umudumuz ve kararlılığımız tamdır. Ancak bazı hataların ölüyü bile diriltmeye yol açabileceğini biliyoruz. Bu nedenle Bağımsızlık Yolu olarak, protokole karşı mücadelede aşağıdaki ilkelerin kritik önemde olduğunu düşünüyoruz:
“Halkın gerçek gündemi ekonomi ve geçimdir”
1– Halkın gerçek gündemi ekonomi ve geçimdir. Bu protokolün ekonomik boyutuna ilişkin bir muhalefet, halkın gündelik sorunlarını ve geçim konularını merkeze almalı, bu konulara ilişkin talepleri öne çıkarmalıdır. Başta özel sektörde sendikalaşma ve güvence, asgari ücretin en düşük kamu maaşına eşitlenmesi, iki ayda bir hayat pahalılığı, AKSA’nın kamulaştırılması, pahalılığa karşı gider azaltıcı bir önlem olarak kamusal yatırımların artırılması, kamusal eğitim, kamusal sağlık, kamusal toplu taşımacılık, faiz üzerine faiz eklenmesinin yasaklanması gibi talepler etrafında birleşilmelidir.
2 – Protokoldeki ekonomik ve mali dayatmaların bahanesi olarak sürekli “kaynak yok” lafı öne sürülmektedir. Kaynağın nasıl bulunacağına ilişkin samimi bir cevap sunmayan bir toplumsal muhalefetin protokole göstereceği tepki, halkın güvenini kazanamayacaktır. Toplumsal muhalefet, başta “Servet Vergisi” ve “Ultrazenginler için Acı Reçete” talepleri olmak üzere, kaynak sorununa halkın geniş kesimlerini ikna edecek bir yanıt üretmelidir.
“Ülkemizdeki ekonomik ve mali sorunların kaynağı, sermaye yanlısı neoliberal politikalardır”
3 – Ülkemizdeki ekonomik ve mali sorunların kaynağı, sermaye yanlısı neoliberal politikalardır. Protokoldeki ekonomik ve mali önlemler, bu politikaların bir yansımasıdır. Ülkemizdeki ultrazengin çevreler ve her sektörün köşebaşını tutmuş büyük sermaye sahipleri, protokolde öne çıkan politikaları zaten yıllardır hükümetlere dayatmaktadır. KTHY, ETİ gibi Kurumlarımız bir protokole ihtiyaç duymadan, tasfiye edilmiştir. Büyük sermaye çevreleri, ekonomik protokollerden memnundur. Kendilerinin ısrarla önerdiği neoliberal politikaların Türkiye’den dayatılan bir protokol ile de destek görmesi de işlerine gelmektedir. Bu nedenle, mücadele basit bir “protokol karşıtlığına” indirgenmemeli, meselenin sadece “Ankara’nın dayatması” boyutuna odaklanılmamalı, içimizdeki unsurların rolü gözden kaçmamalıdır. Bu protokolü püskürtebilmemiz için içimizdeki ultrazenginlere karşı bir emek ve halk hareketine ihtiyaç vardır. Ancak hem bu protokole karşı çıkarmış gibi görünen hem de büyük sermaye çevreleri ve ultrazenginler ile gerek pratik gerek ideolojik olarak içli dışlı olan muhalefet kesimlerinin samimiyeti dürüstçe sorgulanmalıdır.
“Halkımızda çok güçlü bir ‘kendi kendini yönetme arzusu’ vardır”
4– Asimilasyon politikaları, dini dayatmalar, sendikal faaliyetlerin kısıtlanması, demokratik hakların ve eylem hakkının kısıtlanması, zaten berbat halde olan vatandaşlık politikalarının daha da kötü bir biçimde dizayn edilmek istenmesi, polis devleti yaratılmaya çalışılması ve daha niceleri, protokolde ön plana çıkmaktadır. Halkımızda çok güçlü bir “kendi kendini yönetme arzusu” vardır. Geçmişteki çok çeşitli örneklerden bilindiği üzere, iç işlerimize, yargıya, siyasetimize, kültürel değerlerimize, kurumlarımıza ve daha nicelerine müdahale edildiğinde; toplumun çok geniş kesimleri ayağa kalkmakta, müdahaleyi kabul etmemektedir.
Kıbrıslıtürklere ne zaman dayatma yapılsa, farklı siyasi partilerden ve görüşlerden kişi ve kesimler tepki göstermektedir. Ortada böyle güçlü bir birliktelik potansiyeli varken, sözü geçen dayatmalara karşı birleşmek için “bu memleket bizim biz yöneteceğiz” demek yeterli sayılmalıdır. Kültürel ve siyasi dayatmalardan rahatsız olan herkesin gönül rahatlığıyla parçası olabileceği bir zemin yaratılmalıdır.Bu zemini yaratırken özellikle dikkat edilmesi gereken şey, Kıbrıs sorununa ya da bir bütün olarak Türkiye ile ilişkilere dair belirli bakış açılarının, bu zemine dahil olmanın bir “önkoşulu” olmaması gerektiğidir. Siyasi, toplumsal ve kültürel dayatmalara karşı yürütülecek mücadele ile çözüm ve federasyon mücadelesi, iki farklı mücadele alanı olarak değerlendirilmelidir. Bu iki mücadelenin kesiştiği alanları artırmayı istiyorsak, kesişmediği alanlara karşı daha kapsayıcı bir çıkış noktası izlememiz gerekmektedir.
“Saldırılar ve dayatmalar bir bütün olarak Kıbrıslıtürk halkına yapılmıştır”
5 – Saldırılar ve dayatmalar bir bütün olarak Kıbrıslıtürk halkına yapılmıştır. Bu dayatmalara kimlik ve köken temelli ayrıştırmalar ile karşı çıkmaya çalışanlar, bu dayatmaların ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey yapmayacaktır. Dayatma Kıbrıslı Türk halkına yapılmıştır, mücadele de kökeni ve kimliği fark etmeksizin Kıbrıslı Türk halkının her bir mensubunun katılımıyla verilebilir.
6– Türkiye’deki derin ekonomik, toplumsal, politik ve kültürel kriz ortadayken, AKP iktidarı Kıbrıslı Türklere akıl verecek durumda değildir. Kendi halkına verecek hiçbir şeyi kalmayan, hatta kendi halkının sıkıp sıkıp suyunu çıkarmış bulunan AKP iktidarı, Kıbrıslı Türklere olsa olsa daha da karanlık bir gelecek verebilir.
“Umutların kuşatılmasın, bu ablukayı emekçiler dağıtacak!”
Türkiye’deki ilerici, aydınlık, demokrat, yurtsever, laik ve emek yanlısı kesimler ile Kıbrıslı Türkler arasında kurulacak bir dayanışma zemini, mücadelemize güç katacaktır. Bağımsızlık Yolu, bir ayağı çukurda olan AKP rejiminin Kıbrıslı Türk halkına dayattığı bu protokolün emekçilerin haklarını merkeze alan bir demokrasi mücadelesi ile durdurulabileceğini ve Türkiye halkları ile dayanışma yoluyla püskürtülebileceğini vurgular. Mücadele umuttan değil, umut mücadeleden doğar. Şimdi mücadele zamanıdır.
Umutların Kuşatılmasın, Bu Ablukayı Emekçiler Dağıtacak!