Birlikte Yaşamamız Mümkün Mü?
Bu yazıyı yazarken tesadüfen Lefkoşa’nın ara bölgesinde bulunan bir kafede oturuyorum.
Buraya gelene kadar sizinle paylaşmak istediğim başka bir konu vardı aklımda. Lakin yan masalardan kulağıma Yunanca, Türkçe, İngilizce konuşmaları gelince “Bu bizim gerçekliğimiz olabilir mi?” sorusu benden büyük bir ısrarla cevap talep etti.
Farklı dilsel ve dini geçmişlere sahip olan iki toplumun yarım yüzyıldır coğrafi olarak ayrı yaşaması, her iki toplumda da özellikle Kıbrıs sorununa ilişkin farklı sosyal temsillere yol açmıştır.
Her iki toplumdaki çeşitli siyasi elitler ve devlet mekanizmaları bu temsilleri ve anlatıları ritüellerin, ulusal sembollerin, anıtların, ulusal mücadele müzelerinin, medyanın ve eğitim sisteminin sistematik kullanımı yoluyla manipüle etmiş ve esas olarak geçmişin farklı toplumsal temsillerini yaratmayı amaçlamıştır.
Kıbrıslı Rum toplumu açısından, merkezi milliyetçi tarih anlatısı Yunanlıların adaya gelişine (M.Ö. 14. yüzyıl) ve adanın Helenleştirilmesine odaklanır.
Bu anlatıya göre; Kıbrıs’ın Helenleri yüzyıllar boyunca yabancı işgalcilere karşı hayatta kalma mücadelesi vermiştir ve bu durumun son örneği “barbar Türk istilasının” sonucu olarak Kıbrıs’ın yüzde 37’sinin işgal edilmesi olmuştur.
Buna karşılık gelen Kıbrıslı Türk anlatısı ise Türklerin Kıbrıs’a gelişine (MS 1571) odaklanarak Kıbrıslı Rumları ana düşman olarak göstermektedir.
Aynı zamanda da Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Rum yönetimine karşı hayatta kalma mücadelesi verdiğini ve bu yüzden Türkiye’nin “Kıbrıs Barış Harekatının” Kıbrıslı Türkleri kurtardığı ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan‘la birleştirme planlarını engellediği için 1974 savaşı olumlu bir sonuç olduğunu desteklemektedir.
Bu tür resmi anlatılar, başkaları tarafından mağdur edilmeye ilişkin kolektif hafızanın belirli bir biçimini teşvik etmektedir. Bu resmi anlatılar iki toplum arasındaki önyargı ve güvensizliği artırarak gelecekte bir arada yaşama isteğini azaltmaktadır.
Her iki toplumda da olaylara dair ilk elden bir anısı olmayan ve eski kuşakların taleplerine göre hatırlamaktan başka çaresi olmayan gençlerin eski kuşakların anılarını taşımaları beklenmektedir.
Otuz yıl sonra ilk kez Kıbrıslı Türk yetkililerin yeşil hattın açılmasına izin vererek bir taraftan diğerine geçişi mümkün kıldığı 2003 yılına kadar ailelerinin evini hiç görmemiş olsalar da onu kendi evleri olarak benimsemek zorunda kaldılar; ailelerinin çektiği acılar onların acıları haline gelmeli ve bu böyle devam etmelidir.
1974’ten bu yana Kıbrıslı Rum toplumunun eğitim sisteminin hedeflerinden biri, genç nesillerin işgal altındaki toprakları hatırlamalarını ve birleşik bir ülke için mücadeleyi sürdürmelerini sağlamak olmuştur.
Δεν Ξεχνώ [Unutmam] olarak bilinen bu eğitim hedefi, okul müfredatına entegre edilmiş ve okul etkinlikleri ve törenlerinin bir parçası haline gelmiştir. Den Ksehno‘nun öğretilmesi, Kıbrıslı Rum topluluğunun 1974 olaylarına ilişkin anlatılarını öne çıkarken, Kıbrıslı Türk topluluğunun bakış açısını dışlamaktadır.
Kıbrıslı Türk topluluğuna gelince, bellek ile ilgili ana slogan, 1963’ten 1974’e kadar olan dönemde yaşanan olaylara atıfta bulunan ve Kıbrıslı Türkleri, Kıbrıslı Rumlara karşı verilen mücadelelerde hayatlarını feda eden şehitlerin fedakarlıklarını, Kıbrıslı Rumların vahşetini ve her zaman mevcut olan Kıbrıslı Rum tehdidini unutmamaya çağıran “Unutmayacağız” sloganıdır.
Bu bağlamda, Şehitleri Anma ve Mücadele Haftası başlığında o yıllarda hayatını kaybedenlerin anısına adanmış olan bir dizi anma etkinliği bir hafta boyunca gerçekleştirilmektedir.
Unutmayacağız kavramı, şehitlerin ve kahramanların fedakârlıklarını, mücadelelerini sürdürerek ve uğruna öldükleri şeyi, yani esas olarak adanın kuzeyindeki toprakları terk etmeyerek onurlandırmayı şimdiki nesillere bir görev olarak vermektedir.
Birçok kez, özellikle de her iki toplumdaki günlük yaşam bağlamında, Kıbrıslıların doğrudan ya da dolaylı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, hala bu söylemin ve bu zihniyetin etkisi altında olduklarını tespit ettim.
Durum böyleyken, Kıbrıslıların ortak bir ülkesi olan vatandaşlar ve komşular olarak bir arada yaşamaları mümkün mü? Gerçekçi olmak gerekirse, bu zihniyetten arınmadan pek mümkün gözükmüyor.
Ara bölgede otururken, paradoksal gibi görünse de iki topluluğun adadaki en doğal bir arada olması olsa gerek. Ara bölgede herkes eşit, kimse üstün değil.
Kimse alanın kendisine ait olduğunu iddia etmiyor. Orada bulunanlar yanlarındaki kişinin nereli olduğuna bakmazlar, onu yakından tanımaya ve anlamaya ihtiyaç duymazlar, onu sevme ya da ondan nefret etme sürecine girmezler…
Sadece ona ve orada olma hakkına saygı gösterirler. Aslında bakarsak, hepimizin ihtiyacı olan böyle bir Kıbrıs. Ve böyle bir Kıbrıs’ta birlikte yaşamamız mümkün.