Sıra Bize De Gelmeden Önce Harekete Geçelim…
Avrupa genelinde aşırı sağın yükselişi endişe vericidir. Bazı ülkelerde Avrupa Parlamentosu seçimlerine ilişkin tahminler neredeyse Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arası dönemi anımsatmaktadır.
Aşırı sağın yükselişi ve güçlenmesi elbette her ülkede kendine has özelliklere sahip olsa da, yol açtığı tehlikeler benzerlikler göstermektedir.
ELAM Kıbrıs‘ta ilk ortaya çıktığında, açıkça Yunanistan‘daki Neo-Nazi Altın Şafak örgütünün bir koluydu.
Bu örgüt yasadışı bir suç örgütü olarak yargılandı ve liderleri artık cezaevinde bulunuyorlar. Kıbrıs’ta örgütlü aşırı sağın 1974 sonrasında ilk yükselişi esas olarak 2008’deki ekonomik krizle ilgiliydi.
Başka bir deyişle, Einstein‘ın bir zamanlar Naziler hakkında “halkın aç karnıyla besleniyorlar” sözleriyle belirttiği şekilde ortaya çıktılar.
Aynı zamanda Kıbrıs işgalinin oldubittilerine yatırım yapan milliyetçilikten de yararlandılar. Neo-Naziler gibi onlar da savaşı kaybedenlerin tarafında yer alanların ezilen ulusal gururundan istifade ettiler.
Elbette tarihimizden de çok iyi bildiğimiz gibi her iki tarafın milliyetçileri bileşik kaplar gibidir ve birbiriyle sürekli iletişim halindedir. Bu nedenle Ersin Tatar‘ın her provokatif açıklaması, Ara Bölge’de Türk ordusunun her ihlali ve Türkiye‘den gelen her zehirli siyasi beyan Kıbrıs Rum aşırı sağının ekmeğine yağ sürüyor.
Elbette bunun tam tersi de diğer taraf için geçerlidir.
ELAM ilk kez 2016 yılında Meclis’e girdiğinde sadece AKEL onları Meclis’te başka bir parti olarak kabul etmemişti.
Sessiz kalan ve hatta bir dereceye kadar hoşgörü gösteren diğer partilerin aksine, ELAM’la herhangi bir iş birliğini ve teması AKEL reddetti.
Altın Şafak’ı gayri meşrulaştırma prosedürlerini başlatan Yunanistan’daki sağ hükümetin aksine, Kıbrıs’ta özellikle resmi sağın ilişkileri sürdürmeye çalışması hiç de tesadüfi değildi. ELAM’ın DİSİ ile ilişkisi daha sonra her ikisinin de işine geldi.
Örneğin 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda ve 2021’de Meclis Başkanı’nın seçilmesinde kritik anlarda ELAM, DİSİ’ye destek verdi.
Aynı zamanda merkezden sağa kadar çeşitli politikacılar, başta göç ve göçmenler konusu olmak üzere pek çok konuda aşırı sağın ırkçı ve milliyetçi söylemini benimsediler. Bunun sonucu da aşırı sağcı gündemin meşrulaştırılması ve daha da pekiştirilmesi oldu.
ELAM, sağın büyük partisinin ama aynı zamanda merkezdeki partilerin de yanında yer alan küçük bir parlamento partisiyken, işlerine geliyordu.
Peki şimdi DİSİ’nin iç sorunları ve göçmenler meselesinin öne çıkmasıyla kamuoyu yoklamalarına göre ELAM üçüncü parti haline gelince ne oluyor?
Evet, pek çok kişi aşırı sağın yükselişinin yol açtığı tehlikeleri dile getirip tepki göstermeyi şimdi hatırladı.
Ancak aşırı sağla iş birliği yapıp gündemi belirlemeleri konusunda onlara yardımcı olursanız, daha sonrasında aşırı sağın yol açtığı tehlikeler hakkında konuştuğunuzda, inandırıcı olmakta artık geç kalmış olursunuz.
Bu noktada Brecht‘in sözlerinden esinlenerek, şunu söyleyebiliriz; “Aşırı sağcı yılan başkaları için geldiğinde sesimizi çıkarmazsak, sıra bize geldiğinde bize destek olacak kimse kalmaz”
Tüm bu nedenlerden dolayı aşırı sağa ve onun gündemine karşı direniş fırsatçı bir yaklaşımla olmamalıdır. Bu, mevcut siyasi koşullar ne olursa olsun bir prensip meselesi olmalıdır.
Yeşil Hat’ın her iki tarafındaki ilerici güçler, aşırı sağın Kıbrıs sorunundan insan haklarına kadar uzanan söyleminin hâkim kılınmasını önleyecek şekilde birbirleriyle iletişim içerisinde olan bileşik kaplar olmayı sağlamalıdır.
Tarihin dramatik bir şekilde tekerrür etmesini engelleyebilmemiz için önümüzdeki seçimler gerekli uygun mesajların gönderilmesi açısından bir fırsattır.