Asıl Konuşulması Gerekenler: Temmuz 1974, Kissinger, Amerika Ve Kıbrıs Sorunu
Temmuz ayı, acı dolu geçmişlerini hatırlatır Kıbrıslılara. Bu yüzden de pek sevilmez Kıbrıs halkı arasında.
Çünkü bir temmuz ayında savaş uçaklarının sesleriyle uyandılar sabahlarına. Çünkü bir temmuz ayında göç ettirildiler köylerinden. Çünkü bir temmuz ayında bölündü yurtları ikiye ortasından.
50 sene önceki bir temmuz ayında, yurdunun öteki yarısından, birbirlerinden koparıldı benim halkım.
Dile kolay, ama yaşamaya kolay değil bu 50 sene…
Zaman bazen her şeyin ilacı değildir, bazı acılar zaman geçtikçe daha da derinleşir. Hele de yaralar hala deşilmeye devam ediyorsa…
“Acıların bayramı olmaz”
15 Temmuz 1974. İşte her şeyin başladığı o tarih…
Yunanistan’daki askeri cuntanın, EOKA-B’nin de yardımıyla Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios’u devirmek için darbe yaptığı gün.
Amaçları, bağımsız olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Yunanistan’a bağlamak, kısacası “enosis”
Yunanistan’daki askeri cunta, Makarios’un yerine, EOKA-B’nin bilindik isimlerinden Nikos Sampson’u başa getiriyor, Kıbrıs’ta ‘kukla’ bir hükümet kuruyor. Ve böylelikle Ayşe’nin tatile çıkması için gerekli hazırlık tamamlanmış oluyor…
20 Temmuz 1974. İşte Ayşe’nin tatilinin başlangıç günü…
Türkiye, ilk askeri müdahalesini 50 sene önce böyle bir günde gerçekleştirdi. Kamuoyuna sunduğu gerekçesi ise adadaki Anayasal düzenin bozulmuş olmasıydı.
Haklıydı da çünkü Yunanistan askeri cuntasının gerçekleştirdiği darbe, Kıbrıs’ta Anayasal düzenin bozulmasını sağlamıştı. Garantörlük Antlaşması’nın 4. Maddesi’ne göre de Türkiye’nin böyle bir durumda müdahale etme hakkı vardı.
“Tüm Kıbrıslılara barışı getireceğiz, Anayasal düzeni teşhis edeceğiz” vaatleri ile gelmişti Türkiye adaya. Sonrasında ne mi oldu?
Verilen vaatler yerine getirilmedi, Ayşe’nin tatili bir türlü bitmek bilmedi…
Ayşe’nin ‘tatil’ diye başlayan bu serüveni, adeta bir ’yerleşim’ halini aldı. Türkiye’nin 40 bin askeri adaya yerleştirildi ve Türkiye Kıbrıs’tan hiçbir zaman geri çekilmedi…
‘Yasal’ olarak tanımlanan ilk müdahale, ‘tatilin’ çok uzun sürmesinden dolayı, 16 Ağustos 1974’teki BMGK 360 numaralı karardan sonra ‘yasa dışı’ bir hale dönüştü. Türkiye, Kıbrıs’ta ‘işgalci’ pozisyonuna geldi…
Kıbrıs, tam ortasından ikiye bölündü. Birçok canlar katledildi, Kıbrıslılar evlerinden, yurtlarından göç ettirildi.
Küçücük bu adada Kıbrıslılar, birbirlerinden koparıldı, uzun yıllar boyunca yurdunun öteki yarısına hasret bırakıldı…
Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın bölünmesine sebep olan devletler gibi duruyorlar bu tabloya baktığımızda, değil mi?
Peki, sizlere aslında tablonun çok küçük bir kısmına baktığımızı ve büyük resmi gözümüzden kaçırdığımızı söylesem?
Aslında tarihimiz boyunca, Kıbrıs’ın kaderini Kıbrıslıların belirlemediğini ve Kıbrıs’ın dünyadaki değişen güç ekseninde, ufak bir ‘piyon’ olarak savrulduğunu söylesem?
1967 yılında Yunanistan’daki kralı deviren ve yerine geçen askeri cuntanın arkasında, resmi olarak olmasa da dolaylı yoldan kim vardı, biliyor musunuz? Ya da bu askeri cunta, neden Makarios’u istemiyordu?
Kıbrıs sorununun oluşmasını sağlayan temel sebeplerden biri, Yunanistan ve Türkiye’yi de bölgedeki çıkarları için kullanan, daha büyük bir güç olabilir mi?
Düşünün bakalım, Türkiye ile Yunanistan’ın, ‘ortak’ içerisinde bulunduğu bir örgüt, ikisini de destekleyen bir ‘süper güç’ aklınıza gelecek mi…
Yunanistan’ı 1967’den 1974’e kadar yöneten Yunan askeri cuntası güçlü bir anti-komünistti ve Amerika’nın çıkarlarıyla uyum içerisinde çalışıyordu.
Diğer taraftan ise, bağımsızlığını yeni kazanmış Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Makarios, “Bağlantısızlar Hareketi” ile iyi ilişkiler kurmaya başlıyordu.
Yunanistan’daki askeri cunta, Kıbrıs’ın bağımsız dış politikasının ‘Amerika çıkarlarıyla’ uyumunu zayıflatabileceğinden ve potansiyel olarak Doğu bloğuyla bağları güçlendirebileceğinden endişe ediyordu.
Bu yüzden de Makarios’u devirmek için bir darbe gerçekleştirdi…
Kısacası Kıbrıs, “Akdeniz’in Küba’sı” olma yolunda ilerliyordu.
Bu da Akdeniz ve Orta Doğu’daki ‘Amerikan çıkarlarını’ tehlikeye atan bir durum olabilirdi…
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Kissinger, önce Yunanistan’a, sonra ise bölgedeki diğer müttefiki olan Türkiye’ye döndü. Yunanistan, Türkiye’ye Kıbrıs’a müdahale etmesi için bir zemin hazırladı.
Türkiye ise gereken hamleyi, zamanı geldiğinde uyguladı…
Ne de olsa Ecevit, Kissinger’ın ‘iyi bir öğrencisiydi’ ve Türkiye’nin ve Türklerin adada bulunması ‘komünizmin’ Kıbrıslılar arasında yayılmasını engelleyecekti. Nitekim öyle de oldu. Kıbrıs bölündü; ancak bölgedeki ‘çıkarlar’ korunmaya hep devam etti…
Kıbrıs’ın kaderini tayin etmek, tarihimiz boyunca hiçbir zaman Kıbrıslıların elinde olmadı…
Artık kendi kaderimizi ellerimize almak için harekete geçecek miyiz, yoksa büyük güçlerin çıkarları için bir ‘piyon’ niyetine savrulmaya devam mı edeceğiz?
Acılarımızı artık kendimiz sarmayı öğrenecek miyiz, yoksa kendimizi büyük güçlerin insafına bırakmaya devam mı edeceğiz?