InstagramKıbrısManşetSiyaset

Esendağlı: Bu ilke ihlal edilirse mevki ve makamlar yeteneksiz kişilere teslim edilmiş olur


Kıbrıs Türk Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı, 2024-2025 yeni adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşmasında, kamudaki liyakatsiz atama ve görevlendirmelere dikkat çekti, yargıdaki atama kriterlerinin oluşturulması çağrısında bulundu. Esendağlı’dan sonra kürsüye çıkan atanmış Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise “Kamu Hizmeti Komisyonu“na (KHK) sonuna kadar güvendiğini söyledi

Esendağlı: Liyakat basit şekilde “herhangi bir iş için ehil, yeterli, yaraşır olma” durumudur

Lefkoşa Açık Öğretim Fakültesi’nde yapılan ve atanmış Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Meclis Başkanı Zorlu Töre, atanmış Başbakan Ünal Üstel, Ana Muhalefet Partisi Başkanı Tufan Erhürman, Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim, bazı bakan, milletvekilleri ve hukukçuların katıldığı yeni adli yıl açılış töreninde konuşan Esendağlı, kamudaki liyakat sorununa dikkat çekti.

Esendağlı konuşmasının bu bölümünde şunları söyledi;

Liyakatin gayet basit şekilde “herhangi bir iş için ehil, yeterli, yaraşır olma” şeklinde yapılabilen tanımından hareketle bu ilkenin ihlal edilmesi kamu hizmetleri açısından iki büyük kayba yola açmaktadır;

“Bu ilke ihlal edilirse mevki ve makamlar hak etmeyen, yeterliliği olmayan, yeteneksiz kişilere teslim edilmiş olur”

Öncelikle mevki ve makamlar hak etmeyen, yeterliliği olmayan, yeteneksiz kişilere teslim edilmiş olur. Bunun doğal sonucu olarak da hakkı yenen liyakat sahibi kişiler sisteme küstürülüp, kamu bunların nitelikli üretiminden mahrum bırakılır.

Hasan Esendağlı

Genç bir adayın ister geçim amacıyla, isterse ideal uğruna başvurduğu kamu görevine girişte, haksızlığa uğradığını hissettiğinde yaşadığı hayal kırıklığının boyutunu ise, “küslük” kelimesiyle tanımlamak yetersiz kalacaktır.

Barolar Birliği’nden kamuda liyakat için reform önerisi

Bu düşüncelerden hareketle devletin tüm yetkililerin bir araya geldiği bu zeminde kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi için bir öneri yapmak istiyoruz. (Hem de iyi tarafı, kamu maliyesine sıfır maliyeti olan bir öneri, Sayın Maliye Bakanım)

Ana ekseni “kamuda liyakatin sağlanması” olan bir kamu reformu yapılmak suretiyle kamunun tüm alanları için az önce ifade ettiğim aksaklıklara yol açan yasal düzenlemeler değiştirilmelidir.

Bu reformda asgari olarak şunları sağlanabilir:

– Kamu Hizmeti Komisyonu’nun oluşum bakımından yenilenmesi ve siyasi tarafgirlikten ari gerçek bağımsız bir organa dönüştürülmesi; bu komisyonun sınav ve mülakat sistemlerinin, istihdam edilecek alana göre uzmanlığı ve yeterliliği saptama kabiliyetinin artırılması.

– Üst kademe yöneticileri ile ilgili olarak üçlü kararname ile atama sisteminin terkedilerek; teknik bilgi ve tecrübe gerektiren bu makamların, liyakate dayalı yükselme sistemine dahil edilmesi.

– Yargı’da Yüksek Adliye Kurulu’nun ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun gizli oy ve gerekçesiz atama yöntemlerinin; objektif kriter ve yazılı sınava dayalı bir sisteme dönüştürülmesi.

– Polis Hizmetleri Komisyonu’nun oldukça önemli bir kamu görevine giriş ve yükseltme yetkisine haiz bir organ olduğu gerçeğinden hareketle diğer benzer organlarda olduğu gibi bağımsızlığının sağlanması.

– Kendi yasaları ile kurulmuş ve istihdam yetkisine haiz diğer kamu kurumlarının da objektif kritere dayalı liyakat sistemi ile çalışmasının sağlanması.

“İhtiyacımız olan esas malzeme; ortak iyi için bir olma ve birlik olma motivasyonudur”

Her adımına, her aşamasına katkı koymaya hazır olduğumuz böylesi bir reform çalışmasının gerçekleştirilmesi halinde; tüm kamu hizmetlerinde gözle görülür bir iyileşmenin sağlanacağına inancımız tamdır. Bu noktada ihtiyacımız olan esas malzeme “ortak iyi için bir olma ve birlik olma motivasyonu”dur.

Türkiye’de 6 Şubat 2023’te yaşanan deprem felaketinde Isias Otel denen ölüm tuzağında enkaz altında kalan çocuklarımıza ulaşılması ve ülkemize getirilmesi notasında ivedi ve etkili şekilde yapılan icraat, bize gerçekten bir devletimiz olduğunu hissettirdi. (Sayın Başbakanım) Bu depremde kaybettiğimiz canların hakkının aranması için başlatılan yargı sürecinde hükümetiyle, muhalefetiyle, medyasıyla, sivil toplumu ve meslek örgütleriyle, ailelerimizin yanında bir ve bütün olarak sarsılmaz bir şekilde mücadele ediyoruz.

Şimdi sormak istiyorum. Başımıza böylesi bir felaket gelmeden bu şekilde bir ve bütün olabilmemizin yolu yok mudur? Ülkemizin, toplumumuzun, çocuklarımızın refahını sağlamak; gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakmak; ortak iyiyi gerçekleştirmek, birlik olmak için yeterli sebepler değil midir?

Tatar: KHK’ya ve oradaki arkadaşlara güvenim tam

Esendağlı’dan sonra kürsüye çıkan ve konuşma yapan atanmış Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise, Esendağlı’nın reform önerilerini duymazdan gelerek, durumdan memnun olduğunu şu sözlerle açıkladı;

“Kamu Hizmeti Komisyonu bağımsız bir kurumdur. oradaki atamalar, sınav sistemi tamimiyle bağımsızlık üzerine sürdürülüyor, oradaki arkadaşlara da tam güvenimi buradan sizlerle paylaşmak istiyorum”

Esendağlı konuşmasına önemli bir alıntı ile başladı

Esendağlı’nın konuşmasının tamamı ise şöyle;

“Sayın Cumhurbaşkanım;

Sayın Protokol Üyeleri;

Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan Respublikası Yüksek Yargılarını temsilen aramızda bulunan Sayın Konuklarımız;

Sizleri Kıbrıs Türk Barolar Birliği adına saygı ile selamlıyorum.

Yeni Adli Yılda büyük bir özveri ile adalet hizmetlerine en önemli katkıyı yapmaya devam eden tüm avukat meslektaşlarıma, yargıç ve savcılarımıza, mahkeme ve savcılıkta görev yapan personellerimize başarılar diliyor; ülkemiz adına yargı mekanizmalarından beklenen yegane ürün olan adaleti somut olarak görebileceğimiz, hissedebileceğimiz bir adli yıl temenni ediyorum.

Müsaadenizle konuşmama bir alıntı ile başlamak istiyorum:

Kamu görevine atamada adayların belirli bir kriter çerçevesinde nitelik, liyakat veya başarı derecelerinin alt ve üst sınırlarının yasada belirlenmesi ve bu kriterlerin önceden bilinmesi gereklidir. Liyakat ilkesi uygulanır doğrultusunda genel bir madde ile, herhangi bir sınırın belirlenmemiş olması halinde liyakate dikkat edildiğinin söylenmesi mümkün olamaz.

..İlgili Yasa’da atama yapılacak mevkiinin hizmet şemasında yer alan nitelikleri haiz müracaat eden tüm kişiler arasından ne tür bir kriter uygulanıp belirleme yapılacağı; ve bunun ne şekilde yapılacağına dair herhangi bir kural bulunmamaktadır. Yapılacak atama, kamu görevi yapacak bir kişinin atamasıdır.

Böyle bir durumda idareye verilen aday belirleme yetkisi sınırsız ve keyfiliğe varan ölçüde olmamalıdır. Atamayı yapacak Kurula, aranan nitelikleri haiz kişiler arasından keyfi bir şekilde diledikleri kişiyi belirleme ve atama yetkisi verilmiştir.

….Hukuki güvenlik ilkesi, hukuken belirlenen sınırlar çerçevesinde yapılacak işlem ve/veya alınacak kararların öngörülebilir olmasını, bunun neticesinde alınacak karara güven duyulmasını sağlar. Hiçbir kural konulmadığı takdirde yapılacak işlem ve/veya alınacak karar tamamen keyfi olabilmekte ve bu durumda belirlenen çerçevede öngörülebilir olamamakta ve dolayısı ile de hukuki güvenlikten söz edilememektedir.

Herhangi bir sınır olmadan keyfi karar verme olanağı yaratıldığı nispette, kişilerin hukuk devletinden bekledikleri hukuki güvenlik ve istikrarın bulunması mümkün değildir.

Hizmet Şemasında aranan niteliklerde yer alan hususlar ve atama ve yükselmede, genel liyakata göre hareket edilmesi gerekliliği hukuki güvenlik ilkesi için yeterli olabilir mi?

Aranan nitelikler idarenin keyfi takdirini kullanacağı alanı daraltmakta, ancak sınırlamamaktadır. Atamanın genel nitelikli liyakat sistemine dayandırılması gerektiğini öngören bir madde, keyfiliği sınırlama mahiyetinde kabul edilemez. Burada da liyakatın ne şekilde belirleneceğine dair bir gösterge bulunmalıdır. Sadece liyakat sistemine dayandırılmaktan bahsedilmesi keyfi bir uygulamayı ortadan kaldıracak nitelikte olmayıp hukuki güvenlik ilkesinin var olduğunu söyleyebilmek için yeterli değildir. Keyfi uygulama bulunduğu bir yerde hukuki istikrar veya hukuki güvenlik bulunduğu söylenemez.

Yasa ile düzenleme yapılmaksızın, idareye keyfi yetki verilmesi Anayasa’nın 1. maddesinde yer alan hukukun üstünlüğü ilkesinin bir alt ilkesi olarak ifade edilen hukuki güvenlik ilkesine aykırıdır. Keyfi belirlemeyi ortadan kaldıracak kriter veya kriterlerin yasaya konmaması nedeni ile idarenin yetkisini ne şekilde kullanması gerektiği noktasında herhangi bir kısıtlama yoktur. Bu nedenle İdare, kendi istediği gibi bu yetkisini sınırsız bir şekilde kullanabilmektedir. Yargı yolunun açık olması da keyfiliği ortadan kaldırmamaktadır. Mezkur maddede yetki verilirken çerçevenin çizilmemiş, sınırın konulmamış, kriterin belirlenmemiş olması ve sınırsız veya çok geniş yetki tanınması nedeniyle hukuki güvenlik ilkesine aykırı, hukuk devleti ile bağdaşmayan bir düzenlemenin varlığı ortaya çıkmaktadır…

“Liyakat ilkesinin ihlali Anayasaya aykırılık seviyesinde bir hukuki sakatlıktır”

Bu alıntı, KKTC Anayasa Mahkemesi’nin 2021 yılında oybirliği ile vermiş olduğu bir karardandır. Yüksek Mahkememiz kararında liyakat ve hukuki güvenlik ilkeleri ile ilgili bu saptamaları yapmıştır.

Buna göre, liyakat ilkesinin ihlali Anayasaya aykırılık seviyesinde bir hukuki sakatlıktır.

Ülkemizin sorunları yıllardır burası dahil olmak üzere her platformdan parça parça dile getirilmekte, tartışılmakta, bir kısmı çözülmekte ancak daha fazlası ne yazık ki kronikleşerek büyümektedir.

Elbette ki sorunların ve özellikle acil olanların çözümü, ertelenmeksizin yetkililer tarafından mümkün olduğunca gerçekleştirilmelidir. Ancak bu sorunların en birinci sebebinin, kamu yönetiminde hayati öneme haiz olan liyakat ilkesinin devlet organları tarafından standart ve adil bir şekilde uygulanmaması olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Anayasası ve diğer mevzuatı ile; merkezi ve yerel yönetim organizasyonu ile; güçler ayrılığı ve kamu yönetiminde yetki bölüşümü sistemi ile kağıt üzerinde eksiksiz bir devlet yapısı bulunan; kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi bakımından görev ve yetkiye sahip tüm kamu kurum ve organlara sahip olan bir ülkede ortaya çıkan başarısızlığın başka bir izahı bulunmadığını düşünmekteyim.

Kamu hizmetlerine ilişkin görev ve özellikle yetkilerin, tam anlamıyla liyakatli kişilere teslim edilmesi halinde; bunların mümkün olan en iyi nitelikte yerine getirileceği çıkarımı, aklın gereğidir.

“Liyakat sahibi kişiler sisteme küstürülüp, kamu bunların nitelikli üretiminden mahrum bırakılır”

Liyakatın gayet basit şekilde “herhangi bir iş için ehil, yeterli, yaraşır olma” şeklinde yapılabilen tanımından hareketle bu ilkenin ihlal edilmesi kamu hizmetleri açısından iki büyük kayba yola açmaktadır: Öncelikle mevki ve makamlar hak etmeyen, yeterliliği olmayan, yeteneksiz kişilere teslim edilmiş olur.

Bunun doğal sonucu olarak da hakkı yenen liyakat sahibi kişiler sisteme küstürülüp, kamu bunların nitelikli üretiminden mahrum bırakılır. Genç bir adayın ister geçim amacıyla, isterse ideal uğruna başvurduğu kamu görevine girişte, haksızlığa uğradığını hissettiğinde yaşadığı hayal kırıklığının boyutunu ise, “küslük” kelimesiyle tanımlamak yetersiz kalacaktır.

“Maliye’ye külfeti olmayan reform önerisi”

Bu düşüncelerden hareketle devletin tüm yetkililerin bir araya geldiği bu zeminde kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi için bir öneri yapmak istiyoruz. (Hem de iyi tarafı, kamu maliyesine sıfır maliyeti olan bir öneri, Sayın Maliye Bakanım)

Ana ekseni “kamuda liyakatın sağlanması” olan bir kamu reformu yapılmak suretiyle kamunun tüm alanları için az önce ifade ettiğim aksaklıklara yol açan yasal düzenlemeler değiştirilmelidir. Bu reformda asgari olarak şunları sağlanabilir:

– Kamu Hizmeti Komisyonu’nun oluşum bakımından yenilenmesi ve siyasi tarafgirlikten ari gerçek bağımsız bir organa dönüştürülmesi; bu komisyonun sınav ve mülakat sistemlerinin, istihdam edilecek alana göre uzmanlığı ve yeterliliği saptama kabiliyetinin artırılması.

– Üst kademe yöneticileri ile ilgili olarak üçlü kararname ile atama sisteminin terkedilerek; teknik bilgi ve tecrübe gerektiren bu makamların, liyakata dayalı yükselme sistemine dahil edilmesi.

– Yargı’da Yüksek Adliye Kurulu’nun ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun gizli oy ve gerekçesiz atama yöntemlerinin; objektif kriter ve yazılı sınava dayalı bir sisteme dönüştürülmesi.
– Polis Hizmetleri Komisyonu’nun oldukça önemli bir kamu görevine giriş ve yükseltme yetkisine haiz bir organ olduğu gerçeğinden hareketle diğer benzer organlarda olduğu gibi bağımsızlığının sağlanması.

– Kendi yasaları ile kurulmuş ve istihdam yetkisine haiz diğer kamu kurumlarının da objektif kritere dayalı liyakat sistemi ile çalışmasının sağlanması.

Her adımına, her aşamasına katkı koymaya hazır olduğumuz böylesi bir reform çalışmasının gerçekleştirilmesi halinde; tüm kamu hizmetlerinde gözle görülür bir iyileşmenin sağlanacağına inancımız tamdır. Bu noktada ihtiyacımız olan esas malzeme “ortak iyi için bir olma ve birlik olma motivasyonu”dur.

“Başımıza böylesi bir felaket gelmeden bu şekilde bir ve bütün olabilmemizin yolu yok mudur?”

Türkiye’de 6 Şubat 2023’te yaşanan deprem felaketinde İsias Otel denen ölüm tuzağında enkaz altında kalan çocuklarımıza ulaşılması ve ülkemize getirilmesi notasında ivedi ve etkili şekilde yapılan icraat, bize gerçekten bir devletimiz olduğunu hissettirdi.

(Sayın Başbakanım) Bu depremde kaybettiğimiz canların hakkının aranması için başlatılan yargı sürecinde hükümetiyle, muhalefetiyle, medyasıyla, sivil toplumu ve meslek örgütleriyle, ailelerimizin yanında bir ve bütün olarak sarsılmaz bir şekilde mücadele ediyoruz.

Şimdi sormak istiyorum. Başımıza böylesi bir felaket gelmeden bu şekilde bir ve bütün olabilmemizin yolu yok mudur? Ülkemizin, toplumumuzun, çocuklarımızın refahını sağlamak; gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakmak; ortak iyiyi gerçekleştirmek, birlik olmak için yeterli sebepler değil midir?

Kıbrıs sorunu

Konuşmamın bu noktasında başka bir alıntı daha yapmak istiyorum:

“Mevcut davada, istinaf başvurusunda bulunan kişinin karşı karşıya kaldığı suçların ciddiyetinin tespit edildiğini görüyoruz. Bu sadece cezanın miktarından değil, aynı zamanda Türk istilası ve vatanımızın büyük bir bölümünün işgalci Türk birlikleri tarafından 50 yıl süren yasadışı işgalinin bir sonucu olarak Kıbrıslı Rumların mülklerine izinsiz girilmesiyle ilgili suçların doğasından da kaynaklanmaktadır.”

Bu cümleler ne yazık ki fanatik bir Rum Siyasiye ait değildir. Bu cümleler, Kıbrıs Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi tarafından, Alman Vatandaşı Ewa Künzel’in Rum Kesiminde tutuklu yargılanmasına ilişkin yapılan istinafta verilen kararda yer alıyor.

Dünyadaki en eski uluslararası meselelerden biri olan Kıbrıs Sorununun en büyük mağdurunun, uluslararası hukuka ve uluslararası topluma entegre olmuş devlet yapısından dışlanan Kıbrıs Türk Toplumu olduğu; Ada’da kalıcı ve adil bir çözüme en fazla ihtiyaç duyanın yine Kıbrıs Türk Toplumu olduğu; buna karşın iki tarafın siyasi liderliklerinin an itibariyle bir çözüme en uzak noktada oldukları gerçekleri ortada dururken şu olanlara bakın.

Kıbrıs Cumhuriyeti Başsavcılığı, Rum Tarafında tutuklanan şu an itibariyle 4 kişi aleyhine, 1974 öncesi sahiplerinin Kıbrıslı Rumlar olduğu belirtilen ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından koçan verilmiş bulunan taşınmazların tasarruf, inkişaf, kullanım ve satışı ile ilgili olgulara dayanan suçlamalar getirmektedir.

“Kişilerin bireysel olarak hedef alındığı cezai yaptırımlara başvurulmasının haklı ve yasal bir tarafı yoktur”

Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü gerçekleşmeden, devam eden siyasi uyuşmazlığın en önemli başlıklarından biri olan mülkiyet sorununa ilişkin Kıbrıslı Türklerin ya da KKTC’de yasal olarak iş yapan kişilerin bireysel olarak hedef alındığı cezai yaptırımlara başvurulmasının haklı ve yasal bir tarafı bulunmadığı açık ve net olarak ifade edilmelidir.

Rum Kesiminin, yaptığı yasalarla; gerek yerel, gerekse Avrupa Birliği mevzuatı bakımından yargısal yetkisinin veya egemenliğinin bulunmadığı Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleşen fiilleri suç haline getirmesi ve bireyleri bu suçları işler duruma düşürmesi, bu şekilde bir endişe iklimi yaratması ne hukuki ne de insani açıdan kabul edilebilir değildir.

Rum Devleti yargısal yetkilerini, 50 yıldır devam eden ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ile şekillenen mülkiyet sorunu yokmuşçasına kullanmaya yönelmiştir. Durum bu iken Yüksek Mahkeme ise, henüz yargılama başlamadan; konuya Rum Siyasi Liderliğinin resmi propaganda çerçevesi dışında bakmayacağını az önce belirttiğim ifadeleri ile göstermiş durumdadır. Dolayısı ile bahse konu davalarda tutuklular açısından tarafsız ve adil bir yargılama yapılacağını beklemek hiç de gerçekçi görünmemektedir.

Endişe verici ve tehlikeli bu durum karşısında KKTC Devleti’nin ve kurumlarının yapılan bu haksız uygulamalara karşı uluslararası toplumun bilgilendirilmesi için gerekli girişimleri yapması ve mağdur edilen vatandaşlarının uluslararası kukuk kuralları çerçevesinde hak aramasına destek vermesi gerekmektedir.

“An itibariyle 947 avukat, aktif olarak meslek icra etmektedir”

Efendim,

2024 kayıtlarına göre an itibariyle 947 avukat, aktif olarak meslek icra etmektedir. Bu sayı bizi ülkenin en büyük meslek örgütlerinden biri haline getirmiş olmakla birlikte; neredeyse tüm yüksek öğrenim branşları ile ilgili yaşanmakta olan ihtiyaç fazlası mezun sorununun, mesleğimiz açısından da endişe verici bir boyuta geldiğini gözler önüne sermektedir.

Bu noktada, Milli Eğitim Bakanlığı’nın orta eğitimden başlayacak şekilde ciddi bir eğitim planlaması yaparak öğrencileri yetenekleri ile uyumlu doğru alanlara yönlendirmesi; YÖDAK’ın ise yükseköğrenime girişte seviye tespit sınavı ve kontenjan sınırlaması yetkisini kullanması acil ve zaruridir.

Bu tespite rağmen Hukuk Fakültesi ve akabinde avukatlık mesleğini tercih etmeyi düşünen gençlerimize seslenmek istiyorum.

Bir şeyi tüm eziyetlerine rağmen sevebilmek bir yetenektir. Hem de bu, özel bir yetenektir. Kendinizde böyle bir yeteneğin varlığını görüyorsanız avukatlık mesleğini seçmekte tereddüt etmeyin. Avukatlık ancak özel bir sevgi ve ilgi duyularak yapılabilecek meşakkatli bir meslektir.

“Ciddi vakit ve enerji kaybına uğramasına sebep olmaktadır”

Standart olmayan keyfi uygulamalarla karakterize olmuş bir kamusal yapının içerisinde Avukatlar, her alanda kişilerin hak ve hukukunun sağlanması ile ilgili son derece teknik bir meslek icra etmekte, hak savunmaktadırlar. Hem de yargı hizmetlerinin kamu tarafından finanse edilmeyen ve mesleki imtiyazlara sahip olmayan tek bacağı olarak bu işi yapmaktadırlar.

Geçen yıl bu kürsüden avukatların mesleklerini icra ettiği her alanda yaşadığı sorunları, engelleri, zorlukları tek tek sıralamıştım. Ne yazık ki bunların pek çoğu mevcut olmaya devam ettiği gibi; yenileri de ortaya çıkmıştır.

Özellikle liyakatsiz, işgal ettiği makamı dolduramayan, iş bilmez, iş bilmediği için de her şeye “hayır, olmaz” diyerek tıkanıklık yaratan kişilerin sürekli olarak anlamsızca çıkardığı zorluklarla uğraşmak, hem meslektaşlarımızın hem de meslek örgütümüzün ciddi vakit ve enerji kaybına uğramasına sebep olmaktadır.

Bu noktada bir hak teslim etmem gerekirse Sayın Başbakan, icraatın başı olarak taleplerimizle ilgili olarak tek bir kere bile bizi geri çevirmemiş; sorunlarımıza çözüm üretmeye çalışmıştır. Ancak mesele bu değildir. Mesele sistemsel, standart, iyileştirilmiş kamu hizmetlerinden hem avukatların hem de vatandaşların faydalanabileceği bir kamu yönetim rejimi yaratabilmektir.

Mesele, günlük sayılabilecek işlerle ilgili yaşanan sorunların bile, başbakanı görmeden çözülemeyeceği bu yapıyı düzeltmektir.

“İçi boş, mahkumiyete ve hatta ceza davasına dönüp dönmeyeceği tamamen belirsiz dosyalar…”

Yine geçen yılki Adli Yıl Açılış konuşmasında ifade ettiğim, genelde yurttaşları özelde ise avukatları etkileyen, Polis ve Savcılık uhdesindeki ceza dosyası tanzim yetkisinin adeta peşin cezalandırmaya yönelik bir baskı aracı olarak kullanılmasına ilişkin sorunun büyüyerek devam ettiğini üzülerek gözlemlemekteyiz.

İçi boş, mahkumiyete ve hatta ceza davasına dönüp dönmeyeceği tamamen belirsiz dosyalar tahtında kişiler mahkemeye sevk edilmekte; tutukluluk ve teminat talepleriyle özgürlükleri kısıtlanmakta; yargısal magazin fetişizminin yarattığı taleple isimleri ve fotoğrafları medyada ifşa edilmektedir.

Son yıllarda itham altına alınmış; ancak duruşma neticesi suçu kanıtlanarak mahkum edilmiş tek bir avukat bile bulunmamaktadır. Özellikle meslek icrası esnasında bir ithama uğrayan avukatla ilgili polis ve savcılığın hassasiyet göstermesi gerekmektedir.

Bu hassasiyet, avukatın cezai tehdit altına alınmasının müvekkilini savunmasını engelleme amacı taşıdığının, bir karine olarak kabul edilmesi derecesinde yüksek olmalıdır. Zira avukatların hak savunurken, özgürlüklerinden mahrum bırakılma tehlikesi yaşaması, yeni bulunmuş bir baskı aracı değildir.

Avukatlık mesleği, adalet hizmetlerinin olmazsa olmazıdır. Avukatlar, sanatları hak savunmak olan meslek erbaplarıdır. Uzak ve yakın tarih, avukatların sahip olduğu bu önemi görmezden gelen, küçümseyen, hak ettiği değeri vermeyen, kibir sahibi pek çok elitin, bir avukatın hizmetine ölümüne ihtiyaç duyduğu durumlara düştüğü sayısız örnekle doludur.

Avukatların mesleki ve ekonomik koşullarının iyileştirilmesi için çalışmak öncelikli olarak elbette ki bizim görevimizdir. Ancak meslek mensuplarının refahının, mesleğin arz ettiği kamusal öneme orantılı bir noktaya gelmesi için devlet de üzerine düşeni yapmaktan imtina etmemelidir.

Barolar Birliği, avukatların tümünün oluşturduğu, görev ve sorumluluklarının haiz olduğu önemin bilinciyle hareket eden kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütüdür.

Bu yılın Şubat ayında genel kurullarını yenilemiş olan Baro Konseyi ve Mahalli Baro Yönetimlerinde idealist, yüreği meslek ve ülke sevgisi ile dolu, genç bir avukat kadrosu görev yapmaktadır.

Tamamen gönüllülük esasıyla konulan emeklerle nitelik kazanan Baro faaliyetleri, mesleki konuların yanı sıra toplumsal sorunlara hassasiyet gösterme şeklindeki yenilikçi vizyon ışığında gerçekleştirilmektedir. Bu vizyon, Barolar Birliği’ni kendi içine kapalı, zümresel, halka uzak, zayıf yapısından çıkararak; kabul gören, etkili, takdir edilen, sözüne değer verilen güçlü bir sivil toplum örgütüne dönüştürmüştür. Baro artık gücünü sadece avukatlardan değil; aynı zamanda halkın desteğinden almaktadır.

“En iyi bildiğimiz işi yapıyoruz; Hak savunuyoruz”

Bu desteği sağlayan ise az önce belirttiğim gibi ortaya konan emek ve özveridir. Biz avukatlar olarak Barolar Birliği’nde de en iyi bildiğimiz işi yapıyoruz; Hak savunuyoruz.

• Çocuklarımızın hakkı için İsias davasında ilk günden beridir öncü rol üstleniyoruz.

• Rum tutuklamaları ile mağdur edilen iş insanları ve meslek mensuplarının hakkının aranması için uluslararası alana taşan mücadelede varız.

• Mahkeme hükümlerinin hile ile icra edilmesinin önlenmesi için de; evlilik dışı çocukların uğradığı haksızlığın ortadan kaldırılması amacıyla da yapılan yasalar bizim mutfağımızdan çıktı.

• Yasa çalışmalarında korunması gereken iki ayrı değer olarak ortaya çıkan İfade özgürlüğü ile kişilik hakları arasındaki dengeyi sağlayan bizzat Barolar Birliği’dir.

• Çevre hakkının korunması için yapılan çalışmalarda da varız; patili, sessiz can dostların yaşam hakkının savunulmasında da.

• Partner şiddetine uğrayan, ekonomik olanaktan yoksun kadınlara da desteğiz; yolda tek başına yürüyen Abu Bakar’a da…

• Hukukun üstünlüğünün, demokrasinin, insan haklarının, yargı bağımsızlığının korunması için sürekli nöbetteyiz.

“Eleştirilmekten korkmuyoruz”

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bizler tüm bu amaçlar için mücadele ederken, konfor alanlarımızı terk ederek risk alırken; Mustafa Kemal Atatürk’ün 100 yıl öncesinden işaret ettiği gibi “dahili ve harici bedhahların” varlığının da her daim farkındayız. Bunu da gayet doğal karşılıyoruz. Eleştirilmekten korkmuyoruz.

İş yapılan yerde eleştiri de olacaktır. Bu eleştirilerin iyi niyetle, samimiyetle yapılanlarını saygı ile kabul edip; onlardan ilerlemek, hatalarımızı düzeltmek için faydalanmaktayız. Bu nitelikte olmayan eleştiriler ise, bize doğru yolda olduğumuzu teyit ettirdiği için gayet yararlıdır.

Bu düşüncelerle, yeni adli yılın tekrardan hayırlı olmasını diler, sabrınız için teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım”











Başa dön tuşu