InstagramKöşe Yazarlarımız

Cehalete İhtiyacımız Var!


Rauf Denktaş’ın cumhurbaşkanı olduğu 1990’lı yıllarda, üst düzey bir danışmanı benimle görüşmek istemişti.

Denktaş’ın çok güvendiği ve 1960’lı yıllardan sonra hep yanında olan bu danışman, bugüne kadar verilen mücadelenin Ankara’ya yaptığı son ziyaretten sonra boşuna olduğunu ve sendikamızın 1968 yılından beri başlattığı kendi kendini yönetme mücadelesinin haklılığını samimi bir şekilde bana itiraf etti.

Şimdi aramızda olmayan bu bürokrat Ankara’da katıldığı toplantıda bulunan Türkiyeli yetkililerin, “Kıbrıslı Türklerin eğitim düzeyinin çok yüksek olduğunu, bu yapının devam etmesi durumunda aktarılan nüfusa rağmen Kıbrıslıları idare etmenin zorlaşacağını, bu yüzden eğitim düzeyini aşağıya çekmek gerektiğini” söylediklerini bana aktardı.

Bunları bana aktarırken, sinirlendiğini fark ettim; “Biz bu mücadeleyi bunun için mi verdik! Yazıklar olsun verdiğimiz emeklere! Yazıklar olsun giden canlara!” sözleri hala kulaklarımdadır.

Yıllarca, parasız, bilimsel, laik, kamusal eğitim konusunda onlarca açıklama, bildiri ve eylemler yaptık.

Biliyorduk ki, eğitimin ileriye değil geriye götürülmesi için Ankara gerekli talimatları vermişti.

İlkokulların 6 yıldan 5 yıla indirilmesi, Zorunlu Eğitim Yasası’nın gereği çıraklık eğitim okullarının açılmaması sonucu ara eleman ihtiyacının Türkiye’ye bağımlı kılınması, ezberci sistemle yaparak yaşayarak öğrenmenin ortadan kaldırılması, seçmeci-elemeci sınav sistemlerinin amaç haline getirilmesi, aileler ve çocukların maddi manevi yük altına sokan özel derslere mahkum edilmesi, müfredat ve sınav sistemleri ile öğrencilerin baskı altına alınarak sosyal çevrelerinden koparılması buna bağlı olarak oyun oynamayı bilmeyen, kendini yazılı ve sözlü ifade etmede sorun yaşayan, paylaşmayı bilmeyen, ülkesini tanımayan, kültürüne yabancı “edilgen” bireylerden meydana gelen bir toplum yaratıldı.

Ülkeye akan yabancı nüfusla birlikte, okullar gettolaştı.

Öğretmenler bu topraklara aidiyet hissi olmayan ve sürekli değişen bir nüfusa eğitim verme çabasının içinde boğulur hale geldi.

Artan nüfusla birlikte, planlama yapılamaması, okulların yetersiz kalmasını, kalabalık sınıflarda farklı kültürlerden gelen öğrenciler arasında akran zorbalığı ve kültür çatışmalarının doğmasını getirdi.

Parası olanlar, özel okullara kayarak, kendini kurtarma çabası içerisine girdi. Her köşe başına açılan üniversitelerle birlikte herkesin üniversite bitirmesi hatta master, doktora yapması moda haline geldi.

Partizanca ve bilimsel denetimden uzak uygulamalarla her türlü diploma alınır satılır hale geldi.

Avrupa Birliği vatandaşı olmanın avantajı ile, başarılı gençler Avrupa ve Amerika’da eğitim alıp, oralara yerleşmeye başladı.

Adanın kuzeyinde yaşanan kaos nedeniyle “Aman evladım orda kalsın, kendini kurtarsın” anlayışı beyin göçünü olağan hale getirdi.

Son dönemde hurafeye dayalı Türkiye’deki dini okulları ve kuran kurslarını ülkemize taşınması Ankara’nın isteği olan Kıbrıs Türk toplumunun eğitimde geri bıraktırılması hedefinin, başarılı bir şekilde yürüdüğünü göstermektedir.

Yıllarca önce doğu ve güneydoğu Anadolu’da bina ve öğretmen yetersizliğinden, okulların açılamadığını hayretle izlerdik.

Toplum olarak, İngiliz sömürge yönetiminin 5 çocuk olan her yerleşim yerine, okul binası, öğretmen evi inşa ettiğinden ve 1937 yılında öğretmen yetiştirmek için “Öğretmen Koleji”ni açtığından dolayı, öğretmen ve okul binası yetersizliğini unutmuştuk.

2024 yılında ise öğretmen ve okul binası eksikliğinden öğretime başlayamıyoruz.

Çünkü Türkiye bizi kurtardı ve istediği gibi yönetiyor.

Yönetmek için de biat eden, sorgulamayan, dini hurafelerle beyni yıkanmış cahil nesillere ihtiyacı var.











Başa dön tuşu