Solcu “Memurun” Çelişkileri!
Ülkemizde devlette çalışan insanların solcu olamayacağını, kamu emekçilerinin devleti sorgulayamayacağını, işgal karşıtı bir tutum takınamayacağını, bunu yapmanın bir çelişki olduğunu düşünen ve solcu sayılan çok kişi var.
Onlara göre: “Devlette çalışıyorsan devleti savunacaksın; devleti savunmayacaksan, devlette çalışmayacaksın!”
“Ya sev ya terk et” durağına bir adımlık mesafedeki bu sığ düşüncenin hiçbir orijinal tarafı yok. Dünyadaki her ülkede, her patron böyle düşünür: “Şirketimde çalışacaksan şirketimi savunacaksın; şirketimi savunmayacaksan, şirketimde çalışmayacaksın!”
Ülkemizde patron kafası ile düşünenlerin hala solcu sayılmasının sebebi; emek mücadelesinden kopuk ve barış söylemini diline dolayan herkesi solcu kabul eden çarpık fikirsel dünyamızdır.
***
Tıpkı “devlette çalışanlar devlete karşı çıkmasın” diyen “solcularımız” gibi; patronlar da kendi işyerinde çalışan bir emekçinin farklı düşünmesini kabul edemez. Çünkü patronlara göre “ücretli emek” yoktur; kendileri tarafından “ekmek parası” ödenen çalışanları vardır!
Sağcılar da patronlar gibi düşünür. Sağcıya göre, emekçiler “ekmek parasını” kim verirse ona biat etmeli, koşulsuz hizmet etmelidirler.
Sağcıya göre özelde çalışıyorsan patrona, kamuda çalışıyorsan devlete biat edilir.
Sağcı, devlet törenlerine kamu çalışanlarının zorla yığılmasını haklı bulur. Kendini solcu sanan faşist de itiraz eden kamu çalışanına “sen devletin memuru değil misin, beğenmiyorsan simit sat onurlu yaşa” der.
Sağcıya göre özel gazetesinde ne yazılacağına patronun karar vermesi makuldür hatta gazetecinin patron söylemeden ne yazması gerektiğini bileni daha makbuldür!
Tıpkı kamu emekçisinin, kendi dairesinin önünde “katil devlet” diye bağırmayanının makbul olduğu gibi.
Eğer bir kamu emekçisi bunun tersini yaparsa, “sıkarsa istifa et” diyecektir solcu faşist…
Ne de olsa “ekmek parasını” verenin arzusuna uymak zorundadır çalışanlar! Haklarını yemeyelim, kendileri tam da böyle yaparlar: Parayı kim verirse onun çaldığı düdük, onun öttürdüğü borazan olurlar…
Kim ki hak arar, kim ki mücadele eder; karşısında sağcıyı bulur. Kimi zaman sokakta gözü dönmüş bir linççi olarak çıkar karşınıza sağcı, kimi zaman köşesinde “ahlak, huzur, düzen” nutukları atan sözde aydın bir yazar…
Ya bizzat insan avına çıkar ya da insan avı yapanları köşesinden alkışlar. Ama ikisi de devletine, bakanına, polisine, saygıda kusur etmez; edeni de sevmez…
Sokaktaki de medyadaki de sizi nankörlükle suçlar, ekmek yediğiniz yere ihanet etmekle itham eder. Çünkü sağcı için ücretli emek yoktur, sizi besleyen patron vardır sadece.
Beslendiği yere kuyruk sallar, kuyruk sallamayandan da haz etmez sağcı…
***
Patron ve sağcı, iki tür solcu ile sorun yaşamaz.
Birincisi mevcut düzen ile bir sorunu olmayıp sadece emekçilere verilen sadakayı arttırmakla ilgilenen sosyal demokrat; ikincisi emekçilerin günlük sorunlarını umursamayıp sadece “kurtuluş günü”nün hayalini kuran ütopyacı!
Sosyal demokratın rejimi değiştirmek gibi bir sorunu yoktur. Bunun için de zaman zaman patronun canını sıksa da ya uzlaşmaya dünden hazır olduğu için ya da patron önüne iki kemik fazladan attığından kolayca susar.
Ütopyacı ise tam bir ilke ve ahlak insanıdır: Onaylamadığı gerçeklikten uzak yaşar. Kimsenin başını ağrıtmaz!
Toplumsal sorunları görmezden gelir, çünkü onaylamadığı toplumun sorunu ile ilgilenmeyi de onaylamaz!
Emeğini satmak zorunda kaldığında ise öyle büyük vicdan azabı çeker ki, patronuna karşı çıtını bile çıkarmaz.
Patronların ve sağcıların bir türlü hazmedemediği solcu tipi Marksistlerdir.
Yani emekçilerin kurtuluşu mücadelesini, mevcut toplumdaki hak ve özgürlükleri geliştirme savaşımı aracılığı ile yürüten bilimsel sosyalistler.
Bugünü düşünürken geleceği unutmayan, geleceği düşlerken bugünü ıskalamayanlar hem bugünü hem de geleceği isteyenler!
***
Marksistler 1800’lü yıllardan beridir “rejim değişmelidir” diyerek, devlet veya özel ayırmaksızın her yerde sendikalaştı ve ücretli emeği de özel mülkiyeti de kaldırmayı savundular, içinde çalıştıkları kurumların meşruluğunu sorguladılar.
Sağcılar ise; “çalıştığınız yere ihanet ediyorsunuz” dediler. Olgu budur!
Kimileri için ikinciler haklı olabilir, bizce birinciler haklı. Ama hangisinin haklı olduğundan bağımsız bir gerçek var: Tarihte birincilere solcu, ikincilere de sağcı deniyor.
Argümanı daha da netleştirelim ki açık olsun:
Tarihte silah fabrikalarında çalışıp savaşa karşı olanlar, asker olup barış için eylem yapanlar var: Hepsi de solcu.
Bunları ihanetten kurşuna dizenler de var: Hepsi de sağcı!
Tarihte (örneğin 70’li yıllarda Türkiye’de); özel hastanelerde, özel üniversitelerde örgütlenip, ücretsiz eğitim-ücretsiz sağlık mücadelesi veren emekçiler var. Hatta patrona tazminat ödenmeden kamulaştırma savunanlar var:
Hepsi de solcu!
***
Sağ ile solu ayıran bu temel noktayı ayırt edemeyenler: “kapitalizme karşıysanız neden kapitalist işletmelerde çalışıyorsunuz?” ya da “devlete karşıysanız neden devlette çalışıyorsunuz?” gibi sorular sorarlar.
Oysa solcular, toplumsal yaşamın devamı için gerekli hizmetlere karşı değildir. Aksine solcular en çalışkan, en zeki, en yaratıcı emekçiler arasından çıkar. Solcular o hizmetlerin verilebilmesi için özel mülkiyet ve devlet gibi kurumların şart olmadığını savunurlar sadece…
Sağcılar bu kurumlar ile bu kurumlarda verilen hizmetleri birbirinden ayrılamayacak kadar özdeş görürler. Ve kuruma yapılan eleştiriyi, “hizmete yapılmış” olarak yorumlarlar.
Kendini solcu zanneden sağcılar da aynı şeye tam ters yönden varırlar: “Hizmetin geliştirilmesi” için yapılan eleştiriyi, “kurumun güçlendirilmesi” olarak yorumlarlar!
Oysa solcular kurumlara ve patronlara değil; hizmeti ortaya koyan emekçilere inanır, onu geliştirmeye çalışırlar.
Ülkemizde devlette çalışan insanların solcu olamayacağını, kamu emekçilerinin devleti sorgulayamayacağını, işgal karşıtı bir tutum takınamayacağını, bunu yapmanın bir çelişki olduğunu düşünen kişilerin ortaya çıkardıkları tek çelişki; bu kişilerin kendilerini solcu zannetmeleridir.
Bu meselede bu kişilerin solcu sayılmaları dışında bir çelişki yoktur! O da Marksistlerin değil, bu kişilerin kendi çelişkisidir.