InstagramKöşe Yazarlarımız

Süper Devrimciler!






Fidel Castro, Küba devrimini “soldan” eleştiriye tabi tutmak isteyen ancak bunu yaparken ülke koşullarını dikkate almaksızın ahkâm kesen bir grup solcu entelektüele cevap amaçlı kaleme aldığı yazısında, söz konusu entelektüelleri bu ifade ile tanımlar: Süper Devrimciler!

Tumturaklı sözcüklerle, keskin ama altı boş cümlelerle devrimci olunamayacağı; aksine en mütevazi ve en basit gündelik yaşam taleplerinin, en uzlaşmaz kopuşları tetiklediği, Castro’nun bizzat kendi yaşamından öğrendiği temel bir derstir.

Ama devrimi ve sosyalizmi, yüksek perdeden slogan sallamaktan ibaret bir ergen atarı olarak algılayan “süper devrimciler” her dönem ve her coğrafyada var olmuştur.

Bizim ülkemizde de bir süreden beridir, bizi “reformist”likle itham eden bir “süper devrimci” çevresi mevcut!

Bağımsızlık Yolu “polis sivile bağlansın ve sendikalaşsın” mı dedi, “her bölgeye sığınma evi” mi istiyor, “özel sektörde sendika ve asgari ücret mücadelesi” mi veriyor, “servet vergisi ve vatandaşlık yasası” mı istiyor, kurumlara sahip mi çıkıyor, hepsine cevap hazır: kktc’yi güzelleştirmeye çalışan reformistler!

Sol Komünizm” bir “çocukluk hastalığı” ise; “süper devrimcilik” de bir ergenlik travmasıdır!

Teorisi sığ ve köşeli bir dogmatizmle bezeli, pratiği var ile yok arasında olan her devrimcinin başına gelebilecek, dünyanın her yerindeki liselerde ve düşünsel olarak lise düzeyini aşamamış çevrelerde bulunan yaygın bir olgu ile karşı karşıyayız!

***

Mao Zedong, “Liberalizmle Mücadele Edelim” başlıklı makalesinde, devrimciler arasında bulunabilecek bir liberal tavır olarak şunu sayar: “Kendisini devrime büyük hizmetlerde bulunmuş saymak, büyük görevler için yetersiz olduğu halde küçük görevlere dudak bükmek. Çalışmada savruk, öğrenmede gevşek olmak

Bizim süper devrimcilerimiz tam da bunun örneğidirler. Kendilerini mücadeleye büyük hizmetlerde bulunmuş kabul edip böbürlenirken mangalda kül bırakmazlar. Büyük görevler için yetersizdirler ama küçük görevlere de dudak bükmekte ustalaşmıştırlar.

Yukarıda saydık, “özel sektörde sendikalaşma, kadına yönelik şiddet, trafik, ekolojik sorunlar, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık, barınma, ulaşım” aklınıza ne gelirse her konuda çözümleri basittir: İşgal karşıtı mücadele!

Süper devrimciler”e sorulursa, mücadeleye kantin boykotları ve özerk-demokratik üniversite talepleri ile başlayan Mahir de reformisttir, Deniz de!

Süper devrimciler Ekim Devrimi’nin “sosyalizm hemen şimdi” diyerek değil, “barış ve ekmek” diyerek başlamış olmasını “taktiksel” bir hamle olarak görür ve tıpkı emperyalistler gibi onlar da Lenin’in Çarlık Rusyası halklarını “kandırdığını” varsayar!

Tabii ki, Lenin gibi yüce bir devrimci “herkes için ekmek” talep etmek gibi reformist bir tutumu samimiyetle benimsemiş olamaz!

Süper devrimciler”e göre, sekiz saatlik iş günü talebi reformist bir taleptir ve Marx da reformistin önde gidenidir! Cinsiyet eşitliği için çaba harcamak devrim mücadelesini baltalar ve Clara Zetkin de bunu yapmış önde gelen bir reformisttir!

Örnekleri uzatmak mümkün, ama “süper devrimcilerin” dogmatik materyalizminin, küçük görevler ile büyük görevlerin arasındaki diyalektiği kavrayamayacak kadar köşeli olduğunu göstermek için bu kadarı yeterli.

Onlar, halkın gündelik sorunlarının koskoca bir yangını başlatacak gerçek kıvılcım olacağını; devrimcilerin bu sorunlara “kullanılacak” fırsatlar değil, uğruna yaşanacak ve gerekirse ölünecek samimi hedefler olarak bakması gerektiğini anlayamayacak kadar “yukarılarda” yaşarlar!

Devrimciliğin, halk ile egemenler arasında var olan açıyı büyütmek, halkın gözünde meşru ama egemenlerce verilemeyecek en basit talepleri samimiyetle savunmak demek olduğunu bilmezler, anlamazlar.

Ücretsiz eğitim hakkı için ortaya konan bir eylemi “reformist” diye küçümsemek, onların ergen tavırlarına uygundur. Onlara kalırsa ücretsiz eğitim de kantindeki suyun fiyatı da bir “işgal sorundur!”

Mahallede arabalar çok hızlı mı geçiyor, kedinize mi çarptılar, bu sorunu “devrim temizler!” Zaten bundan aşağısı süper devrimcilerimizi kurtarmaz, sonra reformist falan olurlar maazallah!

***

Süper Devrimciler”in teorik sığlığı, pratikteki zavallılıkları ile el ele gider. 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a sokağa çıkarlar, kimisi onu da yapmaz!

Marx, Feuerbach Üzerine Tezler’in ikincisinde şöyle der: “İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur

Süper Devrimciler” pratikten yalıtılmış düşüncenin vücut bulmuş halidirler! Konuşurlar, yazarlar, konuşurlar ve yine yazarlar!

Seçimlere girilmesini reformist bulurlar (Lenin bu bakımdan da çarlık Rusya’sında seçimlere girerek reformistliğini kanıtlamıştır), ama sokakta da yokturlar!

Türkiye kökenli insanlarla birlikte örgütlenmeyi “işbirlikçilik” olarak görürler, ama kendilerinin, herhangi bir kesime yönelik örgütlendikleri görülmemiştir! Hatta birçoğu, örgütlü bile değildir!

Süper devrimciler” süper vaazlar verirler, ahlaki, ilkesel, ulvi, yüce değerleri anlatırlar da anlatırlar. Ama pis, kirli, riskli pratikten uzak dururlar. Çünkü bir şey yapmaya çalışmak, hata yapmaya da açık olmaktır.

Oysa “süper devrimciler” hata yapamazlar!

Onlar tartışmasız doğruları, tartışmasız bir şekilde vaaz eden peygamberler gibi konuşurlar ve yüce tanrıların doğruluğundan sûal olunmaz sözlerini biz sıradan halka aktarmakla yetinirler!

Bunun tersine Bağımsızlık Yolu, Kıbrıslı Türk halkı nerede ve nasıl yaşıyorsa orada ve o şekilde mücadele ediyor, edecek! Halkımızın nabzı hangi konuda atıyorsa, Bağımsızlık Yolu da o konu ile ilgili egemenlerin karşılayamayacağı en meşru sözü yükseltecek!

Bağımsızlık Yolu seçime de girecek, polisin sivile bağlanıp sendikalaşmasını da talep edecek, ücretsiz eğitim ve sağlık için canını dişine takacak ve özel sektörde sendikalaşma mücadelesinin en ön safında çarpışacak!

Süper devrimciler”imizin bizim “devrimci namusumuz” için endişe etmeyi bırakıp kendi olmayan pratiklerine odaklanması, bizce kendileri için en hayırlısı olacak!

***

Yazıyı Fidel Casro ile başlatmıştık, onunla bitirelim. Fidel, bu “süper devrimciler”in temsil ettiği her şeyin anti-tezidir.

Yaşamına bir demokrat olarak başlamış ve sosyalizm ile uzun süre hiçbir ilgisi olmamış bir kişidir Castro.
Küba Devrimi ve onun öncesindeki 26 Temmuz Hareketi günlerinde Castro’nun amacı sosyalizm değildir.

Hatta düzgün işleyen bir kapitalizm hayaline sahip olduğu bile söylenebilir.

Bir şartla ki; Castro ve yoldaşları bağımsız, onurlu ve kendi kararlarını kendisi alan bir Küba istemektedirler! İşte bu isteklerinde samimi oldukları için, attıkları her adımda karşılarında ABD emperyalizmini bulmuşlar, halklarına yaslanıp baskılara direndikleri her noktada da sosyalizme yaklaşmışlardır.

Çünkü “süper devrimciler”in zannettiğinin aksine, devrime giden yol; küçük insanların küçük taleplerinin samimiyetle savunulması ile açılır!

Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez” adı altında kitaplaştırılan bir konuşmasında, neredeyse kendi yaşam öyküsünden damıttığı bir dersi aktarır Castro:

Sırtında tek tüy olmayan biri kendine ‘kartal’ adını verebilir. Bunun gibi, kafalarında tek bir komünist kıl bile yokken kendilerine komünist diyenler var” diye başlar konuşmasına. Ve şöyle devam eder:

“Eğer herhangi bir ülkede kendilerine komünist adını yakıştıranlar görevlerini nasıl yerine getireceklerini bilmiyorlarsa, biz bunları desteklemeyeceğiz. Kendilerine komünistliği yakıştırmadan önce, eylem ve mücadelelerinde kendilerini gerçek bir komünist gibi yönetmeyi öğrensinler…

Pek çok kez, önce pratik, sonra teori gelir. Bizim halkımız da bunun bir örneğidir. Bugün kendilerini gururla Marksist-Leninist diye adlandıranların büyük çoğunluğu, Marksizm-Leninizme devrimci mücadele yolundan geçerek ulaşmışlardır…

Devrim yolunun, halkı Marksizme götürdüğünü reddedenler, kendilerini komünist olarak adlandırsalar da Marksist değillerdir. Bu bizim denetim çizgimiz olacaktır. Bu çizgi, devrimci hareketlerle olan ilişkilerimizde bize rehberlik edecektir

Bağımsızlık Yolu olarak bizim denetim çizgimiz tam da budur!

Halkın sağlık, eğitim hakları için, özel sektörün sendikalaşması için, polisin sivile bağlanması için, tüm kurumlara sızmış mafyanın sökülüp atılması için, cinsiyet eşitliği için yürütülen pratik mücadelelere dudak bükenler, pratiği küçümseyenler, halkımızı egemenler karşısında devrim anına taşıyacak gerçek imkânları küçümsemiş oluyorlar.

Büyük laflar ve olmayan pratik. İşte ülkemizdeki “süper devrimcilik” bundan ibarettir!











Başa dön tuşu