Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşandığına inanamayacağınız bir hikaye… Sağlık, Yargı, Polis, Adalet…
Yıllardır çocuk sevgisini tatmak için maddi manevi ciddi bir çaba içinde olan 40’lı yaşlarında bir çift…
Mutlu haberi bundan 6 ay önce alıyorlar… Tedavi sonuç veriyor ve ikiz bebek sahibi olacaklarını öğreniyorlar. Kısa süre sonra da iki kızları olacağını…
Adlarını bile koyuyorlar…
Elbette onca tedavi, stres derken hamilelik süreci de çok dikkatli olunması gereken hassas bir süreç olarak çıkıyor karşılarına…
Ama her şeye değer tabi…
Genç kadın, hamileliğinin 23. haftasında, yapılması gereken bir işlem için özel bir hastanede yatarken, 28 Kasım’da sabaha karşı bir anda rahatsızlanıyor ve doğum başlıyor…
23. haftada…
Bebekler küçücük…
***
Doktorun talimatıyla ambulansla YDÜ’ye kaldırılıyor genç kadın. Çünkü tam teşekküllü bir hastanede acilen doğuma alınması gerekiyor.
Artık sabah oluyor, YDÜ’de 09.30 civarı ameliyata alınıyor genç kadın ve maalesef bebeklerden biri ölü doğarken diğeri de 610 gr. ağırlığında doğuyor ve kuvöze alınıyor.
Doktor bu minicik bebeğin hayata tutunabilmesi için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyor ancak çifti her ihtimale de hazır olmaları konusunda uyarıyor…
İşte bu noktada sigortalı olan genç çift, doktorun hazırladığı sevk kağıdıyla Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ne gidiyor.
Yenidoğan Sorumlusu doktorla birlikte aynı bölümdeki diğer doktor, “Durumu stabil olmadığından tedavisine olduğu yerde devam etmeli” yazan kâğıdı imzalayıp, mühürleyip babaya veriyor.
Tabi işler burada da bitmiyor. Bebeklerinden birini kaybetmiş olan, diğeri de yaşama tutunmaya çalışan babanın yapacağı ve koşturacağı daha çok şey var.
Verilen kâğıdı bir de Çocuk Hastalıkları Bölümü’ne götürüp 4 doktordan daha imza alması gerekiyor.
Gidiyor…
İki doktor imzalayıp mühürlüyor, diğer iki doktor da mühürleri olmadığı için imzalarının yanında diploma numaralarını yazıyor.
Sonra o belgelerle Sosyal Sigortalar’a gidiyor baba. Sosyal Sigortalar’daki görevli bebeğin doğum kâğıdı olması gerektiğini söylüyor ama hikayeyi ve durumun aciliyetini duyunca, bu belgeyi sonra almak üzere yardımcı oluyor babaya…
İçinde imzalı mühürlü sevk kağıdının da olduğu, Sigortalar’dan verilen kapalı zarfla hastanenin sevk bölümüne gidiyor baba, günlerden de Cuma… Yani o gün işlemi bitirmesi gerekiyor.
Zarfı açıyor görevli ve “Bunu Başhekimin imzalaması gerekiyor” diyor.
Durumun vahameti de ortada, “Siz Başhekime imzalatın, biz YDÜ hastanesine sözlü olarak provizyonu açacağız” diye ekliyor.
Baba bunlarla uğraşırken de YDÜ’de yatan genç anneden tam 126 bin TL para isteniyor.
Yani babanın acilen işlemleri tamamlaması gerekiyor ve elinde sevk kağıtlarıyla son durak olan Başhekime gidiyor.
Başhekim izinli, yerine de yardımcısı vekalet ediyor.
Oradaki görevliye elindeki evrakları gösterince, görevli “Kıymeeetttt” diye birine sesleniyor.
Gelen kişi özel güvenlik görevlisi bir kadın, “Kıymet bunları al, imzalanacak” diyor.
Özel güvenlik görevlisi kadın, “Aaa bunda mühür yok, doktor bunları imzalamaz” diyor.
Acılı baba ise durumun acil olduğunu, evrakları doktora götürmesini ve mutlaka imza atacağını söylüyor.
Özel güvenlik olan hanım, kendinden gayet emin ve üzerine vazife olmayan iddiasını sürdürüyor.
Bu sırada evrakı imzalayacak olan doktor da bir odadan çıkıp kendi odasına doğru yürürken, konuşulanı duyup, “Mühür yoksa imzalamam” diyor.
Baba doktora, “Lütfen evraka bir bakın, sizin doktorlarınızın mührü yoksa ben ne yapabilirim, diploma numaraları var, sizin doktorlarınız bunlar, durum acildir, lütfen bakın” diyor.
Ama ilgili doktor, özel güvenlik görevlisi kadının sözüyle evraka dahi bakmadan “imzalamam” demeye devam ediyor, evraka bakmıyor, imzalamıyor.
Baba o acılı halde “İşte bu memleket sizin yüzünüzden bu halde” diye bir sitem ediyor.
Babanın sözleri bitmeden bir başka sivil kişi babayı arkasından tutuyor. Halbuki babayla doktor arasında epeyce fiziki mesafe var, yani bir temas da söz konusu değil.
Baba kendisine müdahale eden sivil kişiyi ittiriyor, kendisini savunuyor.
Oluşan kargaşa sonrası sivil şahsın kendisini “Gel dışarı gel” diyerek düelloya çağırdığını belirtiyor.
Yaşadığı tüm acının üstüne bu kargaşa sonrası hastaneden ayrılıyor baba. Polise gidip şikayetçi olacağını da söylüyor.
Tabi işlemler de yapılmamış oluyor, YDÜ’ye o para nasıl ödenecek?
On yıllardır sigorta primi yatıran bir çiftin hakkı değil mi bu masrafın devlet tarafından karşılanması?
Genç baba polise gitmeden önce sosyal medya hesabından, evraka dahi bakmadan “İmza atmam” diyen doktorun adını ve fotoğrafını paylaşarak yaşananları anlatıyor.
Baba acılı, bebeğini kaybetmiş, diğer bebeğinin yaşaması mucize, eşinin de durumu kritik, isyan ediyor doktora.
Ayrıca doktorun özel kliniğinin de fotoğrafını paylaşarak, “Bir kamu hekiminin nasıl özel kliniği olur?” diye soruyor.
İlgili yasayı da paylaşıyor, başka hekimlerden de görüş alıyor.
“Yasaya göre kamu doktorunun mesai saatleri içinde başka bir iş yapmaması gerekiyor” diyor.
Ama bunun bir tüzükle delinebildiğini öğreniyor. Ve delinse de hala yasal olmadığını!
Bunu da yazıyor paylaşımında.
Küfür yok, hakaret yok.
“Polise gideceğim, dava açacağım” diyor.
Hastaneye, eşinin yanına geri dönen baba aynı günün akşamı diğer bebeğini de kaybettiği haberiyle sarsılıyor…
Onca yıllık emek, mücadele… Karısının hayatta olduğuna sevinebiliyor sadece…
23 hafta boyunca yaşadığı babalık heyecanı bir günde yasa, kedere dönüşüyor…
Ama ne oluyor biliyor musunuz?
Baba henüz polise gitmeden polis tarafından aranıp karakola çağırılıyor.
Burada da tarihte görülmemiş bir uygulama ile sosyal medyada yazdığı bu yazıdan dolayı doktora karşı “İtale-i Lisan” suçlamasıyla hakkında tutuklama kararı çıkarıldığını öğreniyor.
Nasıl yani? Bunun örneği var mı? Bu nasıl tutuklama kararı?
Polis hikâyeyi bir de babadan dinliyor, amiriyle konuşuyor, babanın avukatına “Tutuklama olmayacak” diyor.
Peki nasıl olur da böyle bir karar verilir?
Sonradan anlaşılıyor durum. Doktorun eşi Yargıç!
Ne yani?
Normal yurttaşa yapılsa sadece dava okunup gönderilecek bir olayda, iki bebeğini de kaybedeli henüz bir gün dahi olmamış acılı bir babaya tutuklama kararı mı? Hangi vicdana hangi adalete sığar bu…
Nerede görülmüş?
“Kaldır yazıyı” diyorlar. Polis yardımcı olmaya çalışıyor anlıyoruz, orta yol bulmak istiyor ama tabi hakkını arayan baba da yıldırılmış oluyor.
Sonrası mı?
Baba şikayetçi olmak istiyor, “Birkaç gün sonra gel” diyorlar.
Ne münasebet!
Neden birkaç gün sonra?
Bunun sebebini de anlıyoruz sanırım ama…
Baba kendisine okunan davayı kabul etmiyor, ertesi gün şikayetini yapmak için karakoldan ayrılıyor.
O acının içinde vazgeçmiyor uğradığı haksızlıktan, ilgili herkesten şikayetçi olmak için elinden geleni yapıyor.
Yargı kurumunun en üst merciine yaşadıklarını aktaran baba, şikayetinin ciddiye alındığını gördükten sonra, adalet sistemine güvenini yitirmemesi gerektiğini bir kez daha anlıyor…
Yüksek Adliye Kurulu’na da gideceğini söylüyor… Haklı mücadelesinde adaletin tecelli edeceğinden şüphesiz…
Şimdi tüm bu yaşananları yorumlasam, aslında sizden daha farklı bir şey söylemeyeceğim.
Birilerinin hukuku, birilerinin adaleti, birilerinin kararı…
Eşit değil daha eşit olanların…
Sessiz kalınmamalıydı.
Baba da sessiz kalmayacak…