Korkuyu Yık, İradene Sahip Çık, Ayağa Kalk

Kıbrıs Türk halkı hiçbir zaman kolay bir yaşam sürmedi. Kimliğimiz, irademiz, hatta varlığımız yıllardır baskı altında.
Yıllardır üsten bir bakış açısı ile bir yandan da “Kıbrıs bizim göz bebeğimiz”, “yavru vatan” gibi güzellemeler yapılırken, öte yandan bazı gazeteciler, siyasetçiler ve fikir önderleri tarafından Kıbrıslı Türklere, onun kurumlarına, kendi iradesi ile seçtikleri siyasi liderlerine karşı hor gören, “haddini bildiren” yazılar, söylemler, tutumlar sergileniyor.
“Rumcu“, “İngiliz piçi“, “Türkiye düşmanı“, “hain”, “besleme” gibi o kadar çok sıfat yapıştırılıyor ki üstümüze.
Ya yeterince “Türk” ya da yeterince “Müslüman” görülmüyoruz, sanki kendileri bir değerlendirme ölçeğiymiş gibi.
Kıbrıslı Türkler, muti, laik, hoşgörüye dayalı yaşam biçimlerini, kimliklerini, kültürlerini ve en sonunda varlıklarını tehdit eden sistematik dayatmalarla karşı karşıya.
Biliyor musunuz, en büyük düşmanımız dışarıda değil içeride. Bu baskı, dayatma düzenini güçlendiren de irademizi kırmaya çalışan da içimizdeki suskunluk, edilgenliktir.
Evlerimizde, oturma odalarımızda ya da biraz daha cesaretliysek akıllı telefonlarımızda durumdan şikâyet edip, sonra “elimden bir şey gelmez” diyen bir suskunluk.
“Bu işler düzelmez” deyip boyun eğmek. “Anavatan’a karşı çıkılmaz” düşüncesiyle kendini yok saymak. İşte bu bizi çürütüyor.
“Bu düzen böyle gelmiş, böyle gider” denildikçe başka hamlelerle karşı karşıya kalıyoruz. “Anavatanımız, ne yapalım, boyun eğeceğiz“, “bıçağa yumruk vurulmaz” dedikçe daha da sert dayatmalarla yüzleşiyoruz.
Oysa mesele “anavatan” değil. O “anavatan” dediğiniz Türkiye Cumhuriyeti ya da Türkiye insanı değil mesele.
Mesele oradaki yönetimin, buradaki düzeni yeniden şekillendirme, oradaki yapıya benzetme çabasıdır.
Buradaki özgürlükçü, demokratik, hukukun üstlüğü, kuvvetler ayrılığı, adalet ve laikliğe dayalı düzeni, oradaki yapıya dönüştürmeye yönelik dayatmalardır mesele.
Ekim 2020’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu dayatmalara karşı direnebilmek için son virajdı. Keskin bir virajdı üstelik de.
Mustafa Akıncı ağır geldi birilerine, dirayetli durduğu, federal bir çözümden, barıştan yana kararlı ve samimi bir tutum izlediği için, “yavru” olarak anılmaya karşı çıktığı için “haddi bildirilmeye” ve sonunda “defteri dürülmeye” çalışıldı.
Aslında defteri dürülmeye çalışılan Mustafa Akıncı’nınki değildi; bizim, Kıbrıslı Türklerin defterinin dürülmesine yönelikti o hamle.
O gün, sırf kendi siyasi ikballeri ya da iş dünyasının çıkarları için susanlar, daha da vahimi boyun eğerek, bu son hamleyi destekleyerek kolaylaştıranlar, şimdi benzer durumlarla karşı karşıya.
Hatırlayalım, “sustukça sıra sana, size gelecek“, nitekim geldi de işte.
Bu defa daha da vahim durum. Çünkü artık Kıbrıs Türkü topyekûn olarak, mafyatik ilişkilerle yoğrulmuş bir ideolojinin dayatılmalarıyla karşı karşıya.
Bazı siyasi partilerin iç demokrasisine müdahale edilebiliyor, kimin parti başkanı, başbakan olacağı dayatılabiliyor.
Her köşeye koca Sinan’ın mimarisinin taklidi camiler konduruluyor, kuran kursları, başörtüsü dayatılıyor, yargı ele geçirilmeye çalışılıyor, Atatürk Kültür Merkezi gibi Kıbrıs Türkünün emeğinin ürünü toplumsal değerler hedef alınıyor.
Biraz sesini yükseltenler, eleştirisel yaklaşanlar, kendileri gibi düşünmeyenler ve onlara yakın olan, gazeteci, siyasetçi, sivil toplum örgütü mensupları, onca dostumuzun, arkadaşımızın, ailemizin yaşadığı, birçoğumuzun üniversite yıllarını geçirdiği için duygusal bağı bulunan, derdini, tasasını, üzüntüsünü kendine dert edindikleri, başarıları ile mutlu oldukları Türkiye topraklarına sokulmuyor!
Tüm bunlar olurken, iki ülke arasında birçok konuda onlarca “Mutabakat Zaptı” imzalanır oldu.
“İki ülke arasında mütekabiliyet esasına dayalı” diye bir ifade var bu anlaşma metinlerinde. Lakin mütekabiliyet suya yazılmış gibi, ortada yok. Tek taraflı dayatma belgeleri bunlar.
Buna karşı çıkacak, iki ülke arasında gerçekten karşılıklı iş birliğine dayalı anlaşmalar yapılmasını sağlayabilecek irade de yok buralarda! Koşulsuz biat var çünkü.
Ne var ki biat etmek de biat edenlerin aşağılanmasını engelleyemedi.
Bir girdabın içindeyiz. Dibe çekiliyoruz, savruluyoruz. Ve her gün biraz daha kayboluyoruz.
Bu girdabın ortasında, içimize sıkışıp kalmış bir isyan var. Yüreğimizde bir yerlerde kıvılcımlar var, ama bir türlü yangına dönüştüremiyoruz.
“Kurtarılmış” olmanın diyeti çok ağır, gerçekten de!
Oysa beş yıl önce o keskin virajda, Mustafa Akıncı’ya yapılanlara, özgür irademizi gasp edilmesine karşı sessiz, tepkisiz kalmayıp “bu tutumu ve müdahaleyi kabul etmiyoruz, çekiliyoruz” denseydi, bugün durum bambaşka olabilirdi belki de.
O zaman yapılamayan şimdi yapılsın. Hade!
Unutmayın, korku bir esaret zinciri. O zinciri kırmadan özgürlüğü tadamayız…
Herkesin şunu anlaması gerek: Kıbrıs Türk halkı, tarih boyunca kimliğini ve özgürlüğünü savunmuş bir halktır. Biz, bu adada insanca yaşama hakkını elimizden alacak her türlü müdahaleye karşı direnmeyi biliriz.
“Bu düzene karşı koyamayız” diye düşündükçe kendi irademizi zayıflatıyoruz. Ancak birlik olursak, dayanışma içinde hareket edersek, bu tahakküm düzenine son verebiliriz.
Direnmeliyiz ve bu mücadele için biz kendi aramızdan kenetlenerek, yurdumuzdaki ve deniz ötesindeki demokrat, laik kesimlerle iş birliği, güç birliği ile ileriye taşımalıyız.
Saygı görmek, kale alınmak istiyorsak önce kendimize saygı duyacak, kendi kimliğimize, irademize sahip çıkacak, evrensel değerlerden sapmayacağız.
“Kıvırmayacağız“, başkasına yapılan haksızlık, adaletsizlik, dayatmalara karşı suskun kalmayacağız.
Kimimiz kurulmasında rolü olduğu için övündüğü ve sonsuza kadar yaşatılmasını istediği, kimimizin Kıbrıs’ta çözüm için bir ara formül olarak gördüğü, kimimizin ise toplumsal yaşamın sürdürülebilmesi için sığınılacak bir şemsiye olarak kabul ettiği, “KKTC” olarak ifade edilen BU ÜLKE BİZİM.
Biziz bu ülkenin efendisi!
Başkalarının bize ne yapacağımızı söyleme hakkı yoktur. Sizin çocuklarınız, bizim çocuklarımız, bu adada kimliğini, kültürünü kaybetmeden, insanca yaşama hakkına sahiptir.
Biz, birbirimizle kavga edebiliriz. Yönetme becerisi gösteremeyebiliriz! Yanlışımız da doğrumuz da sadece bizi ilgilendirir.
Kendi kendimizi yönetmek bizim hakkımız! Kıbrıs’ta çözüm ve barışa giden yolunu tayin etmek bizim hakkımız!
Elbette, ihtiyaç olduğunda eğer istersek, bize yardım elini uzatabilirler. Pek tabii yüzümüze vurmadan! Diyet ödetmeden!
Bu düşünceleri paylaşan, baskıya, dayatmalara karşı çıkan herkesin birleşmesi gerekiyor. Önyargılarımızdan, küçük hesaplardan, kıskançlıklardan arınıp dayanışma içinde hareket etmeliyiz. Bir halk ancak birlikte hareket ettiğinde güçlü olur.
İrademizi ve özgürlüğümüzü savunmanın tam zamanı. Bu mücadelede cesaret en büyük silahımız.
Ve unutmayın, boyun eğmeyenler kazanır.