InstagramKöşe Yazarlarımız

Mücadelenin Kısa Bir Özeti: Tüzüğe Geçit Yok!






Başörtüsü krizi” olarak bilinen süreç tüm hızıyla devam ediyor. Ortaokul çocuklarına yetişkin muamelesi yaparak başörtüsü takma “özgürlüğü” öngören tüzük geri çekilmediği sürece de büyüyerek devam edecek.

Mücadelenin başını çeken öğretmen sendikaları ve ilk günden itibaren onarın yanında tereddütsüz saf tutan parti, sendika ve demokratik kitle örgütleri konunun özüne dair net bir duruş sergiliyorlar. Bu konu en temelde “çocuk hakları” ile ilgilidir.

Çocuk haklarını savunabilmek için laiklikten, laiklik ilkesini uygulayabilmek için toplumsal iradeden yana durmak ve bunların hepsine topyekûn saldıran siyasallaşmış İslam ile yüzleşmek gerekiyor.

Ancak ilk günden itibaren açıkça ilan edilen bu net pozisyona rağmen, bu mücadeleyi olmadığı şekilde yorumlamak için aşırı efor sarf edenler de hiç eksik olmadı.

***

Siyasal İslamcılar, işbirlikçi hükümet ve AKP kodamanları fikirsel tartışmalar konusunda pek de yetkin sayılmazlar. Onların uzmanlıkları takiye, rüşvet ve tehdit üzerine yoğunlaşıyor. Ancak siyasal İslamcıların takiyelerine yaslanarak uzun yıllardan beridir uzmanlaştıkları bir alan daha var: Sol liberal çevreleri manipüle etmek.

Sol liberallerin manipüle edilmesi, siyasal İslamcılar için stratejik önemi yüksek bir meziyettir. Çünkü bu sayede kendileri adına tartışacak gönüllüler devşirebilmektedirler.

Kendilerinin birkaç cümle sonra “zındık, kafir” diye çileden çıkacağı alanlarda, sabırla ve özgürlükler adına tartışacak bu kullanışlı aparatlar, siyasal İslamcıların her zaman tercihi olmuşlardır.

Elbette sol liberaller de yekpare bir bütün değildirler ve farklı çevrelerde farklı hassasiyetler söz konusudur. Bu çevrelerin siyasal İslam adına tartışmaya dahil olabilmeleri, her çevre için özel açılımlar geliştirmeyi gerektirmektedir.

İşte tüzüğün gündeme düştüğü bu kırk günlük zaman diliminde söz konusu açılımları hızlandırılmış kurs misali yaşamamızın sebebi budur!

***

Her şey “özgürlükler” adına yaratılan kafa karıştırma seanslarıyla başladı. Bu safhada her çeşitten liberal üzerine ışık tutulmuş tavşan kıvamındaydı. On bir yaşındaki kız çocuklarının dini sembol seçme “özgürlüğü”nü öne süren siyasal İslamcılar, liberalleri “neden olmasın” esnekliğinde tutarak üzerimize saldı!

Buna “acaba Kıbrıs sorunu ile ilgili henüz anlayamadığımız bir adım mı atılıyor” komplo sosu da eklendiğinde, kolayca yenecek bir menü çıkıyordu ortaya! Böylece karşımıza “aman kutuplaşmayalım”, “neden özgürlüklere karşı çıkıyorsunuz”, “dikkat edin bu işte bir iş var” ve “öğretmenler haklı ama eylem biçimleri yanlış” şeklinde dört liberal eksen çıktı.

Dördünü birden deviren ise; sendikaların disiplinli örgütlülüğü ve ideolojik anlamda liberalleri dağıtan “özgürlük değil ayrıcalık; kadın değil çocuk” direnci oldu…

Evet söz konusu olan kadın değil çocuktu! Yani mesele özgürlüklerle ilgili değil çocuk hakları ve çocuğun üstün yararı ilkesiyle ilgiliydi. Çocuklara kadın muamelesi yapan siyasal İslamcılar ve onların yanında saf tutan liberalleri sarsan bir geri tepmeydi bu!

***

Bir sonraki adım eş zamanlı olarak YDP ve AKP tarafından organize edildi. Eğer çocuk haklarını savunan cephe liberaller tarafından sonsuz bir tartışmaya sokularak abluka altına alınamıyorsa; o zaman Kıbrıslı – Türkiyeli çatışması yaratılarak içerden bölünebilir miydi acaba?

Tıngır mücadele eden halkı güneye gönderirken, imamın biri “cenazelerini camiye sokmam” diyor ve Arıklı da “geldik yerleştik” pankartı ile yürüyüş düzenliyordu. Tüzükçüler bu aşamada neredeyse “bize hakaret edin” diye yalvardılar. Çünkü buna ihtiyaçları vardı!

AKP ve işbirlikçileri tüm güçleri ile iki boyutlu bir plana yatırım yapmışlardı: Önce Kıbrıs milliyetçilerini kışkırtıp Türkiye kökenli insanlara yönelik bir küfür dalgası yaratacaklar; ardından façası dağılmış liberalleri sahaya davet edip Kıbrıs milliyetçileri ile kavga ettirecekler, yaratılan toz dumanın içinde de Tüzüğü oldubittiye getireceklerdi. Olmadı!

Olmadı çünkü Kıbrıs milliyetçileri tarihsel bir olgunluk gösterip sustu. Konuşanlar da öyle etkili isimler değildi. Onlar susunca Arıklı ve arkadaşları dımdızlak ortada kaldılar! Arıklı ve bariasına yanıt, meselenin ilk aşamasında suskun kalan CTP’deki örgütlü ve Baro çevresindeki örgütsüz liberallerden geldi. Böylece Arıklı kendi tuzağına düşerek, sürecin dışında kalan bir kısım liberalin mücadeleye girişi için fırsat yaratmış oldu!

***

Hareket o kadar büyümüştü ki, rejim muhalefeti harekete seçimi düşünmeden ve ağzı sulanmadan bakamaz hale gelmişti! Bu da TDP ve CTP arasındaki açılış töreni dua krizine neden oldu!

CTP hata yaptı, TDP bunu fırsat zannetti ve iki kesim karşılıklı bir polemik salvosuna girişti. Zaten iki parti bir süreden beridir “sen neden aday gösterdin, ben neden aday göstereceğim” geriliminin altını ısıtıyordu.

Bu sürecin ne kadarının egemenler tarafından Tufan Erhürman’a dua okutarak hazırlandığı, ne kadarının CTP’nin kendi gönüllü uysallığı olduğunu bilmek mümkün değil. Ancak Tüzük karşıtı cephe CTP ile TDP’nin kavgasına mesafeli durunca, her iki parti de fırsatçı ve komik duruma düştüğünü fark ederek susmak zorunda kaldı!

Şimdilerde karşılıklı dans ederek “görürsünüz ne gadar gıbrıslıyık” mesajları verip olan biteni unutturmaya çalışan her iki parti de, bir sonraki oy kavgasına kadar “çocuk hakları ve laiklik saflarına” geri döndü. Zaten hiçkimsenin onların ardından seçim kavgasına gireceği de yoktu!

***

Tüm bu sayılan girişimlerden sonra AKP “iş başa düştü” diyerek, mücadeleyi ekseninden çıkarmak için bizzat kolları sıvamak zorunda kaldı.

Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı, Ünal Üstel’in “başbakan değil boşbakan” olduğunu söyleyerek Kıbrıs’ı Rumluktan kurtaramadıklarından yakındığında; herkes bunun yine, yeniden ve tekrar meseleyi çocuk hakları ve laiklikten saptırmak için yaratılan yapay bir gündem olduğunu biliyordu!

Bazı seçim takıntılı komplo teorisyenleri “yoksa tüm bu tüzük konusu Tatar yerine Üstel’i aday yapmak için bir senaryo mu” sorusunu sormuşsa da, bu soru geniş kitlelerde hiçbir yankı uyandırmadı.

Türkiye ve Kıbrıslı Türkler ilişkisi bir iki gün gündem olmuşsa da; AKP’ye verilecek en iyi yanıtın “Bu Tüzüğe Geçit Yok” pratiğini örgütlemekten geçtiğini artık herkes anlamıştı. Kısacası bu gündem saptırma girişimi de etkisiz kaldı. Konu çocuk hakları ve laiklikti. Bu tüzük gitmeliydi!

***

Başörtüsü Tüzüğü için koç başı yapılan çocuğun, İstiklal Marşı’nda ayağa kalkmaması ile yaratılmaya çalışılan yeni provokasyona tüm bu safhalardan geçerek geldik.

Çocuk istismarında her defasında kendi rekorunu zorlamakta olanlar, önce çocuğa töreni protesto ettirdiler, sonra da polis aracılığı ile çocuğa soruşturma başlattılar!

Çocuğu kullanarak bu provokasyonun tertiplenmesini eleştirenlerin üzerine de, Kemalizme dair ezberlerini anlatarak onları sıkıntıdan patlatmak için, hala elde kalmış liberalleri saldılar!

Belli ki hareket bu girişimi de savuşturacak. Çünkü gövde çok büyüdü ve bu tür ufak tefek müdahalelerle rayından çıkartılamıyor. Egemenler bir sonraki adımda ne yapar bilinmez ama direniş ateşi bölgeleri de dolaşarak çığ gibi büyüyor, eş zamanlı olarak Anayasa Mahkemesinde dava dosyalanmış bulunuyor ve bir genel grev her geçen gün yaklaşmakta.

Egemenler ne yaparsa yapsın olmuyor. Halk biliyor ki konumuz çocuk hakları, bayrağımız laiklik, çıkışımız siyasal irade, muhatabımız siyasal İslam ve cevabımız “Bu Tüzüğe Geçit Yok!”













Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu