Şikâyet Edip Susanlar Bu Filmin Ortak Yapımcısıdır

“Bir ülkede en tehlikeli insan tipi, hiçbir şeye karışmayan, hiçbir şeye inanmayan, her şeyi boşlayan tiptir”
–Yılmaz Güney
Kahvelerde saatlerce sistemden şikâyet edenler, sokakta gidişattan yakınanlar, sosyal medyada öfke kusanlar…
Hepsi çok haklı ama hiçbiri etkili değil.
Çünkü şikâyetin eylemsiz hali, sadece dertleşmeye yarar. Dertleşmek ise bir direniş biçimi değildir. Sadece ve sadece dedikodu olarak kalır.
Bu topraklarda, her şeyin kötü gittiğini kabul etmek kolay. Ekonomik kriz, adaletsizlik, torpil, yolsuzluk, çürüme…
Evet, her gün gözümüzün önünde yaşanıyor olanlar. Ama bu düzen neden değişmiyor? Çünkü çoğu insan sadece izliyor, birbirini suçluyor.
Kızıyor ama harekete geçmiyor. Şikâyet ediyor ama oy vermeye gitmiyor. Şikâyet ediyor ama mevcut düzene destek veriyor.
Şikâyet ediyor ama keyfim de bozulmasın diyor. “Zaten bir şey değişmez” diyerek, elini taşın altından çekiyor. Ve tam da bu yüzden, hiçbir şey değişmiyor.
Sandığa gitmemek bir direniş biçimi değil, sistemin ömrünü uzatmanın en etkili yollarından biridir.
Oy vermemekle kimseye ders vermiyorsun. Tam tersine, o koltuklara gözünü dikenin işini kolaylaştırıyorsun. Sen sandığa gitmezsen, birileri gider. O birileri, senin istemediğin düzeni alkışlayanlar olabilir.
Son zamanlarda görüyorum ki geçmişte yapılan siyasi tercih hatalarını sürekli ortaya atmak ve yalnızca belirli bir zümrenin yanlışlarını tüm bir bölgeye, tüm bir halka mal etmek birilerinin işine geliyor. Israrla da bunun arkasına saklananlar var.
Yok öyle yağma!
Lefkoşa’dan, Girne’den, Mağusa’dan bozuk sisteme karşı çıkmak ve buna karşı direnmek ile İskele, Karpaz bölgesinde direnmek, dik durmak aynı olamaz.
Bu farkındalığı, bu dik duruşu ortaya koyanları, sistemin parçası olanlarla aynı tarafa koyamazsınız. Bunu anladıkları gün, her şey daha anlaşılır olacak.
Kitlesel olarak bu ne bir çözüm üretir ne de bir yol açar. Sürekli aynı defteri açmak, bugünkü mücadeleye ket vurur.
Geçmişin hatalarını hatırlamak elbette önemlidir, ama onları bahane edip bugünü boşlamak, bu düzeni sürdürmenin başka bir biçimidir.
Sistemin içinden çıkmaya çalışan birilerini karalamak, onlara taş atmak kolay. “O da aynıdır“, “O da değişmez” demek, tembelliğin teorisidir.
Oysa neyin ne olacağını görmek için en azından denemek gerekir. Bu kadar karamsar olmayı hak edecek kadar bile mücadele etmedik.
Elimizde olanlar belli.
Yapıyı değiştirmeye çalışanlara saldırmak, bu yapıyı korumaktan farksızdır. Sırf kusursuz değil diye herkesi harcayan zihin, aslında statükonun gönüllü bekçisidir. Unutma, mükemmel diye bir şey yok.
Ama daha iyi mümkündür. Daha iyiyi aramak, uğruna yanılmayı da göze almaktır. Bunu değiştirmek bizim elimizde.
Bu memleketin küçük köylerinden büyük yerleşim yerlerine kadar bir gerçek daha var:
Mevcut yapıdan beslenenler buna engel olmaya çalışsa da değişim kaçınılmazdır. Ya şahsi çıkarları uğruna yol alanların yanında olacağız, ya da toplumsal varoluş için mücadele edenlerin safında.
Tarafsızlık artık bir tercih değil.
Sandığa gitmeyerek “tarafsız” kalmıyorsun. Aksine, en güçlü taraftan yana pozisyon alıyorsun; Sessizlik, iktidarların en sevdiği dildir.
Bu düzeni beğenmiyorsan, değiştirmek zorundasın. Elin kolun bağlı değil. Bir sesin, bir oyun, bir geleceğin var.
Ya kendin değiştirirsin ya da değiştirenlerin yoluna razı olursun. Şikâyet ederek değil, harekete geçerek başlar değişim.
Ve unutma: Bu ülke, yalnızca oy verenlerin değil; sandığa gidenlerin, geçmişe takılmayanların, sadece önüne bakanların geleceğiyle şekillenecek.
Güneşin Doğduğu Yerden, Herkese Selam Olsun.