Türkçe Konuşan Kıbrıslılar (Yeniden)

Geçen hafta yazdığım “Türkçe Konuşan Kıbrıslılar” başlıklı makalemden sonra, bu ifadeye yönelttiğim eleştirileri destekleyenler kadar rahatsız olanlar da oldu. Bazı kişiler “size ne herkesin kendini nasıl adlandırdığından” diyerek tepki gösterdi.
Öncelikle şunu net olarak ortaya koyayım, tek tek bireylerin kendini nasıl tanımladığını olumlamak veya olumsuzlamak hiç kimsenin haddine değildir. Benim de böyle bir amacım yoktur. Bu nedenle yazılarımı tek tek kişilere özel değil kamuoyuna hitaben yazıyorum.
Tüm yazılarımda iki ana saik söz konusu: Birincisi “kişilerin tek tek tutumlarını belirleyen genel tutumun” ve “genel tutumu etkileyen tek tek tutumların” birbiri ile ilişkisi üzerinden gerçekliği analiz etmek. İkincisi ise ortaya koyduğum analiz çerçevesinden kendi fikirlerimi ifade etmek.
Karmaşık geldiyse, “size ne herkesin kendini nasıl adlandırdığından” diyenlere şöyle de söyleyebilirim: “Evet bize ne sizin kendinizi nasıl adlandırdığınızdan!”
Kimse sizin ne renk çorap giydiğinize, sabah yataktan kalkarken ilk adımı hangi ayağınızla attığınıza, sevdiklerinize nasıl hitap ettiğinize, kişisel hayallerinize, arzularınıza, kendinizi nasıl adlandırdığınıza ve bunlar gibi sadece sizi ilgilendiren şeylere karışamaz, karışmamalıdır.
Size özel konuları kimse ile paylaşmak zorunda olmadığınız gibi, arzu ederseniz tüm dünyaya ilan etmek de en doğal hakkınızdır. Ancak bir şeyi kamuoyuna ilan etmek ne kadar haksa, o görüşe dair fikir beyan etmek de o kadar haktır!
Fikir, düşünce ifade özgürlüğünü bir tür “eleştiriden muafiyet” zannedenler şu gerçeği ıskalıyorlar: Sizin kendi fikrinizi kamuoyu ile paylaşma özgürlüğünüz kadar, bizim de sizin fikirlerinize dair fikirlerimizi ifade etme özgürlüğümüz vardır.
Ve sizin kendinizi nasıl tanımladığınızı ifade etmeniz, başkalarına yönelik bir zorlama olmadığı gibi; tanımınızın eleştirilmesi de size yönelik bir yasak değildir. İfade özgürlüğü sadece sizin için değil herkes içindir!
***
“Türkçe konuşan Kıbrıslılar” ifadesi ile ilgili bir yanlış anlamanın söz konusu olduğunu düşünüyorum. Bazıları sanıyor ki bu ifade “Kıbrıs Türkü”, “Kıbrıslı Türk” ve “Kıbrıslıtürk” ifadeleri gibi, aynı insan grubunu farklı ideolojik motivasyonlarla tanımlama girişimidir! Ama öyle değil…
Bu yanlış anlamada, söz konusu ifadeyi savunanların, bilinçli olarak kendi ifadelerini muğlak bırakmaları ve tanımlayıcı çizgilerini herkesin anlayabileceği şekilde netleştirmemeleri de bir etken.
Çünkü yeterince net bir tanım yaparlarsa, çok geniş bir insan topluluğunu (hatta kendilerini savunanların büyük bir kısmını) dışarıda bıraktıkları anlaşılacak! Bunun olmasını istemiyorlar doğal olarak.
“Kıbrıs Türkü”, “Kıbrıslı Türk” ve “Kıbrıslıtürk” diyen kesimler, aşağı yukarı aynı insan topluluğundan bahsediyorlar.
Ancak bu insan topluluğunu, kendi ideolojik konumlanışlarına göre tarihin akışı içerisinde yönlendirmek istedikleri yere göre isimlendiriyorlar.
Yani bu üç tanımı savunanların aralarındaki fark, olgusal değil ideolojiktir. Ancak “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” ifadesini kullananlarla olan fark olgusaldır. Gelin hepsini tek tek ele alalım…
***
“Kıbrıs Türkü” ifadesini kullananlar kültürel bir “Türklük” tanımının belirleyici önemde olduğunu savunmakta. Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri diğer Türklerden ayırt eden çizgiyi çekmek için “Kıbrıs Türkü” demektedirler.
Bunu yaparken de 1974 öncesinde bu topluma karışan farklı kültürleri de “Türk” saymalarına benzer bir şekilde, 1974 sonrası katılan farklı kültürleri de içeren geniş bir toplumsal bütünlük tarif etmektedirler.
Bu toplumsal bütünlüğün “büyük Türklük ailesinin” içine konumlanmasını istedikleri için tanımlarında Türk vurgulu, Kıbrıs çekiniktir.
“Kıbrıslıtürk” ifadesini kullananlar da yukarıdakinin tam tersi bir şekilde; Kıbrıs vurgulu “türk” çekinik bir gelecek tahayyülüne yaslanmaktadırlar. Bahsettikleri insan topluluğu tarihi ile, bugünü ile aynı insan topluluğudur.
Ama bu insan topluluğu için “Kıbrıslı” kültürel özellikleri ön plana alan bir gelecek istemektedirler. Bunu da toplumun isminde bu arzularını vurgulayan bir kavramla göstermektedirler.
Bağımsızlık Yolu’nun kullandığı “Kıbrıslı Türk” kavramı ise olgunun var olduğu halini tanımlamaya odaklı bir isimlendirmedir. Tekrar etmem lazım, bu tanımda da tarihi ile bugünü ile aşağı yukarı aynı insan grubundan söz edilmektedir.
Ve bizim tanımımızda bu insan grubunu gelecekte olmasını istediğimiz biçimi ile değil, bugün var olduğu hali ile tanımlama çabası vardır.
Çünkü bizim yaslandığımız bilimsel düşünme geleneği, isimleri değiştirerek olguların değiştirilemeyeceğini; tam aksine olgular değişince isimlerin de değişeceğini söyler.
Bizim bugün ismini tartıştığımız insanlar tarih sahnesine “Müslümanlar” olarak çıktılar. Osmanlı da İngiliz de onları bu isimle andı. Bu insanlar kendi tarihlerinin akışı içerisinde “Türk” olduklarını iddia ettiler.
Bu doğrultuda seferber oldular. Ve en “anavatancı”ları dahi yakın geçmişte bu tanıma “Kıbrıs” ifadesini eklemek zorunda kaldılar.
Bugün bu toplum yakın geçmişin ağız alışkanlığı ile kendine “Kıbrıs Türkü” diyen ama kendini de “Kıbrıslı” sayan ilericilere ve “Türklüğe” ne kadar bağlı olursa olsun “Kıbrıs” ifadesi olmadan kendinden bahsetmeyen muhafazakarlara sahiptir.
Yani “Türk” tanımının yerini alan “Kıbrıs Türkü” ifadesi aşılmanın eşiğindedir. Bu toplum “Kıbrıslı”dır da…
İşte birbiri ile (aynı topluma dair) tartışan bu üç akımın tartıştığı tam da budur: Bu toplumun kimlerden oluştuğu değil ne kadar Kıbrıslı olduğu veya ne kadar Kıbrıslı olması gerektiği!
***
Yukarıda yazılan tartışmayı ve bizim bu tartışmada durduğumuz yeri başka bir makaleye bırakarak; “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” tanımının bu üç tanımdan temel farkını ortaya koymamız gerekiyor.
“Kıbrıs Türkü”, “Kıbrıslı Türk” ve “Kıbrıslıtürk” aynı insan topluluğunun farklı ideolojilerce isimlendirilmesine dair bir tartışmadır. Oysa “Türkçe konuşan Kıbrıslılar”, bu topluluğun bileşimine dair bir tartışmadır.
“Türkçe konuşan Kıbrıslı” ifadesi ister Türkiye’den ister Azerbaycan’dan ister Bulgaristan’dan, nereden gelmiş olursa olsun; 1974’den sonra bu adaya gelmiş hiç kimseyi kendinin bir parçası olarak kabul etmez.
Bu tanım, 1974’den sonra bu adaya gelmiş herhangi birisinin burada doğup burada yaşayan çocuğunu da kendinin bir parçası kabul etmez. Bu tanım 1974’den sonra bu adaya gelmiş birisinin, 1974’den önce burada olan birisi ile birlikteliğinden doğan çocukları da kendinin bir parçası kabul etmez.
Kısacası bu tanım için tarih 1974’de donmuştur, toplum 1974’de kalmıştır ve 1974’den sonra yaşanan hiçbir şey yaşanmamış sayılmalıdır!
Bu tanım, tarihi dondurmaya, değişimi durdurmaya, yaşamı inkâr etmeye çalışan bir tanımdır. Diğer üç tanımla temel farkı budur.
Biz hiçbir eleştiri yapmasak, bu tanımı sorgulamasak bile olgular bu tanımı kendiliğinde kusup atacaktır elbette.
Çünkü siz gerçekleri ne kadar inkâr ederseniz edin gerçeklere hiçbir şey olmaz; ama gerçekler sizi bir kez inkâr ettiğinde ortada siz diye bir şey kalmaz!
Gerçekleri değiştirmenin yolu ise inkâr değil; olguları olduğu gibi anlamaktan, kavramaktan ve kendi içsel potansiyeline doğru evriltmekten geçer! Bunu ancak gerçeklerden korkmayanlar yapabilirler.
Çünkü gerçekler ne kadar olumsuz olurlarsa olsunlar, geleceğin tohumu bugünün gerçeğinde gizlidir.