DünyaInstagramManşetYaşam

Kongo vahşetinin resmi ve Avrupa ‘medeniyeti’






Avrupa Birliği’nin (AB) merkezine ve NATO’nun merkez karargâhına ev sahipliği yapan küçücük bir ülke olan Belçika, çikolatalarıyla ünlü. Şimdilerde Belçika’da yapılan ve kesik eller figüründen oluşan çikolatalar satılıyor. Bu meşhur çikolatanın ve kesik ellerin kanlı tarihi ise Avrupa’daki “medeniyet” masalının dehşet tarihini ortaya koyuyor…

Meşhur Belçika çikolatası ve kesik ellerin kanlı tarihi…

Belçika bir krallık. 1830 yılında Napolyon savaşlarından 15 yıl sonra bir devrimle Hollanda İmparatorluğu‘ndan ayrılmış ve bağımsız krallık olmuş, tarih boyunca da efendisi çok olduğu gibi her savaşta da çiğnenmiş, “Avrupa’nın savaş meydanı” olmuştu.

Ayrılıkçı Flamanlarla başı dertte olan Belçika’nın yüzölçümü Türkiye‘nin Konya ilinden küçük, nüfusu da 11 milyon. Ayaklanma ve devrimler çağında kurulan Belçika’nın etrafı güçlü rakiplerle çevrilidir. Hızla sanayileşerek kendini kanıtlar.

Bu arada Avrupa haritası yeniden şekillenir, birçok küçük devletlerden oluşan İtalya 1870, Almanya ise 1871 yılında ulus birliğini sağlar. Almanya da hızlı bir sanayileşme hamlesiyle kısa sürede Avrupa’nın yükselen gücü olur.

Avrupa’nın yeni pazar ve hammadde arayışı

Hızla sanayileşme 1870’lerde ekonomik krize dönüşür. Bir yandan hammadde ihtiyacı artarken diğer yandan da sanayi ürünleri stoklarda birikir.

Avrupa’da bu ürünler için alıcı bulmak zorken telgraf, demiryolları, buharlı gemiler sayesine yeni pazarlara, yeni hammaddelere ulaşmak kolaylaşmaktadır. Taşkömürü, kum ve topraktan başka doğal zenginliği olmayan Belçika da hammadde peşine düşmüştür.

Komşuları İngiltere ve Fransa gibi Belçika’da gözlerini Afrika’ya çevirmiştir. Ne de olsa 1700’lü yıllarda, Hollanda ile “Doğu Hindistan Şirketi”yle kısa bir sömürgecilik geçmişi olmuştu.

Afrika kıyıları çoktan kapışılmıştı. Portekizliler Angola ve Mozambik’i 1500’lerde sömürgeleştirmişti, ardından Hollandalılar, İngilizler ve Fransızlar sömürgeler edinmeye devam etmişti. Hatta bu eskilerin arasından hızlıca sıyrılan “yeni” Alman İmparatorluğu, kısa sürede Güney Afrika, Togo ve Kamerun’u sömürgeleştirmişti.

II. Leopold ve Henriy Morton Stanley

II. Leopold 1865 yılında Belçika kralı olduğu zaman gözleri Avrupa’nın dışındaki zenginliklerdeydi. O yüzden Henry Morton Stanley ile karşılaşması Belçika tarihinde bir dönüm noktası oldu.

Stanley İngiltere/Galler’de yoksul bir evde, babasız doğmuş, çocuk yuvalarında büyümüştü. 18 yaşında Amerika’ya göçtükten sonra ilk işvereninin soyadını almıştı.

İçine kapanık, zalim ve aç gözlüydü. Amerikan iç savaşında güney ordusu saflarında çarpışmıştı. Sonra gazeteci oldu. Dr. David Livingstone’un Afrika’dan gönderdiği haberleri heyecanla takip ediyordu. Haberlerin arkası kesilince gazetesi onu Livingstone’u aramak üzere Afrika’ya gönderdi.

tanley, 1871 yılında Livingstone’u buldu ve birden ünlendi. Sonra kendi “keşiflerine” başladı. Orta Afrika içlerinden Kongo nehrini izleyerek Atlantik kıyısına ulaştığında Avrupalılar için Afrika’daki son “terra incognita-bilinmeyen topraklar”ı keşfetmişti.

Kongo’nun zenginliklerini görünce yatırım yapması için İngiliz hükümetini ikna edemedi ama II. Leopold’un ilgisini çekti. Tam aradığı adamı bulan II. Leopold, bölgeyi incelemesi için Stanley’i görevlendirdi.

Henry Stanley üç yıl Afrika’da dolaştı. II. Leopold 1876’da Uluslararası Afrika Topluluğu adıyla bir dernek kurdu. 1882’de derneğinin adını Uluslararası Kongo Topluluğu olarak değiştirdi. Aslında dernek kendine ait şirketin paravanıydı!

Afrika’nın kaderini belirleyen 1884-85 Berlin Konferansı

Alman İmparatorluğu’nun Başbakanı Bismarck siyasi kariyerine ekleyeceği yeni bir zafer peşindeydi. Avrupa’nın güçlü liderlerini Berlin’e davet etmişti. 15 Kasım 1884- 25 Şubat 1885 tarihlerinde yapılan konferansın ana maddesi Afrika, Kongo nehri ve havzası oldu.

14 ülkenin delegeleri at nalı şeklinde bir masa etrafında konuşurken hepsinin gözleri duvardaki 5 metre boyunda bir Afrika haritasındaydı. Tüm delegeler beyazdı. Milyonlarca kara Afrikalının kaderi bu 14 imzacı delegenin elindeydi.

Karaların kaderi hakkında beyazlardan başka kim karar verebilirdi ki? Avrupa’nın imparatorluk ideolojisi nitelikli beyaz Batılının üstünlüğü üzerine kurulmuştu. Bismarck, uygar toplumlar için Afrika’yla ticaretin artırılmasının önemini vurgularken, bunun Afrika için de insancıl ve barışçıl bir adım olduğunu anlatıyordu.

Afrika’ya barış ve uygarlık götürülecek, Afrikalılar uygarlaştırılacak, köle ticareti yasaklanacak ve misyonerlere her türlü kolaylık gösterilecekti. Konferans, Afrika’daki Batılı güçler arasında yaşanan anlaşmazlıkların savaşa varmasını önleyecekti.

II. Leopold, Stanley’den öğrendikleriyle Kongo’yu “Hristiyanlık-insanlık-uygarlık” sosuna bulayarak öyle bir anlattı ki herkesin ağzı açık kaldı. Ustaca bir manevrayla rakip devletleri esir almıştı. Fransızlar Kongo’yu İngilizlerin veya Almanların almasını istemiyordu.

Almanlar da İngilizlerin ya da Fransızların. Kongo, Leopold’un oluverdi. II. Leopold, isteğini kabul ettirmiş, Belçika’dan 80 kat büyük topraklara tek başına sahip olmuştu. Avrupalılar sessiz sedasız Afrika’yı talan etmişti.

Temmuz 1885’de II. Leopold’un özel mülkü olarak, mavi zemin üzerine beş köşeli sarı yıldızlı bayrağıyla “Kongo Bağımsız Devleti” kuruldu.

Kongo vahşetinin resmi

Stanley, doğal zenginlikleriyle II. Leopold’un iştahını kabartan Kongo’da yönetimini kurmuş, şiddet ve hileyle 450 kabile reisini dize getirmiş, topraklarına el koymuş, halkı ağır şartlarda köle olarak çalıştırmaya başlamıştı.

Kutsal sos “Hristiyanlık-insanlık-uygarlık” yaşananları gözlerden gizliyordu. Hatta Stanley yerlilere kan kustururken, II. Leopold şiddetle “köleliğin kaldırılması”nı savunuyordu. Bu nedenle ABD tarafından ödüllendirildi ve ABD, “Kongo Bağımsız Devleti’ni tanıyan ilk devlet oldu, diğerleri de kuyruktaydı.

Belçika, ilk on yıl fildişi talebini karşılamak üzere köleleştirdiği Kongo halkını fil katliamına zorluyordu. Sadece filler değil, bir gecede yüzlerce su aygırı zevk için katlediliyor, ay ışığı altında Batılılar için “su aygırı avı” partileri düzenleniyordu.

Fil avından yeterince fildişi ile dönmeyen yerliler kırbaçlanıyor, ağır cezalara çarptırılıyorlardı. Fildişi kârlı bir işti ama giderleri karşılamaya yetmiyordu. Özellikle Leopoldville (bugünkü Kinshasa) ve Boma arasında yapılmakta olan demiryolu inşaatı çok masraflıydı. Tabii zorla çalıştırılan ve can veren Kongolulardan kimse bahsetmiyordu bile.

Avrupa’nın kauçuk talebi yükseldiğinde işler değişti. Kongo’nun yağmur ormanları kauçuk ağaçlarıyla doluydu. II. Leopold’un Kongo ordusu “Force Publique” emre hazırdı.

Kauçuk toplatma işini onlar düzenleyecekti. Halka kan kusturan bu ordu tüm ülkede örgütlüydü. Subay ve ast subayları Belçikalıydı, erler Kongo’nun en savaşçı ve Belçika’ya en sadık kabilelerinden toplanıyordu. II. Leopold’un emriyle her birinde 1500 çocuk olan 3 çocuk yurdu kurulmuştu, emirde “Bu yurtların amacı her şeyden önce bize asker sağlamak” deniyordu.

Kauçuk toplamak için erkekler zorla ormanlara gönderiliyordu. Kauçuk toplamak ilkel şartlarda yapılan zor bir işti. Ağacın kabuğuna açılan küçük bir yarıktan akan ağır ve akışkan kauçuk vücuda sürülüyor, vücutta mum gibi sertleşiyordu.

Daha sonra vücuttan kazınarak kovalara toplanıyordu. Deri ve kılların da kauçukla yüzüldüğü anlatılıyordu. Herkesin orman dönüşünde getireceği kauçuk miktarı belirlenmişti.

Bu miktarı getirmeyenlerin eli, ceza olarak kesiliyordu. Ayrıca kauçukları getirene kadar karısı, çocukları rehin tutuluyordu. Çalışmayı reddedenler su aygırı derisinden yapılan ucu düğümlü kırbaçlarla, ölümüne kırbaçlanıyordu.

Erkekleri cezalandırmak için çocuklarının elini kesmek kullanılan bir başka ceza yöntemiydi. Askerler kestikleri elleri kovalarda topluyor, kumandalarına hem verdikleri cezayı hem de kurşun harcamadıklarını ispat ediyorlardı. Askerler topladıkları el kadar fazla ücret dahi alıyordu.

1906 yılında bir günde tam 1308 kesik sağ el sömürge valisine verilmişti. Baş kaldıranlar öldürülüyor, köyler tek bir kişi kalmamacasına tamamen yok ediliyor, yakılıyor, kitlesel katliamlar yapılıyordu. Kadınlar kaçırılıyor, tecavüz ediliyordu.

(Şimdilerde Belçika’da yapılan ve kesik eller figüründen oluşan çikolatalar satılıyor. Bu meşhur çikolatanın hammaddesi olan kakao da Kongo’dan ithal edilmekteydi)

Ayrıca çeşitli hastalıklar da Kongoluların canını alıyordu. Kongo’da vahşet kol geziyordu. Bugün insanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlanan Kongo halkının en az yarısının (10-15 milyon) Kongo’nun II. Leopold’un özel mülkü olduğu dönemde hayatını kaybettiği kabul edilmekte.

Bu dönem Kongo tarihinin en kanlı ve acımasız dönemi olarak biliniyor. Kongo’dan gelen kanlı paralarla iyice zenginleşen II. Leopold, Belçika’da Antwerpen Garı, Kraliyet Orta Afrika Müzesi, Ostendes Kraliyet Galerisi gibi büyük ve gösterişli binalar inşa ediyor, “inşaat kralı” olarak anılıyordu.

İngiliz misyonerler, bölgeye gelen gazeteciler, yazarlar şahit oldukları vahşeti yazıyorlardı. II. Leopold’un Kongo yönetimine karşı eleştiriler yükselince Kongo, 1908 yılında, II. Leopold’dan alınarak Belçika’ya verildi.

Belçika Kongo’su

Kongo bu kez, Belçika Kongo’su adıyla sömürge oldu. Sömürgeciliğin değişmez üçlüsü “devlet-Katolik kilisesi-özel şirket”ler tarafından bakır, altın, elmas, kobalt gibi zenginlikleri sömürüldü.

Kongo halkının ne yaşam standartları yükseldi ne de çalışma şartları düzeldi. Siyasi örgütlenme yasaktı, oy verme hakları yoktu, seyahat özgürlükleri yoktu.

Toprak sahibi olamazlardı, kırsal kesimlerde zorunlu işçilik devam etmekteydi, şehirlerde ise sokağa çıkma yasağı vardı. 1960 yılında koskoca Kongo’da üniversite mezunu sadece 30 Kongolu vardı.

Patrica Lumumba cinayeti

Bandung konferansından sonra Afrika’da yükselen bağımsızlık dalgası Belçika Kongo’suna da ulaşmıştı. Sonunda Belçika seçim yapmayı zorla kabul etti. Kendine bağlı bir partiyle seçimleri kazanacağından emindi ama yanıldı!

1960 yılında yapılan seçimleri Patrice Lumumba’nın lideri olduğu Kongo Milli Hareketi (MNC) kazandı, Lumumba başbakan oldu. Bağımsızlık ilan edildi. Ülkenin adı “Kongo Cumhuriyeti” olarak değiştirildi.

Kongolular için yüz yıllık ayrımcılığın, soykırımın, soygunun sonuna gelinmişti ama ne Belçika ne de ABD bunu kabullenebildi. Her iki ülkede bağımsızlık ilanından sadece iki hafta sonra Kongo’yu bölmek için planlarını yapmıştı bile.

Birleşmiş Milletler (BM), o gün de ABD ve Batı’nın emrindeydi. Zaten Lumumba da BM’i Belçika’yı tutmakla suçladı. Lumumba bir burjuva milliyetçisiydi ama bağımsızlık sürecinde sosyalizme yönelmişti.

Sovyetlerden uzanan yardım elini tuttu. II. Leopold zamanında Kongo’ya yerleşen ve bir daha asla çıkmayan ABD, tam Soğuk Savaş’ın ortasında Kongo gibi zengin bir ülkenin Sovyet etkisine girmesine seyirci kalmadı. Lumumba’nın en yakın adamı Mobutu, CIA destekli bir darbeyle yönetime el koydu.

Yetmedi! Lumumba’nın ortadan kaldırılması gerekiyordu, bu işi de Belçika üstlendi. Tutuklanan Lumumba, Belçika’nın desteklediği ayrılıkçı Katanga eyaletine teslim edilmek üzere uçağa bindirildi, 6 saatlik yolculuk boyunca ağır şekilde dövüldü. Uçaktan inince boş bir eve götürüldü.

Belçikalı subayların gözetiminde, kendini Katanga cumhurbaşkanı ilan eden Moise Tshombe ve bakanları Lumumba’ya işkence yaptılar. Sonra yakındaki ormana götürüldü, onun için kazılan çukurun başında vuruldu. Lumumba 36 yaşındaydı.

Yetmedi! Ertesi gün Belçikalı askerler mezarı açtı, cesedi parçalara ayırdı, bir fıçıdaki asidin içinde eritti. Dişleri ve kemikleri öğütüldü, rüzgarla ormana saçıldı. Belçika’nın 40 yıl kabul etmediği bu cinayet, 2000 yılında Ludo de Wittes’in “Lumumba Suikastı” kitabındaki yeni kanıtlarla güncellendi.

Resmi araştırma başlatan Belçika hükümeti, cinayetle doğrudan ilgisi olduğunu kabul etmedi ama Dışişleri Bakanı Louis Michel “ahlaki sorumluluğunu yerine getirip cinayete engel olmadığı için” Belçika adına özür diledi.

İlginçtir Kongo’da yıllarca süren zulüm Belçika’da ilk olarak 1998’de Adam Hochshilds’in kitabı “Kral Leopold’un hayaleti” yayınlandığında tartışılmaya başlandı. 2005 yılında “Orta Afrika Kraliyet Müzesi’nde, Belçika’nın sömürgeci geçmişiyle ilgili bir sergi açıldığında da tartışmalar arttı.

2019 yılında BM Afrika Uzmanlar Grubu, Belçika hükümetinin Kongo’da yapılanlar için özür dilemesini ve II. Leopold’un heykellerini kaldırılmasını istemişti. Dönemin başbakanı Charles Michel bu isteği reddetti ama ABD’deki George Floyd cinayetinden sonra “siyah hayatlar önemlidir” hareketinin Brüksel’de yaptığı gösterilerin ardından II. Leopold’ün heykeli kaldırıldı.

Suikastçi Joris serbest bırakılmıştı

II. Leopold, Kongo’da acımasızca kan döktüğü, Kongo halkını kitlesel olarak öldürdüğü yıllarda II. Abdülhamit’in yönetimini şiddetle eleştirmekte ve Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurmaya çalışmaktaydı.

1905 yılında Ermeni Devrimci Federasyonu’ndan militanların II. Abdülhamit’e düzenlediği ve Padişahın son anda kurtulduğu bombalı saldırıda Belçikalı anarşist Edward Joris yakalandı ve hapse girdi. Belçika ve diğer emperyalist güçlerin baskısıyla serbest bırakıldı. Joris Belçika’ya döndü ve serbestçe yaşamına devam etti.

Kaynaklar:
https://www.aydinlik.com.tr/haber/kanli-cikolata-sever-misiniz-227991
https://marksist.org/icerik/Yazar/11790/mobileRedirect
https://www.gzt.com/infografik/jurnalist/dunyanin-en-aci-cikolatasi-5575









Başa dön tuşu