GenelKıbrısManşet

Muhafazakârlık ve FİF eliyle AKP borozanlığı: Kahveyle iyi giden uzun bir yazı…






Fiyat İstikrar Fonu (FİF) Yasası‘nın kullanım amacı (Yasada yazan haliyle);

  1. Akaryakıt fiyat artışlarını fondaki para oranında karşılamak ve artışların tüketiciye yansımasını önlemek,

2. Tüketim maddelerinin tüketiciye istikrarlı bir fiyatla arzını sağlamak,

3. Tarımsal ürünlerin dünya piyasalarında geçerli fiyat düzeyinde pazarlanmasında ve üreticilerin gelirinde yeknesaklık ve istikrar sağlamak.

Bu bilgiler cebimizde devam edelim.

Aslında konuşacağımız konunun 2 boyutu var; biri fonun kullanımının yasal boyutu, diğeri de muhafazakâr politikaların yayılmasında kullanılan argümanlardan biri haline nasıl getirildiği.

***

Türkiye‘nin muhafazakârlaştırılmaya çalışılmasının tarihi epeyce eskiye dayanır ve derine gider ama kısaca bahsetmeden ülkemizdeki durumu da anlatmak mümkün değil.

Türkiye’de baskın olarak Demokrat Parti ile başlayan ve 1980 askeri darbesi ile birlikte Anavatan Partisi ve Refah Partisi ile devam eden “İslami muhafazakâr” anlayışı, günün sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son 20 yıldır iktidarda olarak uygulamaya soktu.

İslami muhafazakârlık büyük bir kesim tarafından “Kemalizm karşıtlığı” üzerinden kendini tanımlasa da, Atatürk‘ün şiarlarından olan “Milliyetçilik ilkesi“yle uzaktan yakından alakası olmayan bir milliyetçilikle de iç içe geçmiş durumda. Bu anlayışa sahip olan iktidar ya da diğer güçlerin otoriter bir çizgide olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım.

***

Hiçbir parti ya da kişi ayırmadan bir genelleme yapacak olursak, “İslamcı muhafazakâr” anlayışa sahip tüm siyasi parti ve kişilerin kendilerini, reformcu, değişime açık ve hatta devrimci [İran İslam (sözde) Devrimi] olarak lanse ederken, kaybolan(!) değerleri İslami inancın da bereketiyle geri getirecekleri, ülkeyi milli ve yerli(!) üretimle ekonomik olarak şaha kaldıracakları vaadlerini verirken görürüz.

Bunun yanında elbette ‘kötü batı’nın, inançtan ve ahlaktan uzak tarzının reddi ve Türkiye’ye özel bir argüman olan, 7 düvele korku salmış, İslami usulleri benimsemiş Osmanlı’ya özlem, bu anlayışın en büyük hassasiyetleri olmuştur.

Tam da burada, Cumhuriyet ve ilerici anlayışa duyulan öfkeyi de görebiliriz.

Muhafazakârlığın; geçmişte var olmuş, oradan gelmiş olanı korumaya yönelik mi yoksa şu anda icat edileni muhafaza etmek mi olduğu tartışıladursun, modern ve entelektüel bir kişi de kendi değerlerini muhafaza etme konusunda “muhafazakâr” bir tutum içinde olabilir.

Bizim konuşacağımız nokta ise muhafaza edilmek istenilen şeyin, insanlar üzerinde bir baskı ve kontrol unsuru haline getirilme şekli.

***

Türkiye’deki hakim siyasi ve islami “muhafazakâr” politika; iktidarların ya da onların yandaşlarının kendi istedikleri siyasi hamleleri yaparken aykırı seslerin oluşmaması için vatandaşları ve toplulukları hipnoz etmek, bazı kişi ve kesimleri kişisel ve zümresel çıkarlarla kendine bağlamak, olmuyorsa baskıcı ve zorlayıcı politikalar üretmek, yasalar çıkarmak, hareket alanlarını daraltmak, yaptırımlar uygulamak ve sindirmek” şeklinde uygulanıyor.

Zira kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan ve halka da bu yönde mesaj veren iktidardakiler ve sözde aydınlarla, gündelik yaşamdaki sıradan insanların muhafazakarlığı çok farklı.

Belki samimi olan birkaç kişi dışında iktidar kesimleri, islami muhafazakarlığı dışardan görünüşte çok derinden yaşarken, özelde savurganlık, lüks ve şatafat, yasak ilişkiler, yalanlar, alkol, zevk ve sefa sürüyor.

Bunların yanında halka, ağır vergiler, yasaklar, işsizlik ile yaşam alanlarının daraltılmasına, “İlahi sınav” olarak bakıp şükredilmesi öğretiliyor ve on yıllar boyunca bir türlü gelmeyecek olan o refah dolu günlere hazırlık için dayanması öğütleniyor.

***

Bugün Türkiye’de özellikle sol, muhalif ve entelektüel kesimlere özel uygulandığı her halinden belli olan alkol fiyatları, giyim kuşam ayıplaması, eğlenceye kötü gözle bakılması, kadın cinayetleri, hayatta kalan kadının da toplumdaki varla yok arasındaki yeri, hep bu anlayışın tezahürü.

Bir kadeh rakı, bir meze sofrası, muhafazakâr çizgide iktidara oy veren büyük bir kesim tarafından hem lüks hem günah.

Alabilenler, içebilenler, eğlenebilenler, mini etek giyinenler günahkâr, batı özentisi hatta vatan millet düşmanı.

Bu iki kutup öylesine sağlam bir iktidarda kalma aracıki, torba yasaların içinde bunu destekleyici küçük küçük maddeler TBMM’den sürekli şekilde geçiriliyor.

***

Uzun bir yazı oldu farkındayım ama ülkemizin kendine öz sorunu ve kararı olmayan şeylerin, ülkemize nereden ve ne sebeple sirayet ettiğini de açıklamak gerekiyordu.

Şimdi gelelim ülkemize;

Güzel Kıbrıs…

Zivaniyasıyla, rakı-meyhane kültürüyle, özgürlükçü ve suç oranlarının (eskiden) düşüklüğüyle, deniziyle, güneşiyle kumuyla, kınamazsız, kinsiz tartışmaları ve hemen barışmalarıyla, baskılara gelememesi, barış isteyen yürekleriyle Kıbrıs…

Şimdilik bir ada yarısına hapsedilen Türkçe konuşan Kıbrıslılar, Türkiye rejimlerinin kendi ülkelerinde asla oluşmasını istemedikleri karakteristik özellikleri ve yaşam tarzıyla AKP rejiminin iyice gözüne battı.

***

Aslında 1974 ve 83’den bu yana ama özellikle son 5 yıldır Ankara‘nın her alandaki baskısı, Kıbrıs’ın kuzeyinde herkes tarafından bilinir hale geldi.

Önceleri sadece iktidarların belirlenmesi noktasında yapılan baskılar, parti kurultaylarına, yerel yönetimlere, Bakanların kim olacağına, hükümet ortaklarına, sadece uluslararası alanda değil, ülke içindeki politikaların da nasıl yapılacağına kadar ilerledi.

Ankara’ya sormadan adım atamaz hale gelen başta UBP olmak üzere sağ ve Anavatancı kesimler, Meclis’ten istedikleri bir yasayı bile geçiremez, parti başkanlarını bile seçemez durumda.

Anayasa’daki “Geçici 10. Madde’ye, GKK komutanlarının, Merkez Bankası ve Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlarının Türkiye’den atanmalarına hiç girmiyorum bile.

***

Türkiye’nin Doğu Akdeniz‘deki kendi çıkarları ve dünyaya kafa tutma hevesi nedeniyle BM parametlerinden uzaklaşıp, sözde çözüm formülü “iki devletliliği” ortaya atması, UBP’nin de bunu mal bulmuş mağribi gibi sahiplenmesi sonrası, elbette ülkedeki muhalif kesimlerin de her açıdan baskı altında tutulması gerekliliğini doğurdu.

Ülkenin son seçilmiş toplum lideri Mustafa Akıncı’ya ve onun nezdinde destekçilerine yapılanlar hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.

İşte bu dayatmacı ve baskıcı tüm politikalar karşısında direnen bir Kıbrıs Türk toplumu gören, UBP‘yi ve kendi eliyle Cumhurbaşkanlığı‘na getirdiği Ersin Tatar‘ı adeta kuklası haline getirdiği halde, yüzünü hala batıya dönük tutan toplumun, özgürlükçü yaşam tarzından ödün vermeyen, gündüz sokaklarda eylemlerde muhalefetini yapıp, gece de yiyen, içen, eğlenen ve tiye alan duruşunu bir türlü delemeyen Ankara rejimi, bu işin sadece siyaseti dizayn etmekle olmayacağını anladı, önce Aile Çalıştayı adı altında düzenlediği organizasyonlarla, bizlere nasıl aile olacağımızı, özellikle kadınların kocalarına nasıl davranacağını öğretmeye kalktı, sonra daha da ileri gitti.

***

Erdoğan ve AKP aşkıyla yanıp tutuşan, Hac’ca gidip Hacı olan Maliye Bakanı Sunat Atun‘a da emsalsiz bir görev verildi;

“Tıpki bizim yaptığımız gibi, Kıbrıs Türk kültürünün de en önemli parçalarından biri olan alkole ağır vergiler getireceksin, eğlence hayatını, meyhane kültürünü hiç edeceksin”

AKP’nin emirlerine karşı gelmesi mümkün olmayan, kendi toplumuna ve kültürüne sırtını çoktan dönmüş sözde Kıbrıslı Sunat Atun da, işte yazının en başında yasal kullanım amacı çok net olan Fiyat İstikrar Fonu’nu kullanarak bu emri geçtiğimiz gün layıkıyla yerine getirdi.

Bunu sadece Kıb-tek gibi kendi elleriyle batırdıkları devlet kurumlarının borçlarını halkın cebinden ödeme ahlaksızlığı olarak yorumlamak mümkün değil.

Zira gerçekler apaçık ortada.

Yasal amacından saptırılan FİF aynı zamanda da AKP’nin borozanlığını yapanların siyasi manevrası olarak kullanıldı.

***

Bu arada, sanmayın ki bu Anavatancı (aslında AKP’ci ve güce tapan) kesim hiç günaha girmiyor, bakmayın şimdilerde camilerde bilmedikleri namazları kılmaya çalışırken fotoğraf çektiklerine, kandil mesajlarını AKP’den bile önce verdiklerine.

Hatta en zevkine düşkün(!) kesim onlar. Zira onlarda para da her zaman daha çok olmuştur.

Ama tarihsel bir ezikliğin de içindedir onlar çünkü gerçek bir veil, gerçek bir Bakan gerçek bir Başbakan asla olamamışlardır. Kuzeyde oyun hamurundan inşa edilen bir yapının içinde “hamurdan adamlar” olarak hep özenmişlerdir abilerine.

***

İşte tam burada sorulması gereken ve aslında sosyologların yanıtlamasına muhtaç konu ise; başta muhalefet olmak üzere halkın sessizliği.

Sosyal medya paylaşımlarından ve Meclis kürsüsünde iki bağırmadan öteye gidemeyen muhalefet, böylesi açık saldırılarda bile halkı sokağa dökemiyor, konsolide edemiyor ve ses getirecek hiçbir adım atamıyor.

Bu acınası hal son bulur mu bilinmez ama şunu söylemek mümkün;

AKP için 20 yılda 100 sene geriye götürdüğü 80 milyonluk Türkiye’nin yanında 350 binlik Kıbrıs ada yarısı küçük görünüyor olabilir.

Ama bu toplum kolay lokma değildir, yemeye kalkanın da boğazına takılmasını bilir.

Önümüzdeki günler zor olsa da, UBP’nin de Ankara’nın da bunu anlaması yakındır.

Pınar Barut









Başa dön tuşu