Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Serdar Denktaş, Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki eşit ortağından biri olduğunu belirterek, bu haktan vazgeçmenin Kıbrıs Türkü’nü ortadan kaldıracağını söyledi.
Denktaş, “alt yönetim” algısından süratle kurtulmak gerektiğini, bunun yolunun ise Ankara ile oturup ortak bir hedefte buluşmak olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Mustafa Akıncı’nın, kendisine siyasi rant sağlayan bir yara keşfettiğini ve bu yarayı sürekli kaşıdığını ifade eden Denktaş, Türkiye’nin değil ama Ankara’nın seçimlere müdahalesi olduğunu dile getirdi.
Kıbrıs Türk’ü karıncasına kadar Türkiye’nin yanında durduğunu dile getiren Denktaş, kamplaşmanın ortadan kaldırılması ve Türkiye ile yeni bir ortak hedefte anlaşılmasının en acil sorunlar olduğunu ifade etti.
Ofisinden yapılan açıklamaya göre Serdar Denktaş, Independent Türkçe’nin Kıbrıs müzakerelerinden Doğu Akdeniz krizine, Türkiye ile ilişkilerden iç siyasete ilişkin sorularını online video bağlantısı ile yanıtladı.
Yayında Denktaş’a sorulan sorular ve yanıtları ise şöyle:
“-30 yıldır aktif siyasetin içerisinde olan bir siyasetçisiniz. Belki de tüm bunlardan önemlisi Kıbrıs halkı ve de Türkiye toplumu tarafından çokça sevilip, sayılan KKTC’nin kurucu cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın oğlusunuz. Uzun yıllara dayanan siyaset yolculuğunuzda şimdi de Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışıyorsunuz. Öncelikle neden şimdi? İlk günlerde aday olmayacağınızı açıklamıştınız. Sonradan aday olma kararınızı etkileyen ne oldu?
Gerçekten ben 5 yıl sonrasına kendimi hazırlamak istiyordum. Bu nedenle geçen yıl kasım ayında parti başkanlığından ayrıldım. Partideki arkadaşlarıma, milletvekilliğine de artık aday olmayacağımı da açıkça belirterek, yeni bir sürece hazırlanmak istediğimi söylemiştim. Bu süreç de 5 yıl sonrası idi.
Ancak araya pandemi girdi. Bu dönemde hükümete çok yardımcı olmaya çalıştım, öneriler götürdüm ancak hiçbir şekilde dikkate alınmadı. Kimileri pandemi sürecinin çok iyi idare edildiğini söylüyor ama bu çok yanlış bir iddia. Çok kötü yönetildik hatta yönetilmedik demek belki daha doğru olur. Sıfır vakaya inme ise halkımızın bilinçli davranması nedeniyle ortaya çıkan bir sonuçtu. Sonrasında alınan kararlar, maalesef vaka sayısını yeniden artırdı.
Ekonomik olarak çok zor günlere gireceğimizi ta başından itibaren ilettik ama hiçbir şekilde dikkate alınmadı. Her vatandaş gibi ben de o günlerde ortaya çıkan adaylara baktım ve vatandaşlar gibi “ben bu adayların hangisine oy verebilirim” düşüncesi beni de sardı.
Bunun üzerine yakınlarımdan, başka partili arkadaşlardan gelen talepler oldu, “Bu bir görevdir, mutlaka aday olman gerekir” şeklinde. Değerlendirdim ve aday olmaya karar verdim. Bağımsız olarak aday oldum.
İyi ki de aday olmuşum çünkü birçok insan “gönül rahatlığıyla oy verebiliriz” diyor. Kimisi sandığa gitmemeyi düşünüyordu, bunlar sandığa taşınıyor. İyi bir alternatif olarak ortaya çıktığımı düşünüyorum. Zaten gördüğümüz destekte bu yönde.
Seçim kampanyanızda Denktaş soyadınızı değil, ön adınız Serdar’ı kullanıyorsunuz… Bu tercihin sebebi nedir?
Denktaş bir lider. Bir halkın başına 150 yılda bir gelen türden bir lider. Sadece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin değil, Türkiye’de de, Türklük dünyasında da yerinin bambaşka olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla onu yukarıda bir yerde bırakmak istedim.
Bir evlat olarak bana, şu 60 yıllık sürede 56 yılını beraber geçirdik; öğrettiği şey; “Çınar altında herkes büyür, o gölgede herkes yaşar. Kimisi o gölgeden faydalanır, kimisi o gölge veren çınarı baltalar, ama orada olmaktan mutludur. Sen gölgede yaşayanlardan olma” demişti. Bir vasiyetti bu.
Güneşte çok zor günler de geçirdim, ama her zaman sığınacağım o gölge oradaydı… 30 yıldır aktif siyasetteyim, bu 30 yıl içerisinde bana öğretildiği gibi kendi gölgemi de yaratmaya çalıştım. Bunun da etkisi var.
Arkadaşlara dedim ki Denktaş’a saldırmak isteyenler benim üzerimden bu fırsatı kullanamasın. Onu kendi yerinde bırakalım; yüksekte dursun, o bizim liderimizdir. Serdar olarak çıkayım.
Zaten insanlar beni sürekli “Serdar abi”, “Serdar başkan” olarak çağırıyor, öyle tanıyorlar. Denktaş’ın oğlu olduğumu sürekli olarak söylememe gerek yoktur, 30 yıllık aktif siyaset sonrasında.
Böylelikle Serdar’ diye çıktık. Sonradan fark ettik ki Amerika’da bir iki örneği var ama en azından bölgemizde kendi ön ismi ile kampanya yapan bir ilki de başlatmışız. Bu sonradan fark ettiğimiz bir şey. Ama esas nedeni Denktaş ile Serdar Denktaş’ı iki ayrı kefeye koymak.
Denktaş’ı yaşayan biriyim; ezberleyen, arkasından bakıp onu izleyen değil Bazı adaylar Denktaş’ın ismini, konuşmalarını, görüşlerini kullanma gayreti içerisindeler. Bana soruyorlar Herkes Denktaş ismini kullanıyor, sen neden kullanmıyorsun?” diye. Verdiğim cevap basittir: Ben bir Denktaş’ım, sırası geldiğinde halkımın haklarını korumam gerekiyorsa, başım dik; korumaya başlarım ve devam ederim. Kimseyle kavga etmem. Ne öğrendiysem o yolda yürümeye devam ederim. Bir şey ispat etmeme gerek yok diyorum.
Çünkü ben Denktaş’ı yaşayan biriyim; ezberleyen, arkasından bakıp onu izleyen değil, bıraktığı yerden ileri götürmek isteyen birisiyim. Denktaş bu devleti bize kurduysa, egemenliğimizin, siyasi eşitliğimizin bir göstergesi olarak kurdu. Bu devleti yaşatmaya devam etmeliyiz. Benim de emelim, vizyonum bu.
Bunu Serdar olarak başarmak mümkün müdür? Halkımızla birlikte, Serdar Denktaş olarak, evet, bunu başarabiliriz.
-Rauf Denktaş bugün yaşıyor olsaydı, aday olmanızı destekler miydi?
Desteklerdi tabi ki. Bunu geçmişte hiç konuşmadık kendisiyle ama bana güvendiğini biliyorum. Yıllarca beni çok denedi, çok yokladı, her sınavında başarıyla geçtiğimi söylerdi. Bana güvendiğini de kamuoyu önünde de birkaç kez tekrarlamıştır. Dolayısıyla evet, desteklerdi diye düşünüyorum.
Sandığa katılım ne kadar yüksek olursa iradenin belirlenmesi o kadar daha sağlam olacaktır
Siz ve diğer adaylar kampanyalarınızı pandemi koşullarında sürdürüyorsunuz. Bu seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok ilginç bir seçim oluyor. Eskiden olduğu gibi gençlerin heyecanla bayrak, flama taşıyarak konvoylar düzenlediği, afişler asılan bir seçim dönemi değil. Bazı partiler geçmiş seçimlerde sokakta çok başarılıydı, şimdi onun eksikliğini yaşıyorlar.
Daha fazla teknolojiyi kullanmak suretiyle sosyal medya üzerinden ve bireysel temaslarla, telefonlarla yürütülen ‘garip’ bir kampanya çıktı ortaya.
Pandemi nedeniyle sandığa gitmemeyi düşünenler var, bir güvensizlik ortamı var açıkçası “Gidersek acaba virüs bulaşır mı” şeklinde. Oysa Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı önlemler, ayrıca bunun üzerine alınacak ek tedbirlerle güvenli bir seçim ortamı yaratılmaya çalışılıyor.
Ümit ederim düşük bir katılım olmaz ve insanımız korkmadan, çekinmeden sandığa gider; yaptığımız çağrı da bu zaten. Sandığa katılım ne kadar yüksek olursa ortaya çıkacak demokratik sonuç, iradenin belirlenmesi o kadar daha sağlam olacaktır. Bu anlamda da bütün adaylar çalışıyor.
Kıbrıs Türk halkının adaylığınızdan memnuniyet duyduğunu ve ikinci tura kalmanız durumunda “kesin olarak” kazanacağınızı söylüyorsunuz. Peki, kamuoyu araştırmaları ne söylüyor?
Kamuoyu araştırmaları bizde “araştırma” yerine kamuoyu algısı yaratma üzerine yapılıyor. Türkiye’den gelen bir şirket, aldığı paranın karşılığını vermeye çalışıyor. Biz hiçbir kamuoyu yoklaması yaptırmadık bu nedenle. Ama sahadayız ve sahada gelen tepkileri ölçebiliyoruz artık.
Bu tepkilerden ortaya çıkan sonuç ikinci turu görebileceğimiz yönündedir. Seçime 13 gün kaldı. Bu sürede bu başarıyı sağlayabileceğimizi görebiliyoruz. Büyük bir hata yapmazsak ki yapmamak için de bütün ekip gayet dikkatli çalışıyor.
Düşünün ben daha adaylığımı açıklamadan oyumuzu ölçmüşler, güya kamuoyu araştırması yapmışlar, yüzde 3 olarak çıkarttılar. Kampanyaya başladım 10 gün sonra yine yüzde 3 diye gösterdiler. Bir sonrakinde ise partimin (Demokrat Parti) oyundan daha az oy alacağımı gösterdiler.
Tamamen algıya yönelik sonuçlar. Kıbrıs Türk halkı aptal değildir, ne yaptığını çok iyi bilir. Sandıklar açılınca zaten sonuçları göreceğiz, gezmeye gelenler de gezdikleriyle kalacaklar.
Kuzey Kıbrıs’ın toparlayıcı, kucaklayıcı bir cumhurbaşkanına ihtiyacı var
Kıbrıs’ın iç politik dinamiklerini belirleyen temel motivasyonlarının ne olduğunu düşünüyorsunuz? Yani kısa, orta ve uzun vadedeki yansımalarını birlikte düşünerek… Kıbrıs’ın nasıl bir cumhurbaşkanına ihtiyacı var?
Toparlayıcı, toplumun her kesimine eşit yaklaşabilen, kucaklayıcı; rol kapma uğraşı yerine hükümetlerle, meclisle, sivil toplumla çok daha samimi bir diyalogu oluşturabilen bir cumhurbaşkanına ihtiyaç duyuyorlar.
Kısacası aslında Denktaş dönemini özlüyor herkes. O nedenle benim etrafımda çok büyük bir birleşme var. Çünkü biliyorlar ki 30 yıllık siyasi hayatımda kimsenin dinine, diline, ırkına, cinsiyetine, inancına ayrım göstermeksizin yaklaştım. Herkesi kucakladım. Bu nedenle partim çok zarar gördü ama buna rağmen en ufak bir geri duruşum olmadı.
Şimdi de beklenti, cumhurbaşkanının bu anlamda kendi içimizde var olan bu dağınıklığı toparlayabilecek, her kesimi dinleyip, her kesimle diyalog kurabilecek bir cumhurbaşkanıdır.
Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Rum tarafının Birleşmiş Milletler parametrelerine uyum sağlayamayacağını artık halkımızın büyük bir çoğunluğu görmüş durumda. Dolayısıyla ilk kez bu seçimlerde Kıbrıs sorunu belki de biraz ikinci plana düştü.
Pandemi nedeniyle ortaya çıkan rahatsızlıkları çözebilecek, girebilecek kim var diye baktığında insanlar yine bu 30 yıllık sürede yaptıklarıma bakarak “Çözerse bu işi Serdar çözer, o bu işi biliyor” yaklaşımıyla toplanıyor etrafımda.
Orta vadede ne olacak; Kıbrıs sorunu ile görüşmeler yine başlayacak. Ve masada iki toplumlu, iki kesimli federasyon görüşmeleri var. Akıncı’nın bıraktığı yeri bulacağız karşımızda. Oradan devam etmek bize bir 50 yıl daha kaybettirir ama hiçbir yere varmayız. Dolayısıyla bir ray değişikliği mutlak surette sağlanmalı.
Bu anlamda ben kendime güveniyorum. Türkiye ile uzun süredir ortak bir hedef noktasında buluşmamışız; bu eksiklik ortaya çıktı son zamanlarda. Dolayısıyla ilk yapacağımız iş herhalde Türkiye ile bir ortak hedef belirlemek.
Bu hedefe nasıl yürüneceği konusunda Kıbrıs içinde atılacak adımları biz daha iyi biliriz; çünkü buralarda yaşayanlarız, kendi insanımızı bilenleriz.
Doğu Akdeniz’de yaşananları Türkiye daha iyi bilir çünkü Doğu Akdeniz’de en geniş sahile sahip ülke olarak Türkiye’dir, o adımlara bizim destek vermemiz gerekir. Topumuz, silahımız, hava gücümüz, deniz gümüz yok, o anlamda bir destek veremeyiz belki ama iş müzakere boyutuna geldiğinde Doğu Akdeniz ile ilgili, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki kurucusundan biri olarak elbette yüzde 50 hak sahibi olarak elbette önemimiz o ortamda artacaktır.
Ama o ana kadar yapmamız gereken içimizi toparlamak, kendimizi bu pandemiden sonra oluşacak yeni zamanlara, “yeni normal”e hazırlamak. Eski normalde var olan bir sürü yanlışımız var, o yanlışlardan arınmak. Ve mutlak surette bir çözüme doğru varmak. Kıbrıs sorununu ortadan kaldıracak bir çözüm… Bu illaki federasyon değil, illaki iki toplumun bileşik bir şekilde yaşaması değil.
Eğer birlikte yaşamayı başaramamışsak ki 50 yıl tartıştık ve olmadı. O zaman yan yana, kuzeyi Kıbrıslı Türklerin, güneyi Kıbrıslı Rumların bütün adayı birlikte yöneteceğimiz çok daha zayıf güce sahip bir federal model kurulabilir mi ona bakacağız. O da olmuyorsa eğer, ucu açık bir görüşme sürecine yeniden dalacak değiliz, ufku açık bir görüşme süreci gerçekleştirip, olmuyorsa kendimize başka yollar elbette arayacağız. Ama onu o gün geldiğinde konuşuruz.
Siz seçim kampanyanızda “Yeni bir Cumhuriyet” vurgusu yapıyorsunuz. Bu noktada da Fransa’nın “Beşinci Cumhuriyet’ini” örnek gösteriyorsunuz. Ve diyorsunuz ki “Birileri muradına ersin’ diye KKTC maceraya sürüklenemez. KKTC ‘alt yönetim algısından Serdar Denktaş’la kurtulacaktır.” Peki, burada sizin net olarak Kıbrıs için mevcut şartlarda uygulanabilir çözüm öneriniz nedir? “Yeni bir Cumhuriyet” vurgusuyla neyi hedefliyorsunuz?
-Desantralize federasyonu konuşmamız gerekir diyorum. Nedir desantralize federasyon?.. Merkezi çok zayıf olan dolayısıyla Kıbrıslı Rum ve Türklerin güç paylaşımı açısından çatışma alanı oldukça daraltılmış bir yaklaşımdan bahsediyorum. Bu müzakere edilmeli, nasıl olur, olabilir mi; yeni bir şeydir ama. Niye yeni bir şeydir? Bunu anlamamız lazım. İki toplumlu, iki kesimli federasyon Kurucu Cumhurbaşkanımız Denktaş’ın 77 yılında Makarios’un elinden kopardığı bir tavizdir. Kıbrıslı Rumlar bu tavizi “acı taviz”, “büyük taviz” olarak nitelendiriyor. Ve bir çözüm noktasına varmamamızın ana nedenidir. 50 yıl tartıştık bunu, her şeyini konuştuk, yürürlüğü sokmak mümkün olmadı. Çünkü Kıbrıslı Rumlara göre adanın bütünü kendilerinindir, bunun yarısını biriyle paylaşmak istemezler.
Bir kere oradan bir kurtulmak lazım. Bunu yolu diplomasidir, bunun yolu yeni bir çatışma alanı yaratma değil. Diplomasi ile oradan kurtulup başka bir şeyi konuşmaya başlamamız lazım. Bu esnada yapacağımız tek taraflı adımlar, kapıların açılması örneğinde olduğu gibi; uluslararası hukuku kullanmak suretiyle gasp edilmiş insan haklarımızı yeniden aramak yolunda adımlar atmak…
Adalet divanından, İnsan Hakları Mahkemesi’nden bu hakları kazanırsınız, kazanmazsınız tartışması başka bir şeydir; isminizin yeniden duyulur olması ve adada bir çözüm bulunacaksa bunun iki muhatabından birinin Kıbrıslı Türkler olduğunu yeniden bütün dünyaya hatırlatmaktır mesele.
Şu anda Kıbrıs Rum tarafının yapmaya çalıştığı, Kıbrıslı Türkleri yok saymak suretiyle direkt Türkiye ile bağlantı kurmaya çalışıyorlar. Bunun başarıldığı anda biz burada yok olmaya mahkum oluruz. Bu adanın, tekrar edelim Rumların işgalinde olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki eşit kurucu ortağından bir tanesiyiz. Bu hakkımızı görmemek, bu hakkımızdan vazgeçmek bizi ortadan kaldırır.
“Alt yönetim” vurgusunu ısrarla yapıyorum. Kıbrıs Rum tezidir; İnsan Hakları Mahkemesi’ne açmış oldukları bir davada bu anlamda alınan bir kararı yıllardan beri vurguluyorlar. Bizim şimdi içine girdiğimiz, Denktaş döneminden, Annan Planı’ndan sonra girdiğimiz süreçte, şimdiki Cumhurbaşkanımız kavga etmek suretiyle, bir başka aday başbakanlığımızı yapan kişi ise her şeye “evet” demek suretiyle; Kıbrıs’ın geçmişini bilmeden, görüşme masasında konuşulanları bilmeden…
Bunlar bizi öyle bir noktaya getirdi ki bu “alt yönetim” algısı, “Nasıl olsa Türkiye ne söylerse yapacak” algısı bütün dünyada güçlendi. Bu nedenle saygı görmüyoruz, söylediğimiz dinlenmiyor. Bundan bizim süratle kurtulmamız lazım.
Türkiyesiz bir yere varmanız mümkün değil. Türkiye insanı ile aramızın bozulması asla gerçekleşmemeli. Anadolu ile bizim bağlarımız çok eski tarihlere dayanan, kültürel, milli bir bağdır. Ama geldiğimiz noktadan öyle bir anlaşılıyor ki herkesin başıyla, özellikle yurt dışının bakışıyla “Türkiye parayı verir, bunlara istediğini yaptırır.”
Hayır, öyle değil. Kıbrıs’ta yaşayan bir halk vardır. Bu halk büyük bir var oluş mücadelesiyle bu 1974’e kadar ulaşmıştır. Türkiye ile ortak hedefte buluştuğu için 74’e ulaşabilmiştir. Sonrasında verdiği bir demokrasi mücadelesi vardır. Bu demokratik mücadele sonrasında da kendi devletleri içerisinde tanınsak da, tanınmasak da kendi irademizi ortaya çıkararak, ama doğru ama yanlış bir yerlere varmaktayız.
Annan Planı ile maalesef geçmişte kurduğumuz bu denge bozulmuştur. O günden bugüne Denktaş’ın elde ettiği o saygın seviyeyi, o mirası harcaya harcaya bu günlere geldik. Ama artık bu şekilde devam etmemiz mümkün değil.
O nedenle “alt yönetim” algısından kurtulmanın yolu Ankara ile oturup, bir ortak hedefte mutlak surette buluşmamız, atılacak adımlarda birbirimize destek sağlamaktır. Bunu başardığımız anda Rum tarafının ortaya koyduğu “alt yönetim” algısı süratle ortadan kalkacaktır. Bu devlet siyaseten tanınmasa da ayrı demokrasisiyle, kendine öz iradesiyle kabul edilen ve saygı duyulan bir halkın idaresi olarak yoluna devam edebilecektir.
Kıbrıs Türkiye ilişkilerinden söz etmişken, zaman zaman Kıbrıslı politikacılar ile Türk siyasetçilerin karşı karşıya gelebilen açıklamalar yaptığına şahit oluyoruz. Örneğin Cumhurbaşkanı Akıncı’nın özellikle Barış Pınarı Harekatı zamanındaki demeçleri Türkiye’de çok tepki toplamıştı. Peki, bu tarz açıklamaların Kıbrıs iç siyasetinde yansıması nasıl oluyor? Kıbrıs halkı bu açıklamalara, bu ters düşmelere nasıl bakıyor?
Yanlış açıklamaları Kıbrıs Türk’ü her zaman cezalandırabilmiştir, kendi demokratik kuralları içerisinde… Bir ada halkıyız, küçük bir nüfusuz, dolayısıyla her gün birbirimizi gören insanlarız. Bizdeki siyasi karşıtlıklar Türkiye’de veya Almanya’da ya da bir başka ülkede olduğu gibi çok sert değildir. Kutuplaşmalar çok sert değildir, belli bir süre sertleştirseniz bile, hemen ertesinde buluşabilmektedir insanlar. Adanın, nüfusun küçüklüğü ile ilgili bu durum, herkes birbiriyle neredeyse akraba…
Sayın Akıncı kendisine siyasi rant sağlayan bir yara keşfetti. Annan Planı’nda sivil toplum örgütleri oluşturuldu, o dönemde müthiş bir kampanya başlatıldı. Türkiye’den ayrılıp Avrupa Birliği’ne girme yönüne evrilen bir kitle oluştu.
O tür bir yönetimden, eğitimden geçen insanlar, Türkiye ile bir atışma olduğunda ve bu yara kaşındığında siyaseten bir rant olarak bu yarayı kaşıyan kişiye dönebiliyor. Bunu keşfetti Akıncı ve bir süreden beridir bu yarayı kaşıyor.
Normal akışına bıraksak seçimde ikinci tura kalır mı, kalmaz mı diye düşünecekken, şimdi verilen karşıt cevaplar, demokrasimize yapılan müdahaleler ile belli bir kesimi yanına topladı. İkinci tura kalacağını neredeyse garantiledi gibi, henüz daha kesinleşen bir şey yok ama öyle bir his var insanımızda.
Demokrasimiz kendi akışına bırakılsaydı bunların hiçbiri olmazdı. O nedenle diyorum, buradan eş zamanlı ayrı ayrı bir referandum gerçekleştirdik 2004’te. Bütün dünyaya tescil ettik ayrı demokrasimiz olduğunu, self determinasyon; kendi geleceğimizi belirleme hakkımızın olduğunu.
Kendi geleceğimizi belirleyeceğimiz bir seçimdir şimdi yaşamakta olduğumuz cumhurbaşkanlığı seçimi. Buradan kendi insanımızı, vatandaşlarımızı rahat bırakmak lazım. Sonuç doğru çıkacak çünkü bizim insanımız demokratik girişimlerle ceza verir. Oy sandığında cevap verir yanlış yapana. Bunu yine başaracaktır son seçimlerde.
Ama o kadar müdahale olmaktadır ki şu son zamanlarda, gereksizdir, yanlıştır, “alt yönetim” algısını güçlendirmektedir. Bütün bu müdahaleler buraya yakışmaz, Kıbrıs Türk’ünün hak ettiği bir şey değil. Biz kendi kendimize doğru olan seçimi yapmayı biliriz. Bırakalım, biz onu başarırız.
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın da seçimlere müdahale açıklamaları vardı… Verdiği bir röportajda Türkiye’nin seçimlerde taraf tutma ve bu yönde seçimlere müdahale etme arayışında olduğunu söyledi. Siz de müdahaleden söz ettiniz. Sizce de Türkiye’nin seçimlere bir müdahalesi söz konusu mu?
Türkiye’nin değil, Ankara’nın evet. Bu yaşananı yok kabul etmek hepimiz için ayıptır. Bu maalesef var. Maalesef diyorum… Gereksizdir, çünkü Kıbrıs Türkü söylenen yanlışları ortadan kaldırabilecek, demokratik bir şekilde cezasını bilgiye ve bilince sahip bir halktır. Demokratik yaklaşımlarımız gerçekten üst seviyededir bu ülkede.
“Hayır, şunu seçmeyeceksiniz, şunu seçeceksiniz” gibi yaklaşımlar da bir sonuca ulaşmayacak. Zorla ulaştırılsa da halkın belli bir kesimini “Türkiye’yi sevmeyenler” diye adlandırmak, Kıbrıs’ta bir cumhurbaşkanı seçimini Türkiye’yi sevenler, sevmeyenler ayrışımına uğratmak, Türkiye ile Kıbrıs ilişkilerine, Kıbrıs Türkü’nün gelmiş geçmiş bütün ilişkilerine yapılabilecek en büyük yanlıştır. Bu yanlıştan vazgeçilmesi çağrısıdır yaptığımız.
Yoksa bir tercih elbette olur Türkiye ile Kıbrıs’ın bu yakınlığında Ankara “Ben filancayı tercih ederim” diyebilir. Ama Kıbrıs Türkü’nün özgür söz hakkını başka başka yöntemlerle çevirmeye çalışmak doğru olan değil. Bu yanlışı da ben belirtmeden edemem. Çünkü tekrar edelim ki pozisyonum ne olursa olsun Kıbrıs Türk halkının haklarını korumaktır benim görevim; hem milletvekili olarak hem de bir Denktaş olarak.
Ben bu yanlışa işaret ediyorum. Bu yanlışlar yapıldı diye “Türkiye’ye, Anadolu’ya karşıdır Serdar Denktaş” diyebilenin ortaya çıkacağını zannetmem. Deseler bile o bir müddet sonra düşer. Ama seçime yönelik irade çarpıtması çalışmaları asla kabul edebileceğim bir şey değil, lehime bile olsa.
Türkiye ile ilişkilere dair bir de şunu soralım: Geçen ağustos ayında Başbakan Ersin Tatar, YDP Genel Başkanı Erhan Arıklı, DP Genel Başkanı Fikri Ataoğlu, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın daveti üzerine Ankara’ya gelerek görüşmede bulundular. Süreç içerisinde KKTC iç siyasetinde bu epeyce konuşuldu, tartışıldı. Bu ziyarete ilişkin yorumunuz nedir?
Bir milli meselede Türkiye elbette buradan uygun gördüğü kişileri davet edebilir. O kişiler de bu davete icabet ederler, etmemezlik gibi bir yola girmez. Ama bir seçim öncesinde çağırıp, seçimi konuşarak hareket edilirse o zaman işte yanlış olur. Kamuoyunun tartışmasının nedeni o. Buraya gelinip burada birtakım temaslar da yapılabilirdi. İstediklerini öğrenebilirlerdi, halkın çeşitli kesimlerinden. Ama oraya çağırılmalar çok şık olmadı, şık olmadığını da söyledim zaten.
Kendi eski parti başkanım da (Demokrat Parti Genel Başkanı Fikri Ataoğlu) bu davete katılanlardan birisidir. Dolayısıyla ne konuşulduğunu az çok biliyorum. Şık olmadı. Olağan mıdır, mümkün müdür, elbette olağandır, mümkündür. Geçmişte biz de çağırıldık Annan Planı döneminde 4 parti başkanı o zaman mecliste idik, gittik ve Annan Planı ile ilgili görüşlerimizi hepimiz ayrı ayrı görüştük, anlattık.
Oradaki hedef ‘bir müşterek pozisyon belirleyebilir miyiz’ görüşmesiydi. Bu gayet doğal. Yine bir seçimlerden sonraydı bu görüşme, ama bir seçim döneminde bu davetin gerçekleşmiş olması çok şık olmadı ama normal bulduğumu da söyleyebilirim.
Sizin seçim süreci içerisinde Ankara ile bir görüşmeniz oldu mu?
Hayır, olmadı. Öyle bir talep de olmadı, herhangi bir benim talebim de olmadı. Görüşmedik.
Türkiye basının Kıbrıs’a ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğu Akdeniz geriliminin ve Kıbrıs müzakereleri gibi çözüme kavuşturulamamış bir meselenin ortasında yapılan belki de oldukça önemli olan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimine Türk basınının ilgisini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye basını, özellikle televizyon programları, Doğu Akdeniz krizi ortaya çıkınca Kıbrıs’ı hatırlamaya başladı. Uzun süredir Kıbrıs gündemde değildi. Beklediğim şudur: Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulmasından itibaren bir varoluş mücadelesi vererek kurulan ilk Türk devleti.
Bu devleti hem yaşatmamız lazım hem insanını, kültürünü, beklentilerini, sıkıntılarını da Türkiye televizyonları da aslında sürekli işlemeli ki, -sadece Kıbrıs sorunu kapsamında değil- iki halk arasındaki ilişki soğumasın.
Maalesef öyle bir noktaya geldik ki “Kıbrıslılar Türkiyelileri istemez”, “Türkiyelileri istemez”… Kardeşim biz köken olarak bakarsak, benim sülalem 1579’da gelmiş Konya’dan Kıbrıs adasına Osmanlı döneminde. İngiliz’in baskısı alında yaşamışız, Rum’un baskısı altında yaşamışız. Şimdi özgür yaşarken niye ilişkilerimiz bozulsun veya zayıflasın ki?..
Niye Kıbrıslı Türk “ana vatanım” dediği Türkiye’den koparılmaya çalışılsın ki?.. Niye buraya evlatlarını şehit olması için gönderen analar Kıbrıslılarla ilgili yanlış bir düşünce içerisine girsin ki?.. Hepimiz artık burada kız aldık, kız verdik; her birimizin ailesinde her iki taraftan insanlar var; neyin tartışmasını yaşıyoruz?..
Onun için Türkiye basınında bizim kültürümüzü, bizim mutfağımızı, bizim buradaki ada yaşayışımızı bütün Anadolu ile de paylaşacak, tabi onlar üzerinden de tüm dünyayla paylaşacak yayınlar yapılmasıdır beklediğimiz.
Yoksa bir sorun çıktığında Kıbrıs akla gelecekse, Kıbrıs sorunundan artık herkes bıktı usandı; ama en fazla bıkanlar da bizleriz. Ben içine doğdum, ölüyorum, hala daha aynı şeyi konuşuruz. Onun için Kıbrıs sorununun üzerine odaklanmasın basın.
Ama buranın güzellikleri, tarihiyle, güneşiyle, her şeyiyle… Anlatılacak o kadar çok şeyi var ki aslında Kuzey Kıbrıs’ın, bunları konuşmalarıdır beklediğimiz. Yoksa sorun çıktığında gelecekse Kıbrıs adası, bu çok doğru bir yaklaşım değil. Son zamanlarda da bunu yaşadığımızı görüyorum ben de.
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de meydana gelen gerilime nasıl yaklaşıyor ve bu gerilimin çözümünde nerede duruyor?
Çok dikkatle izlemekteyiz. Türkiye’nin duruşu burada son çaredir artık. Bu noktaya kadar çok çağrı yapıldı Türkiye tarafından “Gelin bir müzakere edelim, bir işbirliği yapalım” diye. Bunların hiçbirine uymadılar; Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafını dünyanın şımartmasının bir sonucudur bu.
Türkiye geldiği noktada artık çok ciddi duruyor. Ve Kuzey Kıbrıs’ta herkes dikkatle izlemektedir olan biteni. Başka yapacak bir şeyi de yok Türkiye’nin; bu duruşun dışında artık yapılabilecek başka bir şey yok. Elbette hepimizin arzusu diplomasinin galip gelerek, bu konunun müzakere edilmek suretiyle, Türkiye ile Yunanistan arasında bir sonuca bağlanmasıdır.
Bizim birkaç hafta önce yaptığımız çağrı, Türkiye, Yunanistan, Kuzey Kıbrıs ve Güney Kıbrıs’ın içinde olduğu Doğu Akdeniz Enerji Platformu oluşturalım; etrafına ilgili uluslararası şirketleri de toplayabiliriz. “Savaşa girmeksizin, bir çatışmaya girmeksizin, konuşarak halledilebilecek bir meseledir” diye bir çağrı yaptık. Buna yanaşmıyor elbette Rum kesimi ve Yunanistan, şımarıklık nedeniyle.
Savaş hiçbir şeyi çözmez, kimse istemez savaşmak. Rum tarafı zannediyorsa ki işte buraya Fransız gemisi geldi, Fransız uçağı geldi, bir şey olduğu sıra Fransa’ya güveniyorsa; bilecek ki hiçbir şekilde Macron evlatlarını Rumların hatırı için can almaya ve can vermeye göndermez. Bunu yapabilecek dünyada tek bir ırk vardır, o da Türk ırkıdır.
Onun için akıllarını başlarına toplayıp, aklıselime gelip konuşarak, diplomasi yoluyla bu sorunların çözülmesi en doğru olandır. Şakaya gelecek bir noktada değiliz maalesef. Bir çatışma olur mu: İnşallah olmaz diyoruz, tüm Kıbrıslı Türkler adına. Ama olacaksa da eğer elbette Türkiye’nin yanındayız.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeler karşısında Kuzey Kıbrıs liderliğinin tavrını nasıl görüyorsunuz? KKTC Cumhurbaşkanlığı makamı açısından konuşacak olursak, sizce Kuzey Kıbrıs liderliği bu konuda yeterli mi?
Sessiz duruyor. “Ne söylersem farklı algılanabilir, farklı yerlere çekilebilir” diye bir çekince içindedir anladığım. Seçimlerden sonra orada başka biri oturacak. Kıbrıs Türk halkının genel yaklaşımıdır önemli olan, 5 yıl önce farklı nedenlerle seçilmiş cumhurbaşkanının, döneminin sonunda ne düşündüğü değil.
Onun için Kıbrıslı Türklerin hissiyatını az önce anlattım. O noktada duralım. Çünkü ondan öteye gidip, halen görevine devam eden cumhurbaşkanını buradan eleştirmem doğru bir yaklaşım olmaz, ben devlete inanan bir insan olduğum için.
Vatandaş görmektedir neyin ne olduğunu, kararını 2 hafta sonra seçimde verecektir. İkinci tura da kaldı 20 gün.
Bu kadar süreyi bekleyerek geçireceğiz. Bunun başka yolu yok. 20 günde de bir çatışma olmaması, hiç çatışma olmaması hepimizin tercihi. Ama tekrar ediyorum öylesi bir durumda Kıbrıs Türk’ü karıncasına kadar Türkiye’nin yanında durur. Başka da bir şeyi kimse Kıbrıs Türkü’nden kimse bekleyemez.
Cumhurbaşkanı seçilmeniz durumunda size göre Kıbrıs’ın çözülmesi gereken en acil sorunu nedir?
İç dağınıklığımızın toparlanmasıdır en acil sorun. Maalesef yanlış siyasetler nedeniyle sektörler birbirine düşürüldü, kamplaşmalar yaratıldı. Bu kamplaşmaların ortadan kaldırılması, sektörlerin birbiriyle yeniden buluşturulması, biri olmadan diğerinin olamayacağının anlaşılması ve en önemlisi Türkiye ile yeni bir ortak hedef noktasında konuşulup, anlaşılması. Bunlar en acil olanlardır benim gözümde. Bunun bir an önce hallolması gerekir ki ondan sonraki adımları da birlikte planlayabilelim.
Bir de kapalı Maraş mevzusu var. Maraş bölgesinin kullanıma açılması, seçim sürecinde de birçok aday tarafından dile getiriliyor. Kimi adaylar ise BM Güvenlik Konseyi kararlarının buna engel olacağını söylüyor. kapalı Maraş mevzusuna dair neler söylersiniz?
Annan Planı referandumunda Rumlar reddettikten sonra gündeme getirdiğim konulardan bir tanesidir. Bunu hep kapalı kapılar ardında konuştuk, çünkü önemli bir meseledir. Kapsamlı çözümün bir parçası olarak ortaya konmuştur.
2017 Temmuz ayında hem Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’na hem bizim cumhurbaşkanımıza ve o dönem iktidarda olan koalisyon ortaklarımıza yazılı rapor olarak vermiştim bu konuyu. “Üstünde bir çalışalım” dendi, ama sonrasında bizim burada hükümet değişti. Şimdi yeni hükümete “Açalım artık” diye bir mesaj verildi.
Evet, açılması gerekir. Bizim yönetimimizde açılması gerekir. Ancak yapılacak açıklamalardan tutun, atılacak adımlara kadar çok çok önemlidir. “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının yaptırımı yoktur, onun için biz gideriz biz istediğimizi yaparız” gibi bir yaklaşım bütün Birleşmiş Milletleri, bu güne kadar elde ettiğimiz tüm kazanımları da kaybettirecek şekilde karşımıza alırız.
Tam aksine onlarla konuşarak, nedenini, ne yapmak istediğimizi anlatarak Maraş’ın artık açılması kaçınılmazdır. Şimdiki haliyle bile gelir getirici özellikleri vardır, kaldı ki tamir edilip bir özel statü bölgesi halinde, bizim yönetimimizde çalıştırılması halinde çok büyük kazanımlar olacaktır. Hem ekonomik açıdan her iki tarafa güneye ve kuzeye, hem de siyasal açıdan Kuzey Kıbrıs’a.
18 Ekim’den itibaren, seçim bittikten sonra Ankara’yla beraber konuşacağımız bir husus olarak önümüzde duruyor. Ben taraftarlarından biriyim; doğru adımların atılması ve yıllardır elimizde “koz” diye tuttuğumuz bir bölgeyi kaybetmemek adına. Aksine kazanmak ve ileriye yönelik tüm ada için büyük bir siyasi kazanım haline de getirmek üzere.