Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Özdil Nami Rum Basını’na verdiği röportajın Türkçe’sini paylaşarak, fikir ve ifade özgürlüğü için çalışma gerekliliğine vurgu yaptı
Nami: Cumhurbaşkanı’nın açıklaması üzüntü verici ama şaşırtıcı değil
Nami sosyal medya hesabında paylaşım yaparak, Ülkede tartışılması gereken bir çok konunun olduğunu ve bunları birbirimizi ötekileştirmeden konuşabilmemiz gerektiğini söyleyerek, “Bu konuda örnek olması gereken Cumhurbaşkanı’nın tam aksi bir üslup ile açıklama yapması üzüntü verici oldu benim için ancak şaşırtıcı olmadı” dedi.
Nami’nin paylaşımının tamamı şu şekilde:
Gelen talepler üzerine mülakatın Türkçesini de paylaşıyorum. Herkese gösterdikleri ilgi için teşekkür ederim. Ülkemizde tartışılması gereken bir çok konu var. Bunları birbirimizi ötekileştirmeden konusabilmeliyiz.
Bu konuda örnek olması gereken Cumhurbaşkanınin tam aksi bir üslup ile açıklama yapması üzüntü verici oldu benim için ancak şaşırtıcı olmadı. Hepimize düşen görev ülkemizde fikir ve ifade özgürlüğü olmasını teminen çalışmaktır. Yapılan saldırı karşısında bu hassasiyetle tepki koyan herkese tekrar içtenlikle teşekkür ederim.
Özdil Nami Phileleftheros gazetesine röportaj.
Ağustos 2021.
Erdoğan’ın son ziyareti ve Mağusa ile ilgili açıklamaların ardından Kıbrıs sorunu ne kadar zorlaştı?
Aslında Sayın Erdoğan’ın ziyareti sırasında ezber bozan önemli bir şey açıklayacağı beklentisi gerçekleşmedi. Açıklanan tek yeni karar, kapatılan Maraş kentinin arazisinin %3,5’inin askeri bölge statüsünün kaldırılması oldu. Bu, tüm şehrin açılışı olan beklentilerin gerisinde kaldı.
Maraş’ın %3,5’inin sivil yönetime döndürülmesi Kıbrıs sorununun çözülmesini zorlaştırmıyor. Bu, Türk tarafının, kapsamlı bir çözüme yönelik karşılıklı olarak kabul edilebilir bir yol bulmazsak, adadaki statükoyu sona erdirmek için kendi başına yapabileceği şeyler olduğu iddiasına inanılırlık katıyor.
Bu nedenle, Kıbrıs sorununun eskisi gibi devam edebileceğini düşünen herkes için bir uyandırma çağrısı olarak görülebilir. Ancak bu mesaj Kıbrıs Rum liderliği tarafından görmezden gelinirse, sahadaki durum eninde sonunda dramatik bir şekilde değişeceğinden, sorunların çözülmesi daha da zorlaşabilir.
Sizce Tatar ve Erdoğan’ın Maraş’la ilgili amaçları nelerdir? Maraş’ın tamamen açılmasına devam edecekler mi?
Bence Sayın Erdoğan’ın şu an için öncelikli kaygısı yeniden seçilme şansı. Türkiye’deki milliyetçi ve dindar muhafazakar grupları memnun edecek adımlar atmanın kendisine oy getireceğine inanıyor gibi görünüyor ve birçok konuda olduğu gibi Kıbrıs’la ilgili her şeyi de bu amaçla değerlendiriyor.
Yurtiçinde ise Maraş’ın Türk idaresi altında açılması, 2004’ten bu yana Kıbrıs’ta federal bir çözüme ulaşmak için ortaya koyduğumuz tüm çabalarımıza rağmen bizi tecrit altında tutarak Türk açısından Kıbrıslı Türklere büyük haksızlık yapan uluslararası topluma ve Kıbrıs Rum hükümetine karşı bir güç göstergesi olarak sunuldu. .
Bunu söyledikten sonra, öncelikle ele alınması gereken önemli mali ve yasal zorluklar olduğu açıktır. Benim beklentim, bunun birkaç yıla yayılan bir süreç olacağı yönünde.
Maraş’ta bu yeni durumu tersine çevirmek mümkün mü?
Maraş ve Hidrokarbon sorunu arasında bazı benzerlikler görüyorum. Hidrokarbonlar konusunda Rum tarafınca tek taraflı adımlar atıldığını deneyimledik.
Türk tarafı karşı önlemlerle karşılık verince ve gerilim yükseldiğinde, müzakere sürecinin çöküşünden iki taraf da sorumlu tutulmak istemediği için bu tek taraflı adımlara ara verildi. Dolayısıyla Maraş’ta da benzer bir gelişme için karşılıklı mutabık kalınan bir şekilde müzakerelerin yeniden başlaması gerektiğine inanıyorum. Bunu başarırsak belki o yeni süreci korumak adına Maraş’ta atılan adımların durdurulması beklenebilir.
Kıbrıslı Türklerden neden tepki gelmedi?
Maraş’ın kuzeye açılması başlangıçta federal çözümü destekleyen güçler tarafından dile getirildi ancak fikir bunu hem ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararları hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda yapmaktı. Mevcut Kıbrıs Türk liderliği bu konuda BM’yi görmezden gelmeyi tercih etti ve bu da Türk tarafının uluslararası çapta yaygın bir şekilde kınanmasına ve Güney ile ilişkilerin kötüleşmesine neden oldu.
Maraş sorununun bu şekilde yanlış ele alınması, muhalefet partileri ve çeşitli STK’lar tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Maraş’ın iki taraf arasında bir köprü olmasını istiyoruz, yeni bir çatışmanın noktası değil.
Ancak tüm bunları söyledikten sonra şunu söylemeliyim ki, ne 2004’teki evet oyu ne de Cumhurbaşkanı Akıncı’ya verilen tam destek ne izolasyonların sona ermesi ne de Kıbrıs sorununun çözümüne yol açmadığı için Kıbrıslı Türkler uluslararası toplum ve Kıbrıslı Rumlar tarafından hayal kırıklığına uğratıldıklarını ve ihanete uğradıklarını hissediyorlar.
Dolayısıyla, statükoyu bozmak için tek taraflı adımlar atmaktan başka seçeneğimiz olmadığına dair güçlü bir his var.
Maraş ile ilgili 550 ve 789 nolu BM Kararları neden hiç uygulanmadı? 550 ve 789, kentin BM’ye devrini öngörmektedir.
Türk tarafı zaten ağır ambargolar altında. Karşılığında bir şey almadan bu kararları uygulamak için Kıbrıs Türk tarafının hiçbir motivasyonu yoktur.
Ayrıca, bildiğiniz gibi, toprak ayarlaması müzakerelerin 6 ana başlığından biridir, yani kapsamlı bir çözümden önce toprak değişimi yapılmaz. O halde yapılması gereken, mevcut durumda “BM idaresi altında” ifadesinin ne anlama gelebileceği konusunda Birleşmiş Milletler ile anlaşmaya varmaktır.
BM’nin şehri tek başına yönetemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Belediye hizmetlerini kim yapacak, hastaneleri kim işletecek vs… BM’nin bütün bunları yapamayacağı açık.
Toprak düzenlemesinin olmaması durumunda zorunlu olarak bu sorumlulukları Türk tarafının üstleneceği ve BM’nin pratikte orada gözlemci rolü üstlenebileceği anlamına gelir. Ancak Kıbrıs Rum tarafı böyle bir yaklaşımı reddediyor.
Yani açıkça bir orta yol bulunmalı ya da kapsamlı bir anlaşmaya varılana kadar her şey dondurucuda saklanmalıdır.
Geçmişte Maraş sorununa bir kazan-kazan çözümü bulmak için birçok girişimde bulunuldu, ancak bunların hepsi bir ya da diğer tarafça reddedildi. Kapsamlı çözüm müzakerelerinin yokluğunda, önceki fikirleri tekrar gözden geçirmek ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm bulunup bulunamayacağını görmek iyi bir fikir olabilir. Yine de çok iyimser olmazdım.
Nikos Anastasiadis, tepki önlemi olarak Tatar ve çevresindekilerin pasaportlarının iptali ihtimalini düşündüğünü belirtti. Bu konudaki fikriniz nedir?
Bence hukukun üstünlüğüne saygı duyulan ülkelerde bu tür sorular siyasi liderlerin takdirine bırakılmamalıdır. Bir vatandaş bir vatandaştır ve herkese yasalar önünde eşit muamele edilmelidir.
Erdoğan ve Tatar da “iki devlet” için daha fazla proje ve çalışma oluşturulacağını duyurdu. Bu durum hakkında ne kadar endişelisiniz ve sonucun hangisi olacağını düşünüyorsunuz?
Şimdiye kadar atılan adımlar KKTC’nin uluslararası tanınırlığının sağlanması yönünde olmamıştır. Bunun yerine, Türkiye’nin altyapıdan eğitime, üst düzey siyasi pozisyonlara kimlerin seçileceğine kadar KKTC’nin tüm işlerini giderek daha fazla kontrol altına almasına tanık oluyoruz.
Bir Kıbrıslı Türk olarak benim için bu elbette büyük bir endişe kaynağı çünkü Ankara’daki politikacılar üzerinde hiçbir etkimiz yok ve onların bizimle ilgili kararlarını Kıbrıslı Türklerin çıkarları yerine iç siyasi kaygıları şekillendiriyor.
Bu gelişmenin, iki toplumlu görüşmelerin ve hatta projelerin gelecekteki beklentileri üzerinde derin etkileri olacaktır. Birleşik bir Kıbrıs’a ulaşma fikrinin yerini hızla adada bir kara sınırına sahip Türkiye ve Güney Kıbrıs olması fikri almaya başlıyor.
Sizce neden bu noktaya geldik? Ne yanlış gitti?
İnanıyorum ki, liderlerimiz yıllardır Kıbrıs’ı birleştirmek için kendilerine sunulan şansları arka arkaya heba ettiler. Sonuç olarak, insanlar bu sorunun çözülebileceğine olan güvenlerini kaybettiler. Crans Montana’da yaşananlar bardağı taşıran son damla oldu… Artık oyunun adı karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulmak değil, bir çözümü dayatmak. İki taraf ilerde çarpışmaya yol açabilecek bir zıtlaşma sürecine girdi. Maalesef yakın gelecekte adadaki ilişkilerin ve atmosferin daha da kötüleşmesini beklememiz gereken bir döneme giriyoruz.
Sizce bu çıkmazdan nasıl çıkıp görüşmelere yeniden başlayabiliriz?
Crans Montana’da yaşadığımız başarısızlıktan beri müzakere sürecinin kurgusunun yanlış olduğunu ve yeni bir müzakere süreci tasarımına ihtiyacımız olduğunu söylüyorum. İhtiyaç duyulan şey, zaman sınırlı, sonuç odaklı yeni bir müzakere sürecidir. Bu süreç için Türk tarafının müzakereler başlamadan tanınma talebinden vazgeçmesi ve Crans Montana’da müzakerelerin kaldığı yerden devam etmesini kabul etmesi gerekecektir.
Buna karşılık Kıbrıs Rum liderliği, BM Genel Sekreteri’nin altını çizdiği gibi, bizi sonuca götürecek bir sürece girişerek “bu sefer farklı olacak” ilkesini kabul etmeleri gerekir. Bu sürecin sonunda, Kıbrıslı Rum seçmenler üzerinde karşılıklı anlaşmaya varılan bir federasyon veya iki devletli bir çözüm arasında seçim yapmak zorunda kalacak, Kıbrıslı Türk seçmenlere ise tercihlerinin AB’de bir federasyon veya tecrit altında yaşamaya devam etmek arasında olduğu söylenecek.
Sadece böyle yeni bir müzakere tasarımı, sürecin bir sonuca bağlanacağını bilerek tüm tarafların elini açması ve her iki tarafın da değişim ve federal bir çözüme Evet oyu vermesi için yeterli teşviki sağlayacaktır. Bana göre Kıbrıs sorununun çözülmesinin tek yolu bu. Soru, iki liderin böyle sonuç odaklı yeni bir süreci nasıl kabul etmeleri için ne yapılması gerektiğidir. Burada uluslararası toplumun yardımına ihtiyacımız var. Rollerini yapıcı ve tarafsız bir şekilde oynarlarsa bu yapılabilir.
İyi bir çözüm zemini olan Hristofya-Talat yakınlaşmaları neden bir anlaşmaya imza atılmadı? O zaman Hristofiyas bunu önermişti..
Önce sizi düzelteyim. Talat ve merhum Hristofyas’tan elde edilen yakınlaşmaları kamuoyuna duyurmalarını ve desteklemelerini isteyen Ban Ki Moon’du. Talat kabul etti, ancak Hristofiyas, Güvenlik ve Toprak konusularinda hala anlaşmadığımızı, bu yüzden sadece Yönetim ve Güç Paylaşımı Faslına ilişkin anlaşmaları ilan etmenin, Güney’deki bazi taraflarca hiçbir şey almadan çok fazla taviz vermiş gibi sunulacağını söyledi.
Talat-Hristofyas dönemine dönmek yerine o zamandan bugüne gelinen noktalara odaklanmamız gerektiğine inanıyorum. Örneğin, Eroğlu ile Anastasiadis arasındaki 11 Şubat 2014 Anlaşması ve Akıncı ile Anastasiades arasında bizi Uluslararası Kıbrıs Konferansı’na götüren yakınlaşmalar 30 Haziran 2017’de Guterres in sunduğu altı maddelik çerçeve ve Akıncı ve Anastasiades in Kasım 2019’da Berlin’de vardığı mutabakat da dahil olmak üzere tüm yakınlaşmalar.
Her yeni girişimin şimdiye kadar elde edilenlere saygı duyması ve onu desteklemesi gerektiğine inanıyorum. Süreç sıfırdan başlayamaz.
Kıbrıslı Türkler için mevcut durum nedir ve gelecekte bu durum hakkında ne kadar endişelisiniz?
Kıbrıslı Türkler bir kaya ile sert bir yer arasında sıkışıp kalmışlardır. Bir yandan federal çözümü desteklediler, ancak bu Rum tarafınca reddedildi. Öte yandan Türkiye, KKTC’ye gerçekten bağımsız bir egemen devlet muamelesi yapmıyor. Kıbrıslı Türklerin siyasi gücü sürekli aşınıyor ve kendi geleceğimize karar verme yeteneğimiz yok oluyor. Görünen o ki, Kıbrıslı Türklerin çoğu bu ikilemle karşı karşıya kaldıklarında kendilerini çaresiz hissetmekte ve kayıtsız kalma gibi bir hale sürüklenmektedir.
Bazıları Kıbrıs sorununa çözüm olamayacağına inanıyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Bir çözüme ulaşma planı nedir ve neden henüz bulamadık?
En az iki BM Genel Sekreteri’nin raporlarında çözümün masada olduğunu ve eksik olanın siyasi irade olduğunu yazdığını unutmayalım. O halde bunu akılda tutarak sorulması ve yanıtlanması gereken siyasi irade sorusudur, onu nasıl yaratırız? Pekala, hayattaki diğer her şey gibi, yapmak istediğiniz şey, karşı karşıya kaldığınız teşviklere bağlıdır.
Bu nedenle, tarafları bir sonuca ulaştıracak ve adanın her iki tarafındaki insanlara işleri bir şekilde değiştirip değiştirmeme kararının verildiği yeni bir müzakere sürecine olan ihtiyacın altını çiziyorum. Eskisi gibi devam etmek, artık ciddi müzakerelerin kabul edilebilir bir sonucu olmamalıdır. Bu yapılırsa Kıbrıs sorununu bitireceğimize eminim.
Kıbrıs için hayaliniz nedir?
Benim gördüğüm en büyük tehlike, sorunun şu an olduğu gibi devam etmesi. Bu Kıbrıs için kötü ve bölge için tehlikelidir. Benim hayalim, bireysel ve ortak Kıbrıslı kimliklerimizi korurken, ortak vatanımızda birbirimizle barış ve uyum içinde yaşamaktır. Umarım hiçbir yeni nesil hayatlarını Kıbrıs meselesini konuşarak ve bunun sonuçlarından ıstırap çekerek geçirmek zorunda kalmaz.
Bunun yerine, birlikte büyümemizi ve gelişmemizi sağlayan bir Kıbrıs, dünyanın geri kalanına barış içinde bir arada yaşama örneği olabilecek bir Kıbrıs yaratmalıyız.