Toplumun kurumlara güveni, eşit muamele ve PGM’nin durumu…
Güven duygusu insanlarla insanların, insanlarla hayvanların ya da insanlar ve kurumların arasındaki en güçlü temel bağı oluşturuyor.
Kendini güvende hissetme duygusu da karşı tarafa olan güvenle doğrudan bağlantılı olabiliyor. İkili insan ilişkilerinin dışına çıkarsak, insanlar ve kurumlar (devlet) arasındaki bağda, her ne kadar profesyonel bir ilişki biçimi olması gerekiyorsa da duyguları olan insan duygusal bir bağ kurma ihtiyacı hissediyor.
Gelişmiş ve refah seviyesi yüksek ülkelere bakıldığında, orada yaşayanların huzurunu sağlayan şeyin; her ne kadar yönetimler birkaç yılda bir demokratik olarak değişse de, değişmeyen güvenilir yapıları olan bir devlet olduğunu görebiliyoruz.
Kurumların sıkı sıkıya hukuk kurallarına bağlı, insan haklarına saygılı, kadın-çocuk ve hayvan haklarından ödün vermeyen, herkese eşit mesafede durarak adaleti yakalayabilmiş olmaları, orada yaşayanların huzur ve mutluluğu ve herhangi bir durum karşısında haklarının savunulacağı ya da en azından adaletli olunacağı güveniyle doğrudan bağlantılı.
***
Buradan şu noktaya gelmek istiyorum; ülkemizdeki kurumların güvenilirlik durumuna.
Aslında yazının odak noktası olan “Polis Genel Müdürlüğü”ne gelmeden, tüm kurumları gözünüzün önünden geçirdiğinizde bile şu hissi yaşayabiliyor insan bizim ülkemizde; “İşim hallolacak mı?”, “Kendimi anlatabilecek miyim?”, “Evraklarımda problem çıkacak mı?”, “Her şeyim tamam ama başka bir şey isteyecekler mi?”, “Tanıdık memur var mı?”, vs. vs…
Hemen tüm kurumlarla ilgili toplumun genelindeki hissiyat; Şüphe ve güvensizlik.
İşte torpil ve kayırmanın da en büyük nedenlerinden biri bu ülkede. Her yönetimin kafasına göre esnettiği ve değiştirdiği ve genel geçer hale getirdiği kurallar, adamına göre işleyen yasalar, beraberinde bu huzursuz ve güvensiz ortamı getiriyor.
Bırakın her bir kurumu tek tek konuşmayı, genel olarak kurumların, Bakanlıkların, dairelerin durumunu konuşsak bile sayfalarca yazmak gerekir. O yüzden konunun odak noktasına, yani “polis teşkilatına” gelelim.
***
Başınıza beklenmedik bir olay geldi. Hiç fark etmiyor; suçlu ya da suçsuz hissediyorsunuz. Yaşananlara dahliniz var ya da yok. İsteyerek ya da istemeyerek bir olaya karıştınız. Durumlar ve olaylar değişebilir ancak hissedilen genelde aynı duygudur; “Başıma ne gelecek?”
Halbuki, hukuk kurallarının ve muamelenin kişiye göre değişemeyeceği gelişmiş ülkelerde, bilinçli her yurttaş başına ne geleceğini, kendisine nasıl muamele edileceğini az çok bilir.
Bizde durum öyle değil.
Tanıdık polis varsa başka, yoksa başka.
Torpiliniz varsa başka yoksa başka.
Birilerinin koruması altındaysanız başka değilseniz başka.
Olaya yüksek rütbeli biri dahilse başka değilse başka.
Varlıklı bir ailenin üyesiyseniz başka değilseniz başka.
Bu değişkenler size yapılacak muameleyi belirlerken, olayın basına yansıması da başka bir değişken olarak karşımızda duruyor.
***
Şimdi size isim vermeden birkaç örnek vereceğim;
Mahkemenin cezaevine gönderilmek üzere tutukluluk verdiği kaç kişinin, polis tarafından çeşitli bahanelerle cezaevi yerine daha rahat hareket edebileceği karakolda tutulduğunu duydunuz?
Doktoralarını bile yaprak, teşkilat içinde sayılı iyi eğitim almış, yükselmesine kesin gözüyle bakılan kaç polisin birden bire garip suçlarla suçlanarak mahkemelere düştüğüne, yıllardır ispatlanamayan o suçlardan aklanmak için mücadele ettiğine şahit oldunuz?
Teşkilat içinde tanıdığı olan, yüksek rütbeden birilerinin ya da siyasilerin akrabası olan ve suç işlediği düşünülen kaç kişinin, sade vatandaştan daha farklı muameleye tabi tutulduğunu hatta neredeyse itibarına zarar gelmesin diye korunduğunu da gördünüz mü?
İyi işler yaparak başarı sağlayan kaç polisin, tam yükselecekken başına gelen enteresan(!) olaylar sonucu gözden düştüğüne ve bir anda başarısız addedildiğine tanıklık ettiniz?
Peki suç işlediği düşünülen iki farklı polisten birinin görevden uzaklaştırılırken, diğerinin görevde bırakıldığını da duydunuz mu?
***
Evet hepsini duydunuz, gördünüz. Şimdi size spesifik iki ayrı örnek daha vereceğim;
Birinci örnekte; geçtiğimiz senelerde tahkikat dosyalarına bakan A.A isimli bir polis mensubu, elindeki bir hırsızlık dosyasına yine polis olan sevgilisinin ve bir başka polis mensubunun telefon numaralarını ekliyor.
Bu numaraları, “Hırsızlık olayıyla bağlantılı” olarak gösterip arama kayıtlarını talep ediyor.
Peki neden?
Sadece kendi hırsları ve merakı yüzünden.
Telefon numaraları dosyaya eklenen polis mensupları durumu fark edince, görevini kötüye ve kişisel çıkarlarına kullanan A.A’yı şikayet ediyor.
Peki sonra ne oluyor biliyor musunuz?
Bu polis mensubuna işlem yapmamak, ceza davası açmamak, hakkındaki şikayetleri işleme sokmamak için adeta bir canhıraş mücadele veriliyor.
Şikayet aylarca işleme koyulmuyor. Şikayeti yapan da bir polis mensubu ancak onun durumu, psikolojisi, uğradığı ayrımcılık sonucu mesleğine ve teşkilata olan güveni ve bağlılığı da yönetenlerin umurunda olmuyor.
Gel zaman git zaman konuyu manşetten haberleştirdiğimizden dolayı polis hakkında mecburen işlem yapılıyor ve ilgili polis, polisin kendi Disiplin Mahkemesi’nde “7 ay kademe ilerlemesinin durdurulması” cezası alıyor.
Hakkında “Özel Hayatın Gizliliği” ve “Görevi Kötüye Kullanmak” gibi suçlardan ceza davası açılması gerekiyor ancak teşkilat içindeki gizli el bunu da öteleyebildiği kadar ötelemeye çalışıyor.
Basın ve kamuoyu baskısı galip gelip ilgili polise ceza davası okunduktan sonra bile aynı görevde tutulmaya, insanların hayatlarını etkileyecek, onların suçlu ya da suçsuz olduklarına karar verilirken dikkate alınacak tahkikat dosyalarını hazırlamaya devam ediyor.
***
İkinci örnek ise çok yakınlarda yaşandı;
S.S adlı bir polis mensubu, bir tahkikat dosyasındaki bilgiyi alarak karşı tarafa ve onun avukatına ulaştırdı. Yani görevini kötüye kullandı ve suç işledi.
Olay basına bile yansımadan ilgili polis mensubu tutuklandı, hakkında dava okundu ve görevden uzaklaştırıldı.
***
Şimdi bana iki polis mensubuna, neredeyse birbirine eş bu iki olayda uygulanan farklı muameleyi açıklayabilir misiniz?
A.A ve S.S’nin arasındaki farkı vatandaş nasıl görebilir?
Bingo!
Doğru bildiniz!
Torpil ve kayırma!
***
Düşünün, ilk olaydaki polis sizin tahkikat dosyanızı hazırlayan polis olsun. Dosyadaki karşı taraf onun bir ahbabı ya da tanıdığıysa ya da duygularını işinden ayıramayan bu polisin sizinle bir husumeti varsa, hayatınızda ömür boyu silinmeyecek yaralar açılabilir.
İşte biz başta PGM Müdürü Ahmet Soyalan olmak üzere, teşkilattaki tüm üst düzey yöneticilere ve siyasi sorumlulara bu durumları söylediğimizde, arkasından gelen açıklama mutlaka bizlerin teşkilatı zayıflatmak, kötülemek istediğiyle ilgili absürt suçlamalar ve itibar suikastları oluyor.
***
Müdürlük ve yöneticilik koltuklarında oturanlar kendilerini teşkilatın gerçek sahibi olan bizlerden üstün ve geçici olarak oturdukları o makamların ömür boyu sahibi olarak görüyor olabilir mi?
Öyle olmasa bu denli hırçın ve suçlayıcı bir savunmanın sebebi ne olabilir?
***
İşte böyle bir ortamda, vatandaştan polisine güvenmesi, adaleti sağlayacak olmasına dair inanç duyması bekleniyor.
Peki nasıl olacak sayın yöneticiler?
Adalet duygusu, vicdan, eşitlik, toplumsal sorumluluk, hukuk ve hak gibi tüm insani ve yasal değerlerden uzak bu tutumla bu teşkilat vatandaşa neyin güvenini sağlayacak?
Daha kendi içindeki polisler arasında adaleti ve eşitliği sağlayamayan, birine ihtimam geçip diğerini yok sayan bir teşkilat mı vatandaşa adalet sağlayacak?
Güldürmeyin beni…