Halkın Partisi (HP) Genel Başkanı Kudret Özersay, Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü’nün (UNFICYP) görev süresinin uzatılması ve yürüteceği faaliyetler konusunda Kıbrıs Türk tarafının rızasının alınmasının 2000 yılındaki BM Brahimi Raporu’na dayanan haklı bir talep olduğunu söyleyerek, hükümetin gerçek amacının ne olduğuna bakılması gerektiğine dikkat çekti
Özersay: Kenarını, kıyısını değil bütününü değerlendirin lütfen
Sosyal medya hesabından açıklama yapan Özersay, yazacaklarından isteyenin beğendiğini cımbızla alıp, beğenmediğini görmezden geleceğini bildiğini ama meseleye akıl ve mantık çerçevesinde ülke menfaatini düşünerek artıları ve eksileriyle birlikte, bütünlüklü bakılması gerektiğine inandığı için yine de yazacağını belirtti.
“Kenarını, kıyısını değil bütününü değerlendirin lütfen” diyen Özersay, atama Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu‘nun BM’ye karşı sarf ettiği “Misafirlik bitti. Ya KKTC’yi tanıyın ya da adanın kuzeyini terk edin” sözleriyle başlayan tartışmalarla ilgili görüşlerini paylaştı;
1) Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) görev süresinin uzatılması ve KKTC’de ve ara bölgede yürüteceği faaliyetler konusunda Kıbrıs Türk tarafının da rızasının alınması gerektiği argümanı haklı bir taleptir. Geçmişte benim de dışişleri bakanlığı yaptığım dönemde ve başka siyasi görüşleri farklı bazı başka dışişleri bakanları döneminde de BM nezdinde dile getirilmiş olan bir taleptir.
Örneğin siyasi görüşleri farklı da olsa önceki Cumhurbaşkanları döneminde de, özellikle BM’nin görev süresi uzatılırken Kıbrıs Türk tarafının da rızası alınmadığı için tepkiler gösterilmiş, mektuplar yazılmış ve BM’nin bu yaklaşımını yadırgayan ve eleştiren resmi açıklamalar yapılmıştır (Cumhurbaşkanlığı sözcülerinin resmi açıklamaları internet ortamında mevcuttur dileyen bakabilir).
2) Kıbrıs Türk tarafının bu tezinin asıl dayanağı 2000 yılındaki Birleşmiş Milletler Brahimi Raporu’dur. BM barış gücü operasyonlarının 1990’lı yıllarda önce Ruanda’da, daha sonra Srebrenisa’da (Bosna-Hersek) soykırıma varan katliamları önleyememesi ve yaşanan ciddi başarısızlıklar ertesinde BM Genel Sekreteri bir panel oluşturur, dönemin Genel Sekreter Yardımcısı Lakhdar Brahimi’yi bunun başına getirir ve BM barış gücü operasyonlarının başarısızlık nedenleri, daha iyi çalışması ve işlevlerini daha etkin şekilde yerine getirmesi konusunda bir çalışma yapmasını ister.
Hazırlanan rapor sonradan Brahimi Raporu olarak anılır. Bu raporda, uluslararası uyuşmazlıklarda BM barış gücü operasyonlarının başarılı olabilmesi için uyuşmazlığın bütün taraflarının rızasının alınmasının önemine dikkat çekilmektedir. Öte yandan raporda yer alan tavsiyeler BM Güvenlik Konseyi tarafından memnuniyetle karşılanıp onaylanmış olmasına ve Genel Kurul tarafından da not edilmiş olmasına rağmen tam anlamıyla bağlayıcı bir belgeye dönüştüğünü söylemek güçtür.
Bu nedenle yaslandığımız argüman hukuki olmaktan ziyade siyasi ve BM örgütünün tecrübeleri temelinde şekillenen ve kurumsal anlamda desteklenen bir argümandır.
3) Rızanın alınması, “tamam sen BM barış gücü olarak Güvenlik Konseyi’nin sana verdiği görevleri kafana göre yerine getir, rızam vardır” anlamında değildir. Bu rıza bu barış gücü askerlerinin özellikle KKTC’de yürütecekleri faaliyetleri hangi şartlarda yapacakları, bunu yaparken hak, yetki ve sorumluluklarının ne olacağı bir antlaşma ile düzenlenmelidir.
Bu antlaşma, klasik bir antlaşma şeklinde olmak zorunda da değildir, bir mektup teatisi ya da mutabakat muhtırası (memorandum of understanding) şeklinde de olabilir. BM barış gücü operasyonları için bu güçlerin statüsünü belirleyen anlaşmalara SOFA denilir, yani Status of Forces Agreement.
4) Bugüne kadar haklı olarak gündeme getirdiğimiz ve talep ettiğimiz “bizim de rızamız alınmalı, bizimle de bir anlaşma yapılmalı, statüleri, hak ve yetkileri belli olmalı” noktası hem ilkesel, hem de pratik bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktaydı.
İlkesel çünkü uyuşmazlığın sadece bir tarafı ile anlaşan, sadece onun rızasına başvuran BM barış gücü tarafsızlığını koruyamaz ve uyuşmazlığın taraflarından birisini bu konularda yok sayarsa bu durum uygulamaya yanlı, taraf tutan tavırlar olarak yansıyabilirdi ki yıllardır da bunlar yaşanmıştı.
Pratik bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu çünkü ülkenizdeki askeri güçlerin görev, yetki ve sorumluluk alanları belirlenmezse, statüleri ve hakları belirlenmezse sıradan bir trafik kazasında ya da kavga benzeri bir olay yaşandığında hangi hukuk kurallarının uygulanacağı, hangi mahkemelerin yetkili olacağı bilinmez ve pratikte ciddi sorunlar yaşanabilir.
Yıllardır yeşil hattın belirli noktalarında, Karpaz ve Koruçam’da yürüttükleri kim operasyonların uygulanmasında, KKTC’de bulunan kimi BM kamplarının kentlerin merkezinde kalmaları nedeniyle yarattıkları sorunlarda hep yaşadık (en basit örneği Mağusa’daki kampın şehrin merkezinde eğreti bir noktada sıkışıp kalmış olmasında, oraya uzun yıllar helikopter inip kalkmasında ve benzeri konularda görülebilir).
5) Bu dönemde ortaya konulan “bizim de rızamızı alın, bizimle de bir antlaşma yapın” talebi önceki dönemden farklı olarak KKTC’nin tanınma talep etmiş olmasıyla ve egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü duruşuyla ilişkilendirilmiş gibi görünmektedir. Olumlu ya da olumsuz anlamda söylemiyorum ama BM Barış Gücü ile yapılacak olası bir anlaşma üzerinden statü elde etme yaklaşımı ortaya konulmuş ve bu açıkça dile getirilmiştir.
Buradaki sıkıntı şudur: BM pratik bir ihtiyaçtan ve Brahimi raporundaki temel prensipten ötürü (yani uyuşmazlığın tüm taraflarının rızasının alınması) KKTC sivil ya da askeri yetkilileriyle bir anlaşma yapacaksaydı da bu saatten sonra bunu yapması çok daha zorlaşmış durumdadır. Çünkü artık ilkesel bir nedenle ve pratik bir ihtiyaçtan ötürü bu anlaşmayı yapmaya yönelse, buna Kıbrıs Türk tarafı artık bir “tanıma, statü yükseltme” anlamı yüklendiği için, gerçekleşme ihtimali de azalmıştır diye düşünüyorum.
6) Eğer gerçekten “tutarlı olmak için” bu adım atılıyorsa ve “artık KKTC’nin tanınması çağrısı yapıyoruz, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü” talep ediyoruz, BM Barış Gücüyle ilişkimizi de artık bu zeminde kurarız diyeceksek, aynı tutarlılığı başka açılardan da göstermemiz gerekmez mi?
Yani Garanti Antlaşması çerçevesinde haklı bir müdahale ile adaya gelen ve KKTC’nin ve Halkının rızası ile burada bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin statüsüyle ilgili olarak Garanti Antlaşmasına halel getirmeyecek bir SOFA Antlaşması (status of forces) yapmamız hem tutarlılık hem de genel anlamda KKTC’nin tanınması gereken bağımsız bir devlet olduğu iddiamızın güçlendirilmesi açısından daha iyi olmaz mı?
Hem böyle bir antlaşmayla KKTC Anayasası’nın geçici 10. Maddesinin kaldırılmasının da önü açılmış olmaz mı? Bunu, Türkiye’nin garantörlüğünün vazgeçilmez olduğunu düşünen ve TSK’nın Kıbrıs’taki askeri varlığını Kıbrıs Türkünün güvencesi olarak gören birisi olarak söylüyorum. Kıbrıs konusunda ortaya yeni bir siyaset konuluyorsa bunun her açıdan gereğini yaparak, altı doldurularak ve hepsinden önemlisi bir yol haritası belirleyerek ilerlenmesi elzemdir.
7) BM ile bir antlaşma yapma konusunda, özellikle de buna statü kazandıran bir anlam yükleyen son dönem açıklamalarla pek bir ihtimal kalmadıysa ama BM’ye süre verildiyse ve BM Barış Gücünün ülkemizdeki faaliyetleri durdurulacaksa o zaman şu soru akla geliyor: Amaçlanan şey böyle bir antlaşma değil de aslında UNFICYP’in gitmesi midir?
Eğer buysa, evet Kıbrıs’ta işlevini önemli ölçüde yitirmiş statükoyu temsil eden bir yapıya dönüştüğü aşikardır UNFICYP’in. KKTC’deki operasyonlarının sona ermesi de dünyanın sonu değildir elbet. Yeniden kutuplaşma yaşamakta olan dünyada BM Güvenlik Konseyi bize ciddi bir tepki gösteremez de diyebilirsiniz. Ancak burada asıl sıkıntı dünyadan gelecek olan tepkiden ziyada Kıbrıs Rum tarafının eline bir koz verilecek olmasıdır.
Zaten Rumların kuzeydeki harcamalarından, akaryakıt ve dolayısıyla da vergi kayıplarından rahatsız olan Kıbrıs Rum liderliğine geçiş kapılarını kapatması için bir BAHANE verilecek olmasıdır. Ekonomik olarak zor bir dönemden geçerken, iki taraf arasında giderek artan bir ekonomik aktivite varken geçiş kapılarının kapanması ihtimalini ortaya çıkaracak adımlardan özellikle kaçınmak gerekir. Özellikle de bu dönemde.
8) BM’ye verildiği söylenen bir aylık süre sonunda yapılacağı söylenenin yapılmamasının yani UNFICYP askerlerinin eskiden olduğu gibi KKTC’ye geçmeye ve faaliyetlerini yürütmeye devam etmesinin ülkenin dış politikasına be devletin güvenirliğine, itibarına verebileceği zararı ise hiç yazmayayım.
9) Haklı olduğumuz bir konuda, hakkımızı elde etmek için uygulayacağımız yöntemin, atacağımız adımın sonuçlarını iyi hesaplamak zorundayız, aksi halde haklıyken haksız duruma düşebiliriz. BM Barış Gücü ile rızamızın alınması ve bir ayrı antlaşma yapılması üzerinden bir egemenlik savaşına girip bir statü elde etmemiz ya da statümüzü bu yoldan, bu konu üzerinden yükseltmemiz pek mümkün görünmüyor, bilakis geçiş kapıları ve benzeri konularda kayıplarımız olabilir.
Yetkili konumda bulunan herkese bu konuyu etraflıca ve tüm olası sonuçlarını iyi hesaplayarak yeniden değerlendirmeleri çağrısı yapıyorum”