Zorba
Hayatı ve kendimizi çok fazla ciddiye almaya başladık. Sanki bu ülkede her cümle gizli ya da açık “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye başlıyor. Gökyüzüne açılan dev bir ekranda Zorba filmini oynatıp bütün ülkeye seyrettirmek isterdim.
Yenilgiler hayatın kaçınılmaz parçalarıdır.
Zaferin değeri yenilgiler sayesinde anlam kazanır.
O nedenle Zorba’nın yaşam felsefesinin bir parçası da yenilgileri umursamamaktır.
Bu hayat felsefesi Zorba’nın mıdır yoksa Zorba romanının yazarı Nikos Kazancakis’in midir?
Çünkü Zorba, hem romanın kahramanıdır hem de yazarın kendisidir…
Kazankackis de hem kitabın yazarı hem de romanın kahramanıdır…
Nitekim Nikos Kazancakis´in mezar taşında şunlar yazılıdır:
“Hiçbir şey ummuyorum;
Hiçbir şeyden korkmuyorum;
Özgürüm”.
xxxxxxx
Nikos Kazancakis, 20. Yüzyılın en büyük Yunan yazarlarından biridir… Aynı zamanda felsefecidir…
İnanılmaz bir yaşam serüveni vardır.
Dünyaca tanınması ise olgunluk eseri olan Zorba sayesinde olmuştur.
xxxxxxx
Zorba’nın konusu 1930 larda geçer.
Olaylar, adı kitapta hiç belirtilmeyen bir yazarın ağzından anlatılır.
Hayattan fazlaca bir beklentisi olmayan bu mutsuz entellektüel, bir süreliğine kendisini dinlemek ve yaşantısına çekidüzen vermek üzere kitaplarını bir kenara koyarak Girit adasına gelir.
Burada kendisine ait linyit kömür madenleri ile de ilgilenecektir, aşırı davranışları olan, kaba saba ama hayata şehvetle bağlı, orta yaşlı bir Yunan olan Alexis Zorba ile burada tanışır ve onu ustabaşı olarak işe alır.
Aradan geçen birkaç aylık zamanda bu ilginç adam, genç yazarı derinden etkileyecektir.
Zorba, kendi ilginç hayat felsefesini genç yazara da kabul ettirdikçe yazarın hayata bakış açısı da yavaş yavaş değişime uğrayacaktır.
xxxxxxxx
Filmini ne zaman seyrettiğimi anımsamıyorum…
Ama Zorba’yı oynayan Anthony Quinn’i ve İrini Papas’ı hiç unutmadım…
Hele Anthony Quinn’in o muhteşem dans sahnesini…. O dans sahnesi kitabın ve filmin doruk noktalarından da biridir…
Çünkü Zorba kendini en iyi dans ederek ifade eder. Çok mutlu ya da çok üzgün olduğunda başvurduğu yöntem dans etmektir.
Kelimelerin yetersiz kaldığı, kendini yeterince ifade edemediği durumlarda da çare danstır.
“Ah bre Patron, o dediklerini raks edebilseydin de ben de anlasaydım” der yazara.
xxxxxxxx
İnsan sevgisi, yaşam kıvancı, sağduyulu bir anlayış…
Zorba, kitabın diğer kahramanı genç yazara şunları söyler:
“Komşumuz ihtiyar bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu.
Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi.
Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu.
‘Alexis’ dedi. ‘Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyünce anlarsın. Dinle oğlum Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Alexis, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama’”.
xxxxxxxx
Ülkemiz son zamanlarda “yüreği yaralanmış” insanlarla dolu… Sadece bir kesim diğerinin yüreğini yaralamıyor… Herkes birbirini yaralıyor… Herkes birbirini aşağılıyor.
Hayatı ve kendimizi çok fazla ciddiye almaya başladık.
Sanki bu ülkede her cümle gizli ya da açık “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye başlıyor.
Gökyüzüne açılan dev bir ekranda Zorba filmini oynatıp bütün ülkeye seyrettirmek isterdim…
Güzel bir taş parçasının bile insana nasıl mutluluk verebileceğini Zorba’dan öğrenirdik.
xxxxxxx
Durumumuz kötü… O açık bir gerçek.
Ama sanırım bu korkunç nefretle, nefretten doğan kötülüklerle durumu daha da beter yapıyoruz.
Galiba biraz durmamız, hep birlikte kendimize “o kadar da önemli değiliz” dememiz gerekiyor…
Özellikle siyasi iktidarın bunu daha sık söylemesi herhalde iyi olacak.
O kadar önemli değilsiniz…
Hiçbir koltuk, insanı olduğundan daha değerli kılmıyor… Koltuk koltuk, sen de sensin… O koltuktan ayrıldığında neysen, o koltukta oturduğunda da osun.
xxxxxx
Muhalefettekiler için de durum aynı…
Seçimde büyük oranda oy kaybetmiş bir partinin liderinin “dört puanlık” bir farkla cumhurbaşkanı seçilmesinden bu kadar büyük acı çıkarmak herhalde sadece siyasetle açıklanamaz.
Herkeste, seçim kaybetmiş olmaktan çok maç kaybetmiş bir futbol fanatiği havası var.
xxxxxx
Sanatın ve edebiyatın eksikliğini bu nefrette, kötülükte, düşmanlıkta, kendini fazlasıyla ciddiye alıp önemsemekte, tedavisi imkânsız gibi görünen eziklikte fazlasıyla hissediyoruz.
Kitap okuyabilenler için Zorba’yı bir daha okumanın tam zamanı.
Galiba her sabah kalkıp bütün toplum olarak yeni bir “ant”ı da söylememiz gerekiyor:
“İnsanım, ölümlüyüm, önemli değilim.”
xxxxxxx
Türkiye akıldan kopmuş görünüyor.
Akıldan koptu da “duygularına” mı bağlandı?
Onu da söyleyemeyiz.
“Duygular” yok çünkü… Duygu dediğiniz geniş yelpaze içinde “sevgi, şefkat, merhamet, dostluk, aşk” da bulunur.
Biz akıldan kopup sadece bir duyguya bağlandık, “nefret”e.
Bu nefretin bizi yok ettiğini de artık algılayamıyoruz.
xxxxxxx
Kitabın kahramanı Zorba, cahil ama bilge bir adam… Bir entelektüele hayatı yeniden öğretecek bir bilgeliği var.
Bu bilgeliğin sırrı çok karmaşık değil:
“İnsanların yüreğini yaralama, en küçük bir şeyden bile tat çıkarmayı öğren.”
Çok mu zor?
Şu anda bizim ülke için neredeyse bu basit bilgelik bile imkânsız görünüyor.
xxxxxxxx
Kazancakis’in mezar taşında ne yazıyor:
“Hiçbir şey ummuyorum;
Hiçbir şeyden korkmuyorum;
Özgürüm”…
Belki daha ölmeden bunu biraz değiştirerek kendimize söyleyebiliriz:
“Hayattan bir şeyler umuyorum… Hiçbir şeyden korkmuyorum.
Özgürüm”